4009 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Osmanlıdan Günümüze Yer Adları

Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 275 · Sayfa: 147-166 · DOI: 10.37879/belleten.2012.147
Tam Metin
Yer adları, dilbilimci ve coğrafyacılar kadar tarihi coğrafya araştırmaları yapan tarihçiler için de son derecede önemlidir. Zaman içinde haritadan silinmiş yerleşme yerleri gibi ismi değiştirilmiş olan yerlerın de tesbiti büyük güçlükler yaratır. Bazı yerleşme yerleri çift isimlidir ve zamanla bunlardan biri tamamen unutulmuş, diğeri kullanılır olmuştur. Bazı isimler ise idari makamlar tarafından isim değişikliklerine uğratılmıştır. Bu isim değiştirme keyfiyetine Osmanlı Devleti zamanında da kısmen rastlanmakla beraber cumhuriyet devrinde çok daha ciddi bir biçimde ele alınmış ve özellikle 1950'li yıllarda birçok yerleşme yerinin ismi değiştirilmiştir. Bu değiştirmelerde gerekçe olarak yabancı menşe'li isimlerin Türkçeleştirilmesı gösterilmiş olmakla birlikte maalesef tamamen Türkçe olan Oğuz boylarından Çepni ve Çavuldur gibi bazı isimlerin de, araştırma yapılmadan değiştirilmesi yoluna gidilmiştir. Daha sonra bu konuda yapılan hata fark edilip durdurulmuştur. Her ne kadar değiştirilen isimler, İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan Köylerimiz adlı eserlerde eski ve yeni adları belirtilmek üzere verilmişse de bunlarda bile değiştirilen bütün isimleri bulmak mümkün olmayabilmektedir. Dikkat çeken bir husus da, değişikliğin köy adlarında yapılması, antik devirlerdeki şehir adlarının Türk hançeresine uydurulmuş şekillerinin muhafaza edilmiş olmasıdır. Maamafih Türkçeleştirmenin istisnasına da rastlanmaktadır. Grekçe menşeli Menderes adının Türkçe ve son derecede manalı olan Cumaovası'nın yerine konulmasını buna örnek olarak göstermek mümkündür. Bu da isim değiştirmelerin araştırılmadan ve üzerinde düşünülmeden yapıldığını ortaya koymaktadır. İsim değişikliklerinden nasibini alan yerler köylerden ibaret değildir. Mahalle ve sokak adlarında da değişiklikler yapılmış ve yapılmaktadır. Sonuç olarak denilebilir ki, bu araştırılmadan yapılan değişiklikler sadece araştırıcıların çeşitli zorluklarla karşılaşması bakımından değil fakat daha da mühimi tarihimizle olan bağlarımızı koparmaları açısından da son derecede mahzurludur.

Heybeliada Bahriye Mektebi ve Türk Eğitim Tarihindeki Yeri

Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 275 · Sayfa: 167-206 · DOI: 10.37879/belleten.2012.167
Tam Metin
Osmanlı Devleti askeri alandaki mağlubiyetlerden dolayı batıyı takip ihtiyacı hissetmiştir. Bu amaçla ordu ve donanmaya nitelikli eleman yetiştirmek için Avrupa usulünde eğitim kurumları olan mühendishaneler kurulmuştur. 1770 senesinde yaşanan Çeşme faciasından sonra kurulan Mühendishane-i Bahri-i Hümayun bu teşebbüslerin ilkini oluşturmuştur. Fakat uzun sayılabilecek bir dönem buradan istenilen fayda sağlanamamıştır. Osmanlı Devleti'nde denizcilik eğitimine verilen önem bununla da sınırlı değildir. Osmanlı Devleti özel Bahriye Mekteplerinin açılmasına da müsaade ederek nitelikli eleman ihtiyacını gidermeye çalışmıştır. Sultan III. Selim döneminden sonraki yıllarda Sultan II. Mahmut döneminde 1830'lara kadar mektep neredeyse unutulmuş durumdadır. Sultan II. Mahmut ve özellikle Tanzimat dönemi pek çok alanı etkilediği gibi Mekteb-i Bahriye'yi de etkilemiş, mektepte yeniliklere yol açmıştır. Mektebe 1830'larda el atılmış ve mektebin 1851 senesine kadar Heybeliada'ya taşınmasına imkan sağlayacak faaliyetlere girişilmiştir. Bunun neticesinde mektep Heybeliada'ya yeni bir binaya taşınmış, yeni ve daha düzenli bir eğitime kavuşmuştur. Mektep Nazırı Patrona Mustafa Paşa tarafından 1848 senesinde hazırlanan layiha mektep tarihinde eğitimin ilerlemesi adına bir dönüm noktasıdır. İşte bu çalışmada Heybeliada Bahriye Mektebi'nin tarihsel süreç içerisinde geçirdiği değişim ve dönüşümlere arşiv belgeleri ve birinci el kaynaklar ışığında değinilmeye çalışılmıştır.

III. Selim Devri Siyasi Literatürüne Bir Katkı: Yeni Bir Layiha Üzerine Notlar

Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 275 · Sayfa: 75-146 · DOI: 10.37879/belleten.2012.75
Tam Metin
Bu makale, Nizam-ı Cedid hareketinin siyasi ajandasının tasvir edildiği devrin layiha literatürüne küçük bir katkı yapmayı amaçlamaktadır. Nitekim III. Selim döneminde kaleme alınan politik metinler, Osmanlı devlet adam­larının siyasi ve sosyal hayata bakışını şekillendiren perspektifi tahlil ede­bilme bağlamında önemli imkanlar sunmaktadır. Çalışmamıza konu olan layiha, Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi kitapları arasındadır. Bir müsvedde olduğu anlaşılan layihada, sosyal hayata dair çeşitli düzenlemeler ve bu hususta alınması önerilen tedbirler ile taşra idaresi, vergiler ve Os­manlı merkez teşkilatının yeniden yapılandırılması tartışmaya açılıyor. Sa­vunma merkezli düşünce yapısının bir yansıması olarak müellif, yeni bir ordunun kurulması ve kadim ocakların yeniden yapılandırılması konularına büyük bir önem atfetmektedir. Bunların yanı sıra Bab-ı Ali'nin takip etmesi gereken dış politika ve kurulması planlanan daimi elçilikler de İmparator­luğun savunmasında rol oynayan enstrümanlar olarak layihaya dahil edil­miştir. Makalede, öncelikle lll. Selim devrinde kaleme alınan siyasi metin­ler kısaca değerlendirilerek layihanın müellifi ve telif tarihi gibi önemli noktalar çözümlenmeye çalışılmıştır. Takiben layihanın içeriği, devrin siyasi literatürü ve kanunnameleri ile karşılaştırmalı olarak ele alınmış ve layiha­nın öngördüğü sosyo-ekonomik ve sosyo-politik düzen konusunda kısa bir değerlendirme yapılmıştır.

Kostaki Musurus'un Atina Sefareti ve Osmanlı-Yunan Diplomatik Krizi

Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 275 · Sayfa: 207-238 · DOI: 10.37879/belleten.2012.207
Tam Metin
Kostaki Musurus, Atina'ya elçi olarak tayin edildikten yaklaşık yedi yıl sonra 1847 senesinde Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında patlak veren diplomatik bir krize sebep olur. Yunan Kralı Otto'nun harb yaveri Albay Caratoss isimli bir şahıs Atina'daki Osmanlı elçiliğine gelerek İstanbul'a gitmek istediğini belirtir ve vize talebinde bulunur. Ancak adı geçen kişinin talebi, 1841 yılında Selanik, Tırhala ve Girid'de Osmanlı karşıtı eylemlerde başrolde olduğu gerekçesiyle geri çevrilir. Caratoss'un vize talebinin reddedilmesinden sonra Yunan Kralı, bütün diplomatik misyonun hazır bulunduğu bir baloda Osmanlı elçisini açıkça tahkir eder. Ardından hem elçi hem de Osmanlı yönetimi Yunan Devleti'nin özür dilemesini isterse de uzun bir süre beklenen talep yerine getirilmez ve iki ülke arasında önemli bir kriz ortaya çıkar. Arızi bir diplomatik mesele gibi görünse de gerçekte konu, bağımsız Yunanistan'ın ilanından itibaren bu ülkenin Osmanlı topraklarına doğru genişleme ideali -Megali idea- ile yakından bağlantılıdır. Her iki devlet de sorunun iç siyasete dönük önemini bildiklerinden iddialarından geri adım atmazlar. Nihayet Osmanlı idaresinin kararlı tutumu ve özellikle İngiltere'nin açık desteği, sorunun Osmanlı lehine çözümüne giden yolu açar.

19. Yüzyıl Sonlarında Osmanlı Devletinde Veteriner­lik Mesleği ile İlgili Bir Değerlendirme

Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 275 · Sayfa: 239-260 · DOI: 10.37879/belleten.2012.239
Tam Metin
Osmanlı Devleti'nde 16. yüzyıldan itibaren baytarname tarzı eserlerin kaleme alındığı görünmesine rağmen, veterinerlik öğretimi Avrupa'dan 80 yıl sonra 1842 yılında başlayabilmiştir. Veterinerlerin modern tarzda yetişti­rilmesi için Avrupa ile yakın ilişkilere girilmiştir. Bu çerçevede Avrupa'ya öğrenci gönderilmiş, Avrupa'da yazılan bilimsel kitaplar ve konu ile ilgili gazeteler yakından takip edilmiştir. Ancak yetiştirilen veterinerler harp ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle vilayetlerin ihtiyacını karşılayamamıştır. Bu­nun sonucu olarak da hayvanlarla ilgili yapılan sağlık kontrolleri eksik ya­pılmış ve bulaşıcı hayvan hastalıklarının yayılmasına engel olunamamıştır.