16 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Mevlana
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

ABDULLAH BOSNEVÎ’NİN ŞERH-İ CEZÎRE-İ MESNEVÎ’SİNDEKİ DİNLEME İLE İLGİLİ BÖLÜMÜN İNCELENMESİ

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2023, Sayı 75 · Sayfa: 101-130 · DOI: 10.32925/tday.2023.97
Tam Metin
Bilindiği gibi Mevlanâ Celaleddîn-i Rûmî (öl.1273) Mesnevî’sini dönemin teamüllerine uyarak Farsça kaleme almıştır. Hem yazıldığı dönemde hem de sonraki yüzyıllarda Farsça bilmeyenler tarafından yeterince anlaşılmadığı için eserin Türkçeye çok sayıda tercüme ve şerhi yapılmıştır. “Cezîre-i Mesnevî” de Mevlevi büyüklerinden Yûsuf Sîneçâk (öl.1546) adlı mutasavvıf bir şahsın eseridir. Cezîre-i Mesnevî toplam üç yüz altmışaltı beyit olup Mevlânâ’nın Mesnevîsinden yapılan antolojik bir seçkidir. Sîneçâk’in eseri değişik zamanlarda farklı kişilerce şerh ve izah edilmiştir. Eseri Abdullah Bosnevî (öl.1644) ve İbrahim Cevrî (öl.1654) manzum olarak, İlmî Dede (öl.1611), Abdülmecid Sivasî (öl.1639) ve Şeyh Gâlib (öl.1799) de mensur olarak şerh etmiştir. Bosnevî’nin şerhi toplam 9097 beyit olup 1628’de tamamlanmıştır. Mevlânâ’nın Mesnevî’si “bişnev/dinle” hitabıyla başlamaktadır. Dolayısıyla hem Sîneçâk hem de Mesnevî şârihleri “dinleme” konusu üzerinde özellikle durmuşlardır. Abdullah Bosnevî, dinleyicilerin anlayış kıtlığı veya anlayışsız dinleyiciler diye Türkçeye tercüme edebileceğimiz “Der beyân-ı bî-derkî-i müstemi‘ân” başlıklı sekiz beyitlik bölümde kıt dinleyicilerin özellikleri ve dinleme adabı hakkında önemli dersler vermektedir. Şair, konuşmacı ve dinleyicide bulunması gereken özellikleri açıklamakta, söz ve sohbet adabını izah etmektedir. Bu çalışmada Abdullah Bosnevî’nin Şerh-i Cezîre-i Mesnevî adlı eserinin bazı bölümleri yeniden okunmuş ve incelenmiştir. Özellikle eserin dinleme ile ilgili önemli bilgiler ihtiva eden bölümü eserin yazma nüshalarına da müracaat edilerek yeniden okunmuştur. Şerh-i Cezîre-i Mesnevî’nin 119 beyitten oluşan konumuzla ilgili bölümünün dil içi çevirisi yapılıp beyitlerin karşısına yazılmıştır. Metinlerle ilgili değerlendirmeler yapıldıktan sonra sonuç ve kaynakça bölümü yazılarak çalışma tamamlanmıştır.

Türk Halk Müslümanlığında Miraç Algısı

Erdem · 2021, Sayı 80 · Sayfa: 89-110 · DOI: 10.32704/erdem.948901
Türklerin İslamiyet öncesi döneme ait inançları ile İslamiyet sonrası inançlarının harmanlanmasından oluşan halk Müslümanlığından söz edilmektedir. Halk Müslümanlığının sosyal tarihi bütün milletlerde benzer şekilde olagelir. Miraç ise, İslam dünyasının kutsal gecelerinden biri olarak kabul edilir. Miraç Kur’an’da ana hatlarıyla verilir. Tefsir, hadis ve siyerlerin yanı sıra edebiyata ve sanata yansıyan miraçla ilgili çok zengin bir külliyat mevcuttur. Miracı sadece bir rüyaya bağlayan ilahiyatçılar olduğu gibi, Peygamberin bedenen ve kısa bir zaman içinde olağanüstü bir mucize gerçekleştirdiği yönünde farklı kabulleri olan bilim insanları vardır. Burada farklı görüşler bir yana bırakılmış, Türklerin miraç içine dâhil ettikleri olağanüstülükler ele alınmıştır. Miraç gibi muhteşem bir olay Türk Müslümanlığını derinden etkilemiştir. Eski inançlar, miraç aşamaları içine yerleştirilir. Mevlâna, Hacı Bektaş-ı Veli ve Hz. Ali gibi dini; Satuk Buğra Han gibi devletli şahsiyetler aracı kişiler olur. Bu isimlerin kültür tarihindeki saygın yerleri, miraç anlatılarına da taşınır. Bu aracı kişiler hakkında anlatılanlar çoğu zaman sorgulanmaz. İslam inancı içinde varmış gibi kabul edilir. Hz. Muhammed miraç yolunda cenneti, cehennemi görür, yedi kat gök çıkar ve her bir gök katında bir peygamberle görüşür. En sonunda Allah’la olan buluşmaları anlatılır. Bu çıkış aşamalarının içinde hiçbir dini kaynakta yer almayan görüşmelerin yapıldığına şahit olunur. Bunlar arasında sırayla Mevlâna, Satuk Buğra Han, Hacı Bektaş-ı Veli’nin “Besmele Şerhi,” adlı eseri ve Alevi kültüründeki “Kırklar Cemi”nin kutsal öyküsü sayılabilir. Biri mutasavvıf, biri hükümdar, biri Hz. Ali olmak üzere miraçta Peygamberin gördüğü şahsiyetlerdir. “Besmele Şerhi”nde Hacı Bektaş-ı Veli, Peygamber ile yaratan arasındaki buluşmaların ve konuşmaların ayrıntılarını verir. Bu görüşmeler dini olmanın yanında mitolojik kökenlerle içi içe girmiştir. Ruhu dünyaya inmeden önce miraçta, Peygamber Ebubekir soyundan bir gelecek olan Mevlâna’yı görür. Onun dış görünüşü ve adı ayrıntıları ile anlatılır. Dokuzuncu gök katı İslam öncesi inançları ile örtüşür. Satuk Buğra Han, atlı ve savaşçı görünümüyle miraçta boy gösterir. 330 yıl sonra dünyaya gelecek olan ruhun Türkistan diyarına İslamiyet’in yayılacağı anlamına gelir. Türklerin İslam’a yönelmelerinde ve geçişlerinde efsanevî tarihin önemli bir yeri bulunur. Hacı Bektaş-ı Veli’nin pedagojik bir tavırla anlattığı eserinde, Peygamberin ağzından farklı renkte çıkan üç kuştan söz edilir. Kuşlar Peygamberin ağzından sırayla çıkar, büyür, denize dalar, su sıçratır; damlalarındaki nurlardan melekler yaratılır. Besmelenin önemi anlatılırken bir yandan da halkın anlayacağı örnek ama mitik evrenden yararlanılır. Kırklar Cemi Alevi kültürünün en önemli ayin-i cem öyküsüdür. Miraçta Peygamber bir aslan görür. Bu aslana yol vermesi için fırlattığı yüzüğü, kırklar ceminde Ali’nin parmağındadır. Sünni kültürdeki gibi, Alevi kültürünün efsanevî tarihi mitik unsurlarla bezenir.

Mevlânâ ve Resim: Gürcü Hatun’un Kayseri Yolculuğu ve Ressam ‘Aynü’d-Devle-i Rûmî

Erdem · 2009, Sayı 54 · Sayfa: 111-126
Tam Metin
İslâm'ın güzellik ve estetiğe verdiği önem bu dinin kaynağı olan Kur'ân ve hadislerle ortaya konmuştur. İslâm'ın ilk yıllarında putperest anlayışa bağlı olarak kutsal unsurlar sunan resim ve heykele karşı ciddî ve tarihsel olarak haklı bir muhalefet mevcuttu. Bu muhalefet sanat anlamında resim ve heykele değil; bizzat resim ve heykelin ibadet maksadıyla kullanılmasınadır. Mevlânâ'nın kendi resmini yaptırması ise Sufî geleneğin kapsayıcı dünya görüşü ile sanat tasavvurunun yerel formlarla ve tarihsel kodlarla yeniden inşa edilmesi olup, bu noktada da Mevlânâ kırılma noktasındaki bir şahsiyettir. Mu'ineddîn Süleyman Pervâne Kayseri'de Selçuklu idaresinde görevlidir. Eşi Gürcü Hatun da onun yanına gidecektir; ama Mevlânâ'ya olan manevî bağlılığından dolayı Konya'dan ayrılmak istemez. Ayrılık kederini azaltmak için bir çare düşünür ve sarayın ressamı olan Aynüddevle'yi birkaç memur ile beraber Mevlânâ'nın portresini çizmek için ona gönderir. Sanatçı, Mevlânâ'nın resmini çizmeye başlar; ama resimdeki ile Mevlânâ'nın kendisi arasında oldukça büyük farklılık vardır. Çizmeyi yirmi defa tekrarlar ve sonunda kalemlerini kırıp dışarı çıkar. Daha sonra Aynüddevle yaptığı resimleri Gürcü Hatun'a teslim eder. Bu resimler, Selçuklu sarayının damgalı kâğıtları üzerine çizilmiştir. Şu ana kadar bu eserlerin orijinali bulunamamıştır. Bu araştırmamızda; Mevlânâ'nın portresi olduğu iddia edilen altı eseri ele alıp hiçbirinin orijinal olmadığını ilmî gerekçelerle ortaya koymaya çalıştık.

Birlik Denizinde Kaybolmanın Zamanı

Erdem · 2008, Sayı 50 (Doğumunun 800. Yılında Mevlânâ Özel Sayısı) · Sayfa: 15-26
Turgay Nar, 1990 sonrası yazdığı oyunlarıyla Türk tiyatrosunda dikkat çeken yazarların başında gelmektedir. Tiyatrolarında daha çok toplumsal sorunları ele alan yazar, Türk kültürünün zengin kaynaklarından da beslenerek felsefi-tasavvufi-mistik bir birikimden de yararlanır. Turgay Nar'ın Mevlânâ'nın çıktığı içsel yolculuğu anlattığı Can Ateşinde Kanatlar (Mevlânâ) (2000) adlı oyunu da bunlardan biridir. Bu eserde yazar, Mevlânâ'yı merkeze alarak Hallâc-Mansûr, Ömer Hayyam, Feridüddin Attar, Yunus Emre, Şirazlı Hafız, Seyyid Nesîmî gibi tasavvuf ehli kimseleri ve Zerdüşt, Hititli Yontucu, Menocchio gibi farklı dine mensup olmakla birlikte aynı özü taşıyan kişileri, hümanist bir felsefe etrafında bir araya getirir. Tasavvuftaki "tayy-ı zaman" ve "tayy-ı mekân" anlayışından da yararlanan yazar, Mevlânâ'nın zamanından geçmişe ve geleceğe uzanırken; farklı mekânları da mekânsızlıkla birleştirir. Böylece Mevlânâ öğretisindeki evrenselliğin, kişi, zaman ve uzam boyutunda da yakalandığı bir eser ortaya koyar.

Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi

Erdem · 2008, Sayı 50 (Doğumunun 800. Yılında Mevlânâ Özel Sayısı) · Sayfa: 27-50
Anadolu coğrafyası 11. yüzyılın sonlarından itibaren yeni bir kültür ve inancın ev sahipliğini yapmaya başlamıştır: Türk kültürü ve İslamiyet. Türklerin İslamın birçok unsurlarını kabullenişlerinde Araplardan önce Acemler etkin olmuşlardır. Türkler Anadolu'ya yerleştikten sonra bu coğrafyanın egemen devleti, içinde barındırdığı diğer unsurların koruyucusu ve kollayıcısı, Anadolu ise bir barış ve kardeşlik coğrafyası olmuştur. Çalışmamızda, Mevlana'nın anadoludaki bu barış ve kardeşlik ortamının oluşmasında üstlendiği misyonu ayrıca günümüzde de bir değer olarak kabul edilen ve tüm unsurları etkileyen hoşgörüsünü, fikirlerini ve dünya görüşünü irdeleyeceğiz.

Mevlana’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma

Erdem · 2008, Sayı 50 (Doğumunun 800. Yılında Mevlânâ Özel Sayısı) · Sayfa: 1-14
Tam Metin
Mevlâna, en mükemmel varlık olarak yaratılan insana büyük değer vermiştir. Kendi özünün farkına varıp aslını idrâk eden insan, yüce Allah'ın huzurunda saygıyla eğilir ve başkalarının eksiklerini görüp kusurlarıyla uğraşmaz. Mevlâna, bilgelik, sevgi ve hoşgörü gibi ahlâkî iyilikleri şahsında toplayan insan-ı kâmili ney ile sembolize eder.

Nâzım Hikmet'in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

Erdem · 2008, Sayı 50 (Doğumunun 800. Yılında Mevlânâ Özel Sayısı) · Sayfa: 83-110
Nâzım Hikmet, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını batılı hayat tarzıyla doğulu hayat tarzının iç içe yaşandığı aile ve toplum içerisinde geçirir. Bir yandan batı etkisine, diğer yandan doğu kültürüne açık yetişir. Bu ikili yapı onun iç dünyasında zamanla bilinç parçalanmasına kadar giden çatışma alanı yaratır. İlk gençlik yıllarında devrin atmosferine uygun millî ve dinî şiirler yazar. Mevlevî dedesinden gelen etkiyle Mevlânâ'ya ve onun dünya görüşüne bağlılık gösterir. Fakat, daha sonra yazdığı bir rubai ile Mevlânâ'ya cephe alır. Ölümünden bir yıl önce 1962'de Moskova'da yazdığı Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim adlı romanıyla tekrar Mevlânâ'ya dönmek ihtiyacı duyar. Bu makalemizde Nâzım Hikmet'in Mevlânâ hayranlığını, daha sonra ideolojik bakışla ona karşı çıkışını, tekrar Mevlânâ'ya dönüşünü ortaya koymak, bunun psikolojik temellerini araştırma konusu yapmak, Mevlânâ'ya karşı yazdığı rubaisini metinlerarasılık düzleminde çözümlemek, konuyu süreklilik-süreksizlik açısından tartışmaya açmak istiyoruz.

Tâhirü'l-Mevlevî'nin Hilye'sine Göre Mevlana

Erdem · 2008, Sayı 50 (Doğumunun 800. Yılında Mevlânâ Özel Sayısı) · Sayfa: 197-222
Arap edebiyatındaki şemaillerden ve hadis-i şeriflerden doğan, "süs, bezek, vasıflandırmak, yaratılış, sûret, sıfat" gibi anlamlara gelen hilye, edebî tür terimi olarak Hz.Muhammed'in fizikî ve ruhî özelliklerini anlatan eserlere verilen addır ve hilye-i sa'âdet/hilye-i şerîf/hilye-i nebeviye adlarıyla da anılır. Hilye türü, Türk edebiyatında çok rağbet görmüş, Hz. M uham m edi birlikte diğer peygamberler, Dört Halife, Aşere-i Mübeşşere, din ve tarikat büyükleri için de yazılmıştır. Yüzyıllar boyunca eserleriyle okuyucuyla buluşan büyük mutasavvıf Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye (1207-1273) duyulan sevgi ve saygı, Lütfî Çelebi (ö.1737), Ali Rızâ Efendi (ö.1905), Tâhirü'l-Mevlevî (1877-1951) gibi şairler tarafından kaleme alınan başka bir hilye türünü ortaya çıkarmıştır: Hilye-i Mevlânâ. Yazımızda, Tâhirü'l-Mevlevî'nin (1877-1951) Hilye-i Hazret-i Mevlânâ'sı şekil ve içerik olarak incelenerek, Mevlânâ'nın bu eserde belirtilen özellikleri kaynaklardaki bilgiyle karşılaştırılmıştır. Yazımızın sonunda, 197 beyitten oluşan eserin Konya Mevlana Müzesi'nde bulunan yazma nüshasından tıpkıbasımı ve çeviri yazısı karşılıklı olarak sunulmuştur.

Mesnevî'de Temsîlî Anlatım ve Hikâye ve Temsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması

Erdem · 2008, Sayı 50 (Doğumunun 800. Yılında Mevlânâ Özel Sayısı) · Sayfa: 129-160
Mevlânâ'nın en önemli ve en büyük eseri olan Mesnevî, İslâm ve insanlık tarihinin en faydalı ilim ve kültür hazinelerinden biridir. Bu değerli eserinde Mevlânâ, çok zengin bilgi ve tecrübelerini, eşsiz dehasıyla çok yararlı ve cazip bir şekilde okurlarına sunmaktadır. Mesnevî'yi cazip ve unutulmaz kılan en önemli üslûp özelliklerinden birisi de onun "temsîlî anlatım metodu" dediğimiz birtakım çekici hikâye ve temsillerle konuyu anlatmasıdır. Bu metot sayesinde konu bir yandan daha iyi bir şekilde anlaşılırken, öte yandan akılda daha kalıcı tesirler oluşturmaktadır. Mesnevî, aslında Kurân âyetleri ile Hz. Peygamber'in hadislerinin açıklandığı ve özetlendiği İslâmî bir eserdir. Onu iki kelime ile en iyi bir şekilde özetleyen "Mağz-ı Kurân/Kurân'ın Özü" ifadesi de bu gerçeği açık bir şekilde ifade etmektedir. Ancak onun bu görevini yerine getirirken yukarıda faydalarına işaret ettiğimiz temsîlî anlatım metodunu kullanması, diğer İslâmî kitaplardan farkını ortaya koymaktadır.

Lutfî Muhammed Efendi'nin "Hilye-i Hazret-i Mevlana’’sı

Erdem · 2008, Sayı 50 (Doğumunun 800. Yılında Mevlânâ Özel Sayısı) · Sayfa: 111-128
Hilye, Hz. Peygamberin vasıflarını ihtiva eden eser ya da levhaları ifade etmek için kullanılan bir ıstılahtır. Başta Tirmizî'nin Şemâil'i olmak üzere diğer bazı şemâiller, hilyenin Türk edebiyatında da dinî nitelikli bir tür olarak doğmasına kaynaklık etmiştir. Hz. Peygamberin vasfında olan bu eserler zamanla diğer peygamberler, dört halife, din ve tarikat büyükleri için de yazılmıştır. Adına hilye yazılan şahsiyetlerden biri de Hz. Mevlânâ'dır. Mevlevi şâirler tarafından kaleme alınan bu eserler, genel olarak Hilye-i Mevlânâ adı altında gösterilmektedir. Manisa Mevlevihanesi şeyhlerinden Lutfî Muhammed Efendi, Mevlânâ'nın hilyesini yazan şâirlerdendir. Hilye-i Hazret-i Mevlânâ adlı mesnevisinde şâir, Mevlânâ'nın fizikî ve ahlakî vasıflarını anlatır, ona övgülerde bulunur. Bu çalışmada, hilyenin özelliklerine kısaca değinilecek, Lutfî Muhammed Efendi ve onun eseri Hilye-i Hazret-i Mevlânâ söz konusu edilecektir.