4009 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Bir Ayan Ailesi: Tavaslızadeler

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 273 · Sayfa: 447-470
Tam Metin
Devlet otoritesinin zayıflamaya başladığı XVII. yüzyıldan itibaren taşrada bazı şahıs ve ailelerin sivrilmeye başladığı görülür. Ayan adı verilen bu zümre, özellikle iltizam usulünde yapılan değişiklikten sonra daha da güçlenmeye başlar. Bunlar, voyvodalık ve mütesellimlik gibi vazifeleri yürütürken görevlerini kötüye kullanarak servet sahibi oluyorlardı. Bu ayanların, Anadolu'nun birçok yerinde olduğu gibi Rumeli'de de devleti uğraştırdığı görülmektedir. Menteşe Sancağında da ayanlar vardı. Bunlardan Tavas Kazasında bir aile Tavaslızadeler olarak anılmaktaydı. Tavaslızadeler, bugün artık Tavas'da yaşamamakla beraber, günümüze kadar ulaşan ailelerdendir. Bu makalede ailenin tarihi, devletle ilişkileri ve siyasi, içtimai ve iktisadi faaliyetleri ele alınmaktadır.

Derviş Paşazade Numan Bey'in Ayanlık ve Tersanecilik Faaliyetleri

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 273 · Sayfa: 387-406
Tam Metin
Derviş Paşa'nın soyundan gelen Numan Bey, İnegöl'ün Kulaca köyünde doğmuş, kısa sürede sülalenin en önemli şahsiyetlerinden biri haline gelerek kapıcıbaşılık, mirimiranlık ve tersane eminliği gibi önemli vazifelere getirilmiştir. Bu çalışmada Derviş Paşazade Numan Bey'in, bir ayan olarak devlete yaptığı hizmetler, başka ayanlarla yaşadığı mücadeleler ve III. Selim döneminde Osmanlı donanmasının yenilenmesi organizasyonunda bir tersane emini olarak faaliyetleri konusunda veriler sunulmaktadır. Çalışma, kaynakların da yetersizliği sebebiyle, Numan Bey'in hayatını tüm yönleri ile açıklama gayretinde olmayıp, onun yaptığı faaliyetler ile; ayanlık, Hudavendigar sancağı tarihi ve Gemlik'teki tersanenin işlevi hususunda bir kısım orijinal bilgileri ortaya koymayı hedeflemektedir.

Kırım Hanı Murad Giray'ın Adli Reformu

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 273 · Sayfa: 571-578
Kırım Hanı Murad Giray'ın (1089/1678-1094/1683) henüz saltanatının başlangıcında giriştiği adli reform teşebbüsü Kırım Hanlığı tarihinin girift hadiselerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Han tahta oturduktan hemen sonra adli işlerde, şeriatın yerine "Cengiz Töresi"nin esas alınmasını buyurdu ve kadıaskerlik makamını ilga ederek yerine "törebaşı"nı atadı. Ancak bu reformun devamı gelmemiştir: çok geçmeden Murad Giray, Türkler ile birlikte askeri harekâta katılmak için sultanın ordugâhına geldi. Burada Vani Efendi (V. D. Smimov'un deyimi ile tam bir vavsız evliya idi) adında biri hani bunun şeriata karşı yapılmış bir irtica hareketi olduğuna ikna etti.

Muhammed Kerim Yusuf-i Cemali, Zindegâni-i Şah İsmail-i Evvel (Bâ nigâreş ber hususiyat-ı cismi, ruhi, zovki, ahlaki, mezhebi ve revabıt-ı cı bâ düvel-i harici), (I. Şah Ismail'in Hayatı (Beden, Ruh, Zevk, Ahlak, Din Bakımından Özelliklerinin Tasviri ve Yabancı Devletler İle ilişkileri), İntişarat-ı Muhteşem

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 273 · Sayfa: 609-612
Merhum Prof. Dr. Faruk Sümer, 1976 yılında basılan Safevi devletinin kuruluşuna dair yazdığı eserine "Safevi Devleti'nin kuruluşu İslam ve Türkiye tarihinde mühim bir hadisedir. Bu hadisenin en mühim neticesi, İslam aleminin merkezinde yeni bir âlemin meydana gelmiş olmasıdır. Başlıca vasfı Şiilik olan ve İran'ı içine alan bu âlem, varlığını, bilindiği gibi, zamanımıza kadar devam ettirmiştir. Anadolulu Türklerin Safevi devletini kurmaları ve bu unsurun zor kullanarak Şiiliği İran'ın rakipsiz bir mezhebi haline getirmesi bugüne kadar ilim âlemince lâyıkıyle anlaşılmamış bir konudur" ifadesi ile başlamakta, "Safevi devletinin milli bir İran devleti olduğu görüşünün artık ciddi ilim adamları arasında pek taraftarı kalmadığını" belirterek, "Safevi devleti tarihinin bizim için taşıdığı ehemmiyet, bilhassa devleti kuran ve geliştiren unsurun Anadolulu olması ve bunlarla ilgili olarak kalabalık sayıda göçebe ve köylü Türk topluluklarının bu ülkeden İran'a göç etmeleridir" diyerek "devletin kurulduktan sonra da uzun zaman, bilhassa insan gücü bakımından Anadolu'dan beslendiği sonucuna" varmaktadır.

Daniel PANZAC, La Marine Ottoman: De l'apogee a la chute de l'Empire (1572-1923), CNRS Editions, Paris 2009, 537 pages. Osmanlı Denizciliği: İmparatorluğun Zirvesinden [Doruk Noktasından] Çöküşüne [Yıkılışına] (1572-1923), CNRS Editions, Paris 2009, 537 s. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 273 · Sayfa: 613-620
Daniel Panzac, edebiyat doktoru, üniversite profesörü (agrege de l'Universite) unvanlarına sahip bir bilim adamı olup, Fransa'da CNRS'te uzun yıllar araştırma müdürlüğü görevini yerine getirmiş, şu anda emekli olan bir Osmanlı imparatorluğu tarihçisidir. Yıllarca, Türk Tarihi konusunda önemli araştırmalara sahip Robert Mantran'ın çalışmalarını sürdürdüğü kurum olan Fransa'nın Aix-en-Provence'deki "Institut des Recherches et d'Etudes sur le Monde Arabe et Musulmane" adlı kuruluşta çalışmalarını sürdürmüş ve buradan emekli olmuştur. Kendisi derin tecrübesiyle Osmanlılar dönemi için çok sayıda önemli eserler vererek, Türk tarihi araştırmalarına önemli katkılar sağlamıştır. Hatta bu eserlerden biri, Türkçe'ye çok değerli meslektaşımız, genç yaşta hayatını kaybeden Prof. Dr. Serap Yılmaz tarafından "Osmanlı İmparatorluğu'nda Veba" adıyla kazandırılmıştır. Fransızca olarak Türkiye'de ISIS Yayınevi tarafından yayınlanmış "XVIII.-XIX. Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nda Nüfus ve Sağlık"' ve "XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nda Ticaret ve Denizcilik"' konulu eserleri de vardır.

Bir Çeviri Faciası

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 273 · Sayfa: 579-608
Tam Metin
Edmondo De Amicis gibi dünyaca meşhur bir İtalyan edibinin fevkalâde renkli, canlı ve zekâ dolu üslûbuyla kaleme aldığı Costantinopoli, İstanbul 1874 adlı eserinin İstanbul ile alâkalı seyahatnameler arasında çok mühim bir yeri bulunmakta ve içinde on dokuzuncu asrın İstanbul'u ile Osmanlı tarihi üzerinde zengin bilgiler verilen bu kitap doğrudan doğruya bizi alâkadar etmektedir. Bununla beraber seyahatname aradan bir asırdan fazla bir zaman geçtiği halde Fransızca, İngilizce, Almanca gibi dillere birçok defa çevrilmiş olmasına rağmen Türkçeye çevrilmemişti. Sadece merhum Reşad Ekrem Koçu'nun 1936 yılında bir gazetede yayımlanan ve 1938'de kitap haline getirilen 20-25 sayfalık çok kısa bir tercümesi bulunmakta idi. Eserin tamamının tercümesi İtalyanca aslı ile J. Colomb'un Fransızca tercümesi satır satır, kelime kelime karşılaştırılarak Prof. Dr. Beynun Akyavaş tarafından yapılmıştır.

İran'a Elçi Olarak Gönderilen Kesriyeli Ahmet Paşa'nın Sefaret Hazırlığı Ve Yolculuğu (1746-1747)

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 273 · Sayfa: 407-446 · DOI: 10.37879/belleten.2011.407
Tam Metin
1746 yılında Osmanlı ve İran devletleri siyasi, sosyal ve dini problemlerin çözümü için bir barış anlaşması yapmak üzere elçiler görevlendirmişlerdi. Osmanlı Elçisi Mustafa Nazif Efendi, barış için İran'a gönderilirken, İran Elçisi Fethi Ali Han İstanbul'a gelmişti. Osmanlı ve İran hükümetlerinin diplomatik görüşmeleri neticesinde anlaşmaya varılmıştı. Antlaşma maddelerinin teyidi ve onayı için birbirine eşit rütbede yeni elçilerin görevlendirilmesi gerekliydi. Osmanlı hükümeti anlaşmanın onaylanması için Sivas Valisi Ahmet Paşa'yı seçerken, İran hükümeti Mehdi Mustafa Han'ı görevlendirmişti. Osmanlı hükümeti, 1746 Ekimi'nde İrana gidecek elçinin hazırlığına başlamıştı. Hazırlık çalışmaları; elçilik heyetinin seçilmesi, görevlilere bahşiş ve ücret ödenmesi, mehterhane malzemesi, hediye ve yiyecek tedariki, nakliye vasıtalarının düzenlenmesi şeklinde gerçekleşmişti. Elçilik heyeti 1747 Ocağı'nda törenle İstanbul'dan ayrılarak Anadolu orta-kolu üzerinden İran'a doğru yola çıkmış, 30 Mayıs 1747'de Bağdat'a varmıştı. 27 Haziran'da diplomatik teamüller gereği Osmanlı elçisi Hamedan'a, İran elçisi ise Bağdat'a doğru yola çıkmıştı. Ancak 19 Haziran'da İran'da çıkan karışıklıklar ile Nadir Şah öldürüldüğünden, Osmanlı elçisi Bağdat'a dönerken, İran elçisi Bağdat'a kalarak İstanbul'a gidememişti. Nadir Şah'ın ölümünden sonra İran'da meydana gelen taht mücadeleleri nedeni ile Osmanlı ve İran elçileri uzun süre Bağdat'ta ikamet etmişlerdi. Osmanlı elçisi 1748 yılında Bağdat'ta vefat ederken , İran elçisi 1752 yılında taht mücadelesi için İran'a geçmişti. Osmanlı Devleti, İran'daki taht mücadelelerine karışmadığı gibi, imzalanan anlaşmaya sadık kalmaya çalışmıştı.

Turfan Uygurlarında Ceza Hukukuyla İlgili Uygulamalar

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 273 · Sayfa: 337-360 · DOI: 10.37879/belleten.2011.337
Tam Metin
Orta dönem yerleşik Türk kültürünün en güçlü temsilcisi olan Turfan­-Uygur toplumunda, bugün çok sayıda sivil belge ile tanıklayabildiğimiz devlet ile şahıslar arasındaki hukuki süreçlerin ilginç bir yönünü de ceza hukukuna dair uygulamalar oluşturmaktadır. Ticari, idari, sosyal ve ailevi işler ile devlete karşı olan yükümlülüklerle ilgili işler gibi çeşitli muameleleri içeren sivil belgelerde, anlaşmanın türüne göre, anlaşma hükümlerini korumaya yönelik cezai müeyyideler bulunmaktadır. Yine işlenen cürmün niteliğine göre verilen ölüm, dayak, para, mal veya yasa cezaları gibi uygulamalarda dikkati çeken en önemli husus cezalandırmanın devlet elinde olmasıdır. Merkezi otoritenin güçlü olduğu devletlerde ceza daima devletin kontrolünde olmuştur. Uygur ceza hukukunun temel kaynağı olan yasa veya kanunnameler günümüze kadar ulaşmamıştır. Ancak Uygurlara ait sivil belgelerde ceza hukukunun dayandığı resmi veya örfi kanun ile ilgili bazı ipuçları tespit etmek mümkündür. Bu makalede, belgelerde geçen cezai uygulamaların sistematiği, ilgili terimleriyle birlikte ortaya konularak, Uygur ceza hukukunun kaynaklarına, diğer eş zamanlı Türk ve yabancı kaynaklar (Çin, Moğol) temelinde değinilerek, hukuki sürecin devlet ve toplum düzeyindeki işleyişine ve bunun dilde yarattığı kavram zenginliğine bakılacaktır.

1862 Karadağ Askeri Harekatı ve Sonuçları

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 273 · Sayfa: 503-544 · DOI: 10.37879/belleten.2011.503
Tam Metin
XIX. yüzyıl ortalarına kadar dünyada birkaç seyyah dışında kimsenin ilgilenmediği dağların vahşi insanları Karadağlılar, Paris Barış Antlaşması'nı takip eden günlerde birden bire uluslararası gündeme dahil oldular. Karadağlılar bağımsızlık ve sınırlarını genişletmek istediklerini açıkça tüm dünyaya ilan ettiler. Fakat önlerindeki en büyük engel bağlı oldukları Osmanlı Devleti idi. İstekleri kabul edilmeyen Karadağlılar, kendilerine verilmeyen bağımsızlığı zorla almaya kalktılar. 1857'den beri Bosna Hersek'te ortaya çıkan isyanları kullanarak durmaksızın Osmanlı topraklarına akınlar yaptılar. Buna karşı Osmanlı Devleti, Paris Barış Antlaşması'ndan sonra oluşan olumlu havayı yıkmak istemediğinden binlerce insanın hayatına mal olan bu saldırılara karşı gerekli önlemleri almadı. Ancak 1862'ye gelindiğinde Karadağ'a bir operasyon yapılmadan olayların durulmayacağı ortaya çıktı ve nihayet Karadağ"a girildi. Her zaman olduğu gibi Batılı büyük güçler olaylara müdahale etti ve Osmanlı Ordusu Çetine'ye 16 kilometre uzaklıkta durduruldu. İki taraf arasında sınırların konsoloslar tarafından belirlendiği ve hiçbir zaman uygulanamayan İşkodra Antlaşması imzalandı. Karadağ Harekatı ve sonrası, bu yüzyılda Osmanlı Devleti'nin büyük devletlere dayanarak politika üretmesinin hem tipik bir örneği hem de bu politikanın iflasının güzel bir örneğidir. Ancak Osmanlı Devleti, Berlin Kongresi'ne kadar bu politikayı ısrarla sürdürecek ve acı bedeller ödemek zorunda kalacaktır.

The Dutch in the Levant: Trade and Travel in the Seventeenth Century

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 273 · Sayfa: 373-386 · DOI: 10.37879/belleten.2011.373
Tam Metin
Although Dutch connections with the Levant, especially in terms of pilgrimages to the Holy Land, and also within the context of the Crusades, may go back to the Middle Ages and perhaps even before, it was from the late sixteenth century onwards that these connections took a dramatic turn and were fully developed. Despite the political, economic, administrative and military problems with Spain after the 1560s, historically termed as the Eighty Years War (1567-68 to 1647-48), the States General of the Dutch Republic prudently took courageous steps and put in place sober policies to establish diplomatic relations with the Ottornan Empire and become a major player in the so-called "riches trade" with the Levant. Indeed, the Republic and the Ottoman Empire were both enthusiastic about forging their cooperation for mutual interests, and, from 1612 onwards, when the first Dutch diplomatic mission was set up in lstanbul, the Dutch primacy in the Levant was consolidated. Dutch merchants were granted by the Ottoman government special privileges and exemptions (i.e. the "capitulations") and, thus, strongly competed with, and even outplayed, other European trade colonies, especially the English, in the Levant. Along with the development of Dutch trade with the Ottoman Empire, there also began Dutch travels to the region. Among the early Dutch travellers, especially Cornelis de Bruijn (1652-1727), who stayed in Izmir and Istanbul for nearly three years (1678-1681) is of particular interest.