4034 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
- Türk Tarih Kurumu 4034
Yazarlar
- Salâhi R. Sonyel 45
- TAHSİN ÖZGÜÇ 43
- ARİF MÜFİD MANSEL 42
- SEMAVİ EYİCE 40
- Mahmut H. Şakiroğlu 38
- İ. HAKKI UZUNÇARŞILI 37
- U. BAHADIR ALKIM 36
- İlber Ortaylı 32
- AYDIN SAYILI 31
- Mücteba İlgürel 31
Anahtar Kelimeler
- Tarih 338
- Osmanlı 273
- Osmanlı İmparatorluğu 173
- Türkiye 148
- Osmanlı Devleti 139
- Türkler 137
- Anadolu 132
- Ottoman Empire 114
- Mustafa Kemal Atatürk 103
- Ottoman 100
Bakü Tarih Müzesi'nde Bulunan Tasvirli İki Mezar Taşı
Höyük · 2012, Sayı 5 · Sayfa: 93-100 · DOI: 10.37879/hoyuk.2012.19ALİ AKYILDIZ, Sürgün Sefir Sadullah Paşa Hayatı, İntiharı, Yazıları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011, 488 s. [Kitap Tanıtımı]
Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 953-958
Özet
Tarihçi Ali Akyıldız, Sürgün Sefir Sadullah Paşa Hayatı, İntiharı, Yazıları adlı kitabıyla önemli bir Tanzimat paşasının birinci elden malzemeye dayanarak biyografisini yazmıştır. On dokuzuncu yüzyılın en karışık dönemlerinde bürokrasinin içinde bulunan bir yandan sarayda padişahın yakınında çalışırken bir yandan da Genç Osmanlılara yakınlık duyan, bir ikilemi yaşayan Sadullah Paşa Lamartine'den manzum olarak çevirdiği "Göl" şiiri ve on dokuzuncu yüzyıla kasidesi olan "On Dokuzuncu Asır" şiiri ile edebiyat araştırıcılarının hiçbir zaman ihmal edemedikleri bir şahsiyet olmuştur. Ancak onun hakkında bilinenler fazla değildir. 18 Kasım 1838'de babasının görevli olduğu Erzurum'da doğan, 18 Ocak 1891'de Viyana'da ölen Sadullah Paşa sadece bir bürokrat değildi. Edebiyatla da uğraşan bu bürokratın az çok bilinen hayatının sakladığı trajik olayları zamanla öğrendikçe, çok az sayıdaki yazısıyla edebiyat tarihine girmeyi başaran bu şahsiyete karşı duyduğum ilgi artmış ve bir ara üzerinde çalışmak istemiştim. Paşanın intihar' ile, İstanbul'daki Sadullah Paşa yalısında onu hasretle bekleyen eşinin çıldırmasına rağmen onu beklemeye devam etmesi, oğlunun intihar, hayatının kendi şahsıyla ilgili trajik olaylarıydı ve bunlar batı; sürecindeki Osmanlı Devleti'nde vuku buluyordu Zaman zaman önünden geçtiğimiz, bir ara sanat faaliyetlerine açılan bahçesinde konser dinlediğimiz, içini gezdiğim bu yalıda, kim bilir neler geçmiş olduğunu, Boğaziçi'nin dillere destan mehtap alemlerinde burada ne tür çilelerin doldurulduğunu hep hayal etmiştim. Emel Esin, Münevver Ayaşlı'da belgeler olabileceğini söylediğinde kendisi aramış ve bu belgelerin artık onda olmadığını öğrenmiştim. Belgelerin korunması konusunda kurumlaşamamanın zararları, meslek hayatımın sonraki yıllarında, her adımda karşıma çıkmıştı.
Peyvend-i Siyaset ve Ferheng der Asr-ı Zevâl-i Timurlyân ve Zuhur-i Safevlyân
Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 971-974
Özet
Seferleri ve zaferleri sonunda Timur'un şöhreti bütün dünyada yayılarak, asırlarca bir dehşet siması ve efsanevi bir kahraman olarak yaşadı. Evet o, göçebe fatihlerin sonuncusudur. Fakat bazı tarihçilerin ifade ettiği gibi, sadece bir eşkıya çetesi reisi veya ele geçirdiği şehirleri yakıp yıkan, insan kellelerinden minareler diktiren bir fatih mi idi? Timur'un gayesi mümkün olduğu kadar ve hattâ kabilse o zamanın dünyasını hakimiyeti altına almaktı. Zamanın tarihçilerinden biri olan "bütün dünya iki hükümdarı n sahip olacağı kadar değerli değildir" sözünü isnad etmektedir. Tahripkarlığına rağmen o, aynı zamanda imarcı idi. Onun zamanında muhteşem bahçeler ve binalar yaptırılmış, yeni yerleşme yerleri kurulup, sulama kanalları açtırılmıştı. Bilindiği üzere İran, Orta Asya ve Hindistan'da İslam mimarisinin en parlak devri Timur ve haleflerinin adı ile sıkı sıkıya bağlıdır. Timur, ticaretin devlet için en büyük gelir kaynağı olduğunun farkındaydı. Ana dili olan Türkçeden başka Farsçayı da biliyordu. Edinmiş olduğu tarih bilgisi ile meşhur İbn Haldun'u bile hayretler içinde bırakmıştı.
ğerbo Rastoder, Crna Gora i velike sile, Zavod za ucrZbenike i nastavna sredstv
Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 959-970
Özet
Karadağ Üniversitesi Felsefe Fakültesi Tarih-Coğrafya bölümü öğretim üyeleri Prof. Dr. Serbo Rastoder ve Prof. Dr. Zivko M. Andrijasevic'in birlikte hazırladıkları Crna Gora i velike sile (Karadağ ve Büyük Güçler) başlıklı kitap Podgorica'da 2006 yılında yayınlanmıştır. Yazarlar Hakkında: Prof. Dr. Serbo Rastoder, 19. ve 20. yüzyıllarda Karadağ tarihi ve Yugoslavya tarihi; tarih araştırmalarında metodoloji ve tarihçilik üzerine çalışmalar yapmakta ve çeşitli bilimsel kuruluşlarda ve üniversitelerde (Karadağ Üniversitesi Uluslararası Araştırmalar Merkezi, Karadağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi Siyaset Bilimi Bölümü, Tuzla Üniversitesi Felsefe Fakültesi Tarih Bölümü, Nikşiç Felsefe Fakültesi Tarih Bölümü) bu konularda dersler vermektedir. Çeşitli bilimsel enstitü veya merkezde asli üyeliği ve yönetim kurulu üyeliği bulunmaktadır. Pek çok monografik eserin bizzat ya da müşterek yazarıdır. Farklı konularda 100'lerle ifade edilen bilimsel çalışması bulunmaktadır. Sadece iki ansiklopedide ("Enciklopedia Crne Gore" ve "Crnogorska enciklopedia") yayınladığı madde sayısı 150'nin üzerindedir.
Kırım'da ve İdil-Ural Bölgesinde Açlık ve Türkiye'den Giden Yardım (1921-1922)
Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 881-952
Özet
Tam Metin
1921-1922 yıllarında Sovyet Rusya'da benzeri görülmemiş ölçüde tahripkar bir açlık yaşandı. Toplam yaklaşık 10 milyon insanın hayatına mal olan bu korkunç felaketin kurbanları arasında İdil-Ural bölgesinin ve Kırım'ın Türk halkları da bulunmaktaydı. Bu bölgelerden gelen âcil yardım çağrıları, o sırada bizzat kendisi son derece zor bir dönemden geçmekte olan Türkiye'de büyük yankı buldu. İstiklâl Harbi'nin en kritik aylarında Anadolu'da Kırım'a ve İdil-Ural bölgesine yardım maksatlı geniş çaplı bir kampanya düzenlendi. Ankara hükûmetinin Büyük Taarruz'u başlatmış olduğu günlerde Türkiye halkı Kırım ve İdil-Ural bölgesindeki aç kardeşlerine mütevâzi, ancak çok mânâlı yardım gönderdi.
İslâmî Yazmalara Adanan Bir Ömür: Prof. İrec Afşar (1925-2001)
Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 975-978
Özet
İran'ın dil, tarih, edebiyat ve kültür alanlarında yetiştirdiği en büyük ilim adamlarından Prof. İrec Afşar 9 Mart 2011 Çarşamba günü Tahran'da vefaat etti. İran tarihi araştırmacıları, yayınladığı iki yüzün üzerinde ana kaynak ve iki binin üzerinde makale ile Prof. Afşar'ın İran tarihi ve kültürüne nedenli önemli katkılarda bulunduğunu gayet iyi bilirler. O, Mirzâ Muhammed-i Kazvini, Seyyid Hasan Taki-zâde, Nefisi, `Abbâs İkbâl, Muctebâ Minovi ve Muhammed Taki Dânişpejuh gibi İran dili, edebiyatı ve tarihinin büyük araştırmacılarının son temsilcilerindendi. Prof. Afşar 16 Mihr 1304/8 Ekim 1925 tarihinde muhtemelen XVI. yüzyılda İran'ın Yezd şehrine göç eden Afşar Türklerine mensup olan Dr. Mahmud Afşar ile Nusret Afşar'ın oğlu olarak Tahran'da dünyaya geldi.
İslâmî Dönemde (638-1099) Filistin'e Yahudi Göçü ('Aliya: עלייה)
Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 641-690 · DOI: 10.37879/belleten.2011.641
Özet
Tam Metin
'Aliya, Yahudilerin kalıcı olarak yerleşmek amacıyla bir bölge ya da ülkeden Filistin'e yaptıkları göç anlamına gelmektedir. 1948 yılında kurulan İsrail Devleti, XIX. yüzyıldan itibaren siyasi Siyonizm hareketiyle teşvik edilen bu göçler sonucu ortaya çıkmıştır. Elinizdeki araştırmada modern dönem öncesinde, fethinden Haçlı işgaline kadar İslami dönemde (638-1099), Yahudilerin Filistin'e göçleri ve bu göçlerdeki etkenler üzerinde durulmuştur. Araştırılan zaman diliminde Yahudilerin, modern dönemlerdeki Siyonist gayelerle yaptıklarına benzer şekilde Filistin'e göç etmeleri süz konusu olmamıştır. Müslümanların iyi muamelesi, Yahudileri modern dönemlerdeki gibi herhangi bir yurt arayışına sevk etmemiştir. Hac, kutsal mekanları ziyaret ya da bu mekanlara yakın yerlerde yaşamak gayesiyle göç eden Yahudiler olmakla beraber, bu dönemde Filistin'e Yahudi göçündeki temel etken ekonomiktir. Miladi X. asırdan itibaren doğu İslam dünyasında siyasi ve sosyo-ekonomik düzenin bozulması sebebiyle meslek sahibi pek çok Yahudi batı İslam dünyasına (Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika), bu arada Filistin'e de yerleşmiştir. Bu dönemde Filistin'e Yahudi göçünü teşvik eden yegane mezhep Karailiktir. Karailer mesihin gelişini hızlandırmak için müntesiplerini Filistin'e göçe teşvik etmişlerdir. Aynı dönemlerde Yahudilerin çoğunluğunu oluşturan Rabbani/Ortodoks Yahudilerde ise bu amaçlı bir göç hareketi mevcut değildir.
Haçlı Seferleri Döneminde Din Değiştirme Vakaları
Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 691-718 · DOI: 10.37879/belleten.2011.691
Özet
Tam Metin
Haçlı Seferleri, II. Urbanus'un 1095'de Clenrmont'ta yaptığı Hıristiyanlığın merkezi Kudüs'ün kurtarılması ve doğulu Hıristiyan kardeşlere yardım parolasıyla başlamıştı. Ancak bu dini temele karşın seferlerin başlangıcı Avrupa'da cereyan eden iktidar savaşları, buna bağlı olarak bozulan sosyal-ekonomik düzen ve papalığın dünyevi iktidar hırsı ile alakalıdır. Çalışmamızın konusunu teşkil eden seferler sırasında gerçekleşen din değiştirme vakaları da tamamıyla bu nedenlerin dışa vurumudur.
Evrenos Bey'in Kökeni Hakkında Tartışmalar ve Yeni Bir Değerlendirme
Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 745-768 · DOI: 10.37879/belleten.2011.745
Özet
Tam Metin
Osmanlı Devleti'nin en önemli uc beylerinden olan Evrenos Bey hakkında hazırladığımız makalede Bizans ve Osmanlı kaynaklaırı karşılaştırmalı olarak kullanılmış ve şimdiye kadar Evrenos Bey hakkında yapılan bütün çalışmalardan bahsedilmiştir. Özellikle de kökeni hakkında yapılan yorumlar, kaynaklarının bize sağladığı bilgiler doğrultusunda tartışılmıştır. XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rumeli fetihlerinde büyük rol oynayan Evrenos Bey, Osmanlı Devleti'nin Balkanlara geçiş ve yerleşme sürecinde tarih sahnesine çıkmış bir akıncı beyidir. İstisnasız bütün erken dönem Osmanlı kaynaklarında, Evrenos Bey'in askeri başarılarından bahsedildiği görülür. Özellikle XIV. yüzyılın ikinci yarısı boyunca yapılan bütün Rumeli fetihlerinde onun önenıli roller üstlendiği açıkça anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Evrenos Bey'den bahsetmeden "Erken Osmanlı Tarihi" veya bir "Balkan Tarihi" yazmanın mümkün olmadığı açıktır. Üstelik Osmanlı tarihinin en önemli şahsiyetlerinde biri olması nedeniyle araştırmacıların ilgisini çekmiş, önemi vurgulanmış, hatta biraz popülarize dahi edilmiş bir tarihi kişilik olarak değerlendirilmiştir. Bunları incelediğimizde esasında Evrenos'un etnik köken tartışmalarının Osmanlı Devleti'nin kuruluş teorilerinden bağımsız olmadığı anlaşılmaktadır. Özellikle Evrenos Bey'in oğlu İsa Bey'in H. 861 ( 1457) tarihli Selanik vakfiyesinde ( 1902-1903'te tecdid edilmiştir) babasının ismi "Pranko Lazarat" olarak şimdiye kadar karşılaşmadığımız bir şekilde geçmektedir. Dolayısıyla şimdiye kadar lakabı olarak bilinen Pranko adının İsa Bey'in ismi olduğu düşünülebilir. Aynı belgede Evrenos Bey'in isıninin ilk defa "Evraniz/Avraniz" şeklinde karşımıza çıkması da ilginçtir. Türkçe okuma kolaylığı sağlayan ilk sesli harfi çıkardığımız zaman Bizans kaynaklarındakine ve mezar kitabesindekine benzer şekilde karşımıza çıkan Vraniz adı, bu gün hala Slav kökenli halklar arasında yaygın olarak kullanılan Vranis/Vranes ismini karşımıza çıkarmaktadır. Elbette bu kayıttan hareketle Evrenos Bey'in bir Sırp olduğu iddia edilemez. Ancak kaynakları yeniden gözden geçirerek erken dönem Osmanlı tarihinin en önemli isimlerinden biri olan Evrenos Bey'in kökenine dair yapılan yorum ve tartışmalara yeni bir boyut kazandırdığımız inancındayız.
Mucit ve Devlet: Son Dönem Osmanlı Dünyasında Mucitler
Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 783-814 · DOI: 10.37879/belleten.2011.783
Özet
Tam Metin
Sanayi devriminin gerçekleşmesi ile birlikte bütün dünyada yeni bir şeyler üretme peşinde koşan insanların sayısında hissedilebilir bir artış yaşandı. Sanayi devriminden evvel mucit yok değildi, ancak onları devrim sonrasındaki kadar şevk ve gayretle çalışır bir vaziyette görmek mümkün olmamıştı. Bu gelişme, ne kadar kendisini kesintisiz bir teknolojik ilerlemenin içerisinde görmek isteyen sanayi evriminin bir neticesi ise modern sanayinin ilerlemesi de bu evrimden sonra uyandırılan bir mucitler dünyasının eseridir. Bundandır ki sanayi, teknoloji ve icat birbirinden ayrılmayacak kadar iç içe geçmiş üç kavram halini almışlardır. Peki, bu kavramlar arasındaki bağlantı Osmanlı cephesinde anlaşılmış mıdır? Gerçek manada bir sanayi devrimi gerçekleştirilememiş olan Osmanlı coğrafyası kabuk değiştiren bu yeni dünyanın neresindedir? Orada olup bitenlerden haberdar mıdır? Kendi mucitler muhitinin oluşabilmesi için özel bir çaba sarf etmiş midir? Mucitlerin devletten bekledikleri ilgi ve desteği bulabilmeleri aşamasında üzerine düşeni her zaman yerine getirebilmiş midir? Öte taraftan, Osmanlı coğrafyasında gezinen yerli ve yabancı mucitler ne tür icatlar geliştirmişlerdir? Özellikle yerli mucitler icatlarına vücut verirken devlet ve toplum hayatının gereksinimlerini de göz önünde bulundurmuşlar mıdır? Yoksa sadece zihin ve hayal dünyalarındaki imgelerin etkisinde mi kalmışlardır? İşte bu çalışma Osmanlı arşiv vesikaları ışığında söz konusu sorulara (tam manasıyla olamayacak olsa da) imkanlar dahilinde ve makul bir çerçevede bazı cevaplar üretebilme ümit ve gayesine hasrolunmuştur.