1459 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Son 10 yıl
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

The Lloyd George Government of the UK: Balfour Declaration the Promise for a National Home to Jews (1916-1920)

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 294 · Sayfa: 727-759 · DOI: 10.37879/belleten.2018.727
Tam Metin
Palestine, throughout modern known history has been geographically called "the least of all lands". Meanwhile because hosted holy shrines of three monotheistic religions, it was/is one of the most praised/precious small piece of land on the globe. Palestine came under Ottoman rule after Sultan Selim's Egyptian Campaign in 1517 and until the year of 1917 was an Ottoman land during 400 years. Before Ottomans, following old Roman experience, small colonies or administrations had been planted in Palestine with the express intention of preventing the political regeneration of the Jews. Under Ottoman rule, Jews and other two religions have been peacefully living in Palestine. In 1897 at Basel Congress, World Zionist Organization decided to establish a Jewish State in Palestine. They asked Ottoman Sultan Abdulhamid II for a national home in Palestine but could not achieve what they desired. Abdulhamid II also restricted Jewish pilgrimage to Palestine to prevent any possible de facto unpermitted foreign settlement of Jews. But, due to corruption and bribery of local rulers that rule could not be implemented properly. Nowadays addressing their future plans Zionists were asking to send high number of Jews to Palestine and the progress taken by bribery was not enough such kind of stream. The opportunity Zionists looking for emerged during WWI while British search of support for unsustainable war economy. In the year of 1916, a Zionist sympathizer Lloyd George became British Prime Minister and Foreign Minister of his Cabinet Arthur Balfour proclaimed his famous publication promising a national home hence Israeli State for Jews. To realize that aim Palestine had to be occupied and become a British colony. This paper will search archive documents and related second hand publications to shed light on Zionist activities and establishment process of Israel, special focus will be put on the role of Lloyd George Government. Arab reactions, especially the attitude of Sheriff Hussein and his son Faisal to the developments also will be discussed.

Arşiv Belgelerine Göre İslam Hukuku’nun Geçerli Olduğu II. Meşrutiyet Döneminde Tatiller, İzinler ve Çalışma Süreleri

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 294 · Sayfa: 699-733 · DOI: 10.37879/belleten.2018.699
Tam Metin
Osmanlı Devleti'nde tatil ve izinler ile çalışma süreleri konusunda temelde İslam hukuku esas alınmakla birlikte değişen şartlara göre uygulamada bazı değişiklikler yaşanmıştır. Osmanlı Devleti'nin başlangıcından 19. Yüzyıla kadar resmî daire ve eğitim kurumlarında farklı gün ve sürelerde tatil yapılagelmiştir. Devlet meselelerinin yoğunluk kazandığı veya savaşların, ekonomik buhranların yaşandığı zamanlarda, bunun yanı sıra yaz ve kış mevsimlerinde mesai uygulamalarının farklılaştığı ve hatta memur izinlerinin iptal edildiği görülmektedir. Hafta tatili, izin ve mesai konularında standart oluşturma gayretlerinin, bürokrasinin yaygınlaştığı 19. Yüzyılın ortalarına doğru, özellikle Tanzimat'la birlikte arttığı bir vakıadır. Bununla birlikte 20. Yüzyıl başlarına gelindiğinde dahi hala bu alanlarda birliktelik ve süreklilik oluşturma süreci devam etmiştir. Memurların tatil, izin ve mesai kavramlarının oluştuğu II. Meşrutiyet yılları mevzuatı, Cumhuriyet Türkiye'sinin de ana hatlarını teşkil etmiştir. Bu çalışmada bürokrasi hayatının hız kazandığı II. Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'in ilanına kadar geçen süre içerisinde tatil günleri, izinler, çalışma süreleri ve bu konudaki uygulamalar ile karşılaşılan problemler, başta Meclis-i Vükelâ kararları ile hükümet uygulamalarını içeren Osmanlı Arşivi belgeleri ve Cumhuriyet Arşivi belgeleri ışığında ele alınmıştır.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Sanayi, Bilim ve Teknoloji Yayıncılığı Örneği: Fen ve San’at Mecmuası

Erdem · 2018, Sayı 74 · Sayfa: 5-34 · DOI: 10.32704/erdem.450072
Tam Metin

Avrupa'da gerçekleşen sanayi devrimi sonrası yaşanan teknik gelişmeler Osmanlı İmparatorluğu tarafından yakından takip edilmeye
başlanmıştır. XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren öncelikle savunma sanayinin ihtiyacının karşılanmasına yönelik sanayi tesisleri kurulmak
suretiyle Avrupa'daki teknik gelişmeler Osmanlı coğrafyasına getirilmiştir.
Başlangıçta yabancı ve azınlıkların oluşturduğu teknik uzmanlar tarafından kurulan ve işletilen fabrikalar da daha sonra yetiştirilen Müslüman ve Türk mühendis ve işçileri görev almışlardır. Gerek fabrikalarda çalışanlar, gerekse mühendishanelerde ve sanayi mekteplerinde okuyan öğrenciler ile okuma yazma bilenlerin okuyabileceği teknik makalelere, dönemin farklı gazete ve mecmualarında kısıtlı da olsa yer verilmiştir.
Ancak, tamamıyla sanayiye dönük bilimsel ve teknik konuların ele, İbrahim Pertev tarafından Sanayi adı ile 1914-1921 yılları arasında İstanbul'da çıkarılmıştır. Sanayi mecmuası 1933 yılında İbrahim Pertev tarafından İzmir'de Fen ve San'at adı ile yeni Türkçe harflerle tekrar yayımlanmaya başlanmış ve Eylül 1935 tarihine kadar yayım hayatını sürdürmüştür. Bu tarihten sonra Endüstri adını almış olan mecmua, 1958 yılına kadar yayımlanmıştır. Bu makalede, 1930'lu yıllarda başlatılan sanayileşme çabaları döneminde yayımlanan Fen ve San'at mecmuasının
sanayinin gelişimindeki yeri ortaya konulmak suretiyle sanayi tarihimiz ile bilim ve teknoloji tarihimizin aydınlatılmasına çalışılmıştır.

Özbek Destanı Erali ve Şirali’de Geçen Deyimler

Erdem · 2018, Sayı 74 · Sayfa: 35-62 · DOI: 10.32704/erdem.450080
Tam Metin

Destan metinleri, bir milletin tarih sahnesinde yerini aldığı dönemden başlayarak bugüne taşıdığı kültür kodlarını gösteren en önemli edebiyat
metinlerindendir. Erali ve Şirali Destanı da Özbek Türklerinin zengin sözlü kültür mirasından izler taşımaktadır. Destanda diğer destan metinlerinde olduğu gibi manzum ve düzyazı bölümleri mevcuttur. Erali ve Şirali, destana adını veren iki kardeşin adıdır. Bu destanda Erali ve Şirali'nin hayatı destan diliyle, renkli sahne tasvirleri ve diyaloglarla anlatılmıştır. Destan, Türkçenin zengin söz varlığı öğelerinden birisi olan deyimler bakımından incelenmiştir. Tespit edilen deyimlerin Özbek ve Türkiye Türkçesindeki şekilleri, anlamları, destan metni içindeki örnek cümleleri ve destan içindeki sayfa ve satır numaraları birlikte verilmiştir. Tespit edilen deyimlerin tematik sınıflandırılması da yapılmıştır.

Kültürel Mirasın Gelecek Kuşaklara Aktarılması ve Tanıtımında Yazma Eser Kütüphaneciliği

Erdem · 2018, Sayı 74 · Sayfa: 99-113 · DOI: 10.32704/erdem.450104
Tam Metin

Kültürel miras, medeniyet tarihi boyunca yaşamın her kesitine ve alanına dair ürünlerinden geleceğe intikal değeri taşıyanlarını ilgilendiren
oldukça kapsamlı ve yoruma açık bir kavram olarak gündemdeki yerini korumaktadır. Bu ürünler ya da üretim; geçmişi doğru algılamamıza, yorumlayabilmemize dayanak oluşturan önemli tecrübe, birikimlerden yararlanabilmemizi de olanaklı kılmaktadır. Kapsam insanlığın ortak
geçmişi olduğunda ise kültürel miras ürünleri bir yönüyle ait oldukları medeniyeti temsil ederken diğer yönüyle tüm insanlığın ortak birikiminin tamamlayıcı parçaları olarak evrensel bir değer taşımaktadır. Yazma eserler kültürel miras yelpazesinin orijinal yazın ürünleri olarak, aslında geçmişteki kodlarımızı bize en iyi tanıtan bir birikim / külliyat ve ecdat emanetidir. Yeni nesil ile tanıştırma ve geleceğe intikalini sağlama sorumluluğunu üstlenmemiz gereken bu kaynaklar, nadir ya da tek nüsha olmalarından kaynaklanan değerlerinin yanı sıra sahip
oldukları bilgi / içerik ve sanatsal özellikleriyle de özel bir ihtisası / ilgiyi fazlasıyla hak etmektedir. Kültürel mirasın bu önemli kaynaklarını
uluslararası standartlarda tanımlamak ve tanıtımını sağlayabilmek basılı kaynaklara oranla daha zahmetli ve işbirliği içinde yürütülmesi gereken bir bilimsel çalışmayı zorunlu kılmaktadır. Bu nedenledir ki kütüphanecilik biliminin içinde yazma eser kütüphaneciliği de ayrı bir uzmanlık dalı olarak görülmelidir. Yazma eser kütüphaneciliğinin kültürel miras ürünleri olan yazma ve nadir eserlerimizin geleceğe aktarımı ve tanıtımında ne denli stratejik bir rol oynadığının tartışıldığı çalışmada aynı zamanda yıllardır süregelen birtakım yanlış algı ve uygulamalara da değinilecektir.

Yazarın Niyeti Işığında Bir Bağlam Çözümlemesi: “Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi”

Erdem · 2018, Sayı 74 · Sayfa: 63-77 · DOI: 10.32704/erdem.450087
Tam Metin

Ziya Osman Saba (1910 - 1957), Yedi Meşale Topluluğunun kurucularından biri olarak tanınmıştır. Asıl ününü şiirleri ile kazanmış olmasına rağmen onun hikâyeleri de dikkate değerdir. Çocukluğu ülke için oldukça buhranlı senelere tekabül etmesine karşın dedesinin konağında bütün bu bunalımdan uzak mutlu ve huzurlu bir ortamda geçmiştir. Ancak, annesinin ölümü ve onu takip eden bir dizi sıkıntı ile birdenbire büyümek zorunda kalmıştır. Bu bakımdan Saba'nın hem şiirleri hem hikâyeleri çocukluğunun mutlu, huzurlu aile ocağına duyulan özlemle bir iç çekişi yansıtır. "Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi" yazarın ilk eşinden boşandığı ve mutlu bir yuvanın özlemini duyduğu bir dönemde kaleme aldığı hikâyesidir. Yazarın bu özlemi, hikâyenin bağlamına yerleştirdiği niyet ile ilgili değerler vasıtasıyla çözümlenmeye çalışılacaktır. Hikâyede yazarın asıl niyeti çözülmeye çalışılacak ve niyetini ifade etmek için anlatım değerini kurgusuna yerleştirme biçimi irdelenecektir. Hikâyeye anlatım değerleri açısından baktığımızda sadece işinden çıkıp vitrinleri seyrederek yürüyen ve yolu bir fotoğraf stüdyosuna varan kahramanın fotoğraf çektiremeden stüdyodan çıkışını görmekteyiz. Ancak hikâyeyi yazarın niyetini açığa çıkaran ifadeleri açısından okuduğumuzda, hikâyede yazarın yaşamına ilişkin ipuçlarıyla
anlam kazanarak açılan katmanları görebilmekteyiz.

Yol ve Yolculuk Bağlamında Nalan Barbarosoğlu’nun Yol Işıkları Eseri

Erdem · 2018, Sayı 74 · Sayfa: 117-138 · DOI: 10.32704/erdem.450115
Tam Metin

Yol ve yolculuk, farklı sanat türlerinde olduğu gibi edebî türler içinde de geçmişten bugüne kullanılan başlıca temalardan biri olmuştur. İlk sözlü ürünler destan, masal gibi anlatı türleri başta olmak üzere bugünün öykü, roman gibi türlerinin de temasını teşkil eden yol ve yolculuk; değişim, arayış, kaçış, keşif, sevgiliye kavuşma gibi amaçları ihtiva eder. Modern zamanlarda bu kavramlar bireyin kimlik bunalımını, yalnızlığını, iletişimsizliğini, kaçma arzusunu ve içsel sorunlarını simgeleyen bir metafora dönüşür. 1990 sonrası Türk öykücülüğünün önemli yazarlarından biri olan Nalan Barbarosoğlu, bireyi temel alan öykülerinde kurguya dâhil ettiği kişiler düzleminde yol ve yolculuk temasını işler. Yazarın Yol Işıkları öykü kitabı da bu anlamda dikkati çeken bir eserdir. Bu çalışmada Barbarosoğlu'nun Yol Işıkları eserinde yer alan öyküler yol ve yolculuk teması bakımından incelenecektir. Öykü karakterlerinin gerek iç konuşmaları gerekse çevreyle kurdukları ilişkiler bağlamında arayışları, çıkmazları, çırpınışları, kırılganlıkları, yalnızlıkları, tutunamayışları, umutları ve umutsuzlukları üzerinden yol ve yolculuk temasının izi sürülecektir. Özellikle öykülerde yazarın yol ve yolculuk temasıyla ilgili göndermelerinin nelere karşılık geldiği, neyi imlediği üzerinde durularak öykülerdeki kişilerin toplum/aile/arkadaş çevresindeki konumlarına açıklık getirilecektir. Ayrıca, öykülerin süregelen hayatla bağdaşan/bağdaşmayan yönlerine değinilerek yol ve yolculuk kavramlarının anlatılarda ne ölçüde somutlaştırıldığı gösterilmeye çalışılacaktır.

Zaman Kırıntıları Şiirinde Varlığı Tehdit Eden Unsur

Erdem · 2018, Sayı 74 · Sayfa: 79-98 · DOI: 10.32704/erdem.450095
Tam Metin

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Zaman Kırıntıları isimli şiiri, insan varlığını tehdit eden unsuru, esaret olarak görünüşe çıkaran bir şiirdir. Şiirde imlenen ve içinde olunan ancak çoğunlukla farkında olunmayan durumun ismi de olan esaret, en insanî olanakların ölümün belirlemesinde değerlendirilişi demektir. Olumsuz bir değerlendirmeyi içeren esaret, olanak açıcı yaşamın değil, bilakis olanak kapatıcı ölümün yaşamı belirlemesini bildirir. Aynı zamanda özgürlüğün yokluğunu da işaret eden esaret durumu, bu şiirde, ömrünün son dönemine girdiğini bilen şairin bir aşk ilişkisi esnasında karşılaştığı olanaklar arasından seçim yaparak yaşadığı bir yitim deneyimi ile bu hadise karşısında aldığı tavırda ifadesini bulur. Bir diğer ifadeyle esaret durumu bu şiirde, bilme, duyma, görme, aşıp geçme, adama ve inanma gibi en temel olanakları kapatarak insan varlığını tehdit eden unsur olarak öne çıkarılır.
Bu yazıda, öncelikle, özgürlük ve esaret kavramları kısaca tanımlanarak onların ölüm ve yaşam içgüdüleriyle ilişkisi ortaya konmuştur. Ardından da söz konusu şiir, bu esas iddiaya bağlı olarak özgürlük ile esaret kavramları bağlamında açıklanmıştır.

Himmetli (Niğde-Merkez) Köyü Ağzından Derleme Sözlüğü’ne Katkılar

Erdem · 2018, Sayı 74 · Sayfa: 139-156 · DOI: 10.32704/erdem.450121
Tam Metin

Bu yazıda Niğde merkeze bağlı Himmetli köyünden derlenen sözcük ve deyimlerden Derleme Sözlüğü'ne katkı sağlayabilecek olanlar üzerinde durulmuştur. Derlemeler sırasında tespit edilen 66 sözcük ve deyim, Derleme Sözlüğü'ne alınabilecek durumdadır. Kimi sözcükler, anlaşılırlığı kolaylaştırmak ve kullanımı örneklendirmek için tanık cümleleriyle birlikte verilmiştir. Listedeki sözcük ve deyimlerden bir bölümü (camız böcüsü, cıcıh, gözü düşmek, örtmelik, yığdırmak gibi) yalnızca Derleme Sözlüğü için değil, bazı genel sözlükler ve alan sözlükleri için de sözlük maddesi olabilecek örneklerdir. Sözcükler arasında bugün yazı dilinde bulunmayan ancak Türkçenin tarihî dönemlerinde işletilmiş olanlar da vardır. Çalışmanın, hem Türkiye Türkçesi ağız araştırmalarına hem de Niğde yöresi için yürütülecek olan ağız araştırmalarına katkı sağlayacağı düşünülmektedir.

ҚАЗАҚ ЖӘНЕ ТҮРІК ТІЛДЕРІНДЕГІ ДИПЛОМАТИЯЛЫҚ ТЕРМИНДЕРДІҢ ЛЕКСИКАЛЫҚ СИПАТЫ

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2018, Sayı 45 · Sayfa: 39-54
Қазақ және түрік халықтарында дипломатиялық терминдер ерте кездерден бастап-ақ қалыптасқан. Дегенмен, дипломатиялық терминдердің мағыналық ерекшелігі, жасалу сипаты, танымдық негізділігі салыстырмалы бағытта да, жеке теориялық мәселе ретінде де әзірге зерттеу нысанына айнала қоймаған. Осыдан он төрт ғасыр бұрын бүгінгі таңда жалпы саны 200 млн. адамға жетіп отырған түркі халықтары бір тілде сөйлеп, Түрік қағанаты атты бір мемлекеттің құрамында тіршілік еткені тарихтан белгілі жайт. Тек VII ғасырдан бастап, олардың тарихында бөліну және ажырау үдерісі басталды. Мұстафа Ататүрік "Жер бетінде түрікке түріктен артық дос жоқ" деген. Осы сөздің мәнін байсалдылықпен пайымдасақ, бұл жақындық түркі халықтарының тілінің бірлігі, дінінің бірлігі, мәдениетінің бірлігі, әдет-ғұрпы мен дәстүрінің бірлігі арқылы анықтала түспек. Қазақ және түрік тілдерінің тарихи туыстығы, ортақ діл мен діннің болуы көп нәрсенің байыбына терең барлауға жетелейді. Қазіргі уақытта түбі бір түркі тілдерінің терминдік жүйесін реттеу, мүмкін болған жағдайда, ондағы ортақ терминдердің санын көбейтіп, сапалық мүмкіндігін арттыру мәселесі күн тәртібіне қойылуда.