1429 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Son 10 yıl
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

ENDANGERED LANGUAGES OF THE CAUCASUS AND BEYOND

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2017, Cilt 65, Sayı 1 · Sayfa: 229-232
UNESCO tarafından belirlenen dokuz ölçüte göre, dünyada konuşulan dillerin %43'ü tehlike altındaki diller sınıfına girmektedir. Dili konuşanların net sayısı, kuşaklar arası dil aktarımı, dil kullanım alanındaki değişimler ve dilin medyada kullanımı gibi ölçütlere göre "açıkça", "ciddi biçimde" ve "kritik seviyede" tehlike altında olarak tanımlanan bu dillerden 230'u 1950'den beri konuşuru olmadığından "ölü dil" sınıfına girmiştir

Tekerlerden Tekrarlara Gamba’da Dönüş ve Dönüşüm

Erdem · 2017, Sayı 71-72 · Sayfa: 39-58 · DOI: 10.32704/erdem.537389
Tam Metin
Günümüz Türk edebiyatının üretken yazarlarından Cemil Kavukçu'nun 2005 yılında yayımlanan Gamba başlıklı romanı, özgürleşmek amacıyla bisikletleriyle doğa yolculuğuna çıkan, fakat geride bırakmayı umdukları hayatlarına kısa sürede "dönüş" yapan dört arkadaşı konu edinir. Kavukçu'nun öteki yapıtlarında da sıklıkla karşılaştığımız dönüş izleği, Gamba'da tematik ve mecazi düzlemlerde yorumlanabilecek üç temel dönüş hareketi şeklinde yansıma bulur: Bisiklet tekerlerinin dönüşü, dört arkadaştan birinin çocukken rüyalarına giren korkunç yaratık Gamba'nın yıllar sonra dönüşü ve karakterlerin yolculuk öncesi yaşamlarına dönüşü. Bu makale, söz konusu hareketlerin psikolojik ve toplumsal dinamiklerini çözümlerken, Gamba'nın, Kavukçu'nun yapıtlarındaki edebî döngüselliği de anlamlandırmaya yarayacak temsilî bir metin olarak yorumlanabileceğini öne sürmektedir. Makalede Kavukçu'nun yapıtları üzerine yapılan çalışmalarda sıklıkla üzerinde durulan yalnızlık ve yabancılaşma izleklerine psikanalitik bir bakış açısıyla yaklaşılmaktadır. Karakterlerin kişisel tarihleri kadar, "uygarlığın huzursuzluğu"nu da temsil eden söz konusu üç dönüş hareketi, Kavukçu'nun "Yazma Sıkıntısı" başlıklı denemesinde edebî üretimin kaynağı olarak gördüğü sıkıntı duygusuyla ilişkilendirilmektedir. Bu çerçevede, Gamba'da temsil edilen ve Freud'un "bastırılanın dönüşü", "yineleme zorlantısı" ve "tekinsizlik" gibi kavramları aracılığıyla açımlanan ruhsal yaşantı, Kavukçu'nun resmettiği yazma ânının ardındaki dinamikleri de açıklayabilir. Sonuç olarak makale, Kavukçu'nun benzer karakter, mekân ve temalara tekrar tekrar dönüşünün nedeninin Gamba'daki dönüşlerle aynı eksende düşünülebileceğini öne sürmektedir. Buna göre, her iki durumda da dışına çıkılması imkânsız bir çemberin içinde var olmanın tek yolu çemberin sınırlarını zorlamaktır.

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet İdeolojisini Edebî Düzlemde Okumak: Dikmen Yıldızı Örneği

Erdem · 2017, Sayı 71-72 · Sayfa: 25-37 · DOI: 10.32704/erdem.536802
Tam Metin
Bir toplumu derinden etkileyen savaşların o toplumun edebiyatında kendine yer bulması kaçınılmazdır. Aynı durum Kurtuluş Savaşı için de geçerlidir. Osmanlı Devleti'nin 1919-1923 yılları arasında Anadolu'da farklı devletlerle olan mücadelesi, ardından kurulmaya çalışılan rejimle bu yeni yönetimin ve idari kadroların yapılanma sürecindeki kendilerini meşrulaştırma ve resmî tarih oluşturma çabaları Türk edebiyatında pek çok romana, oyuna konu olmuş, hatta bunların bir kısmı doğrudan Atatürk tarafından ısmarlama olarak yazdırılmıştır. Çünkü toplumsal kırılmaların kalıcı olması yalnızca cephede kazanılan bir savaş değildir. Hâkim ideolojiyi halkın zihninde somutlaştırıp tabana doğru nüfuz edebilmek için edebiyatın gücünden yararlanılır. Aka Gündüz, başta Dikmen Yıldızı olmak üzere pek çok eserinde resmî ideolojiye hizmet eden üslubu benimser. Genel olarak bu dönem ürünlerinde belli kadın erkek tiplerinden bahsetmek mümkündür. Erkekler korkusuz ve vatan aşkı uğruna bireysel aşkı hiçe sayan nitelikteyken kadınlar güçlerinin yettiğince onlara destek olmaya çalışan hemşirelerdir. Dikmen Yıldızı'ndaysa bu imajlar daha da kuvvetlenir. Yıldız; bizatihi savaşan, nişanlısının şehadetine dahi ağlamayan bir kadındır. Başka bir deyişle resmî ideoloji tarafından kadına atfedilen her türlü temsil unsuru, Yıldız'da vücut bulur. Bu çalışmada Osmanlı kötücülüğü ve cumhuriyet olumlaması altında söylevvârî bir üslupla yazılan Dikmen Yıldızı aracılığıyla ideoloji ve edebiyat ilişkisi sosyolojik eleştiri yardımıyla incelenecektir.

Poetik Bir Metin Olarak Ebubekir Eroğlu’nun “Yol Elçisi” Şiiri

Erdem · 2017, Sayı 71-72 · Sayfa: 5-24 · DOI: 10.32704/erdem.471250
Tam Metin

Ebubekir Eroğlu'nun "Yol Elçisi" isimli şiiri, şairin poetikasına ilişkin önemli ipuçları içeren bir metindir. Klasik literatürdeki, ruhsal arınma ve kendini gerçekleştirme teması ile birlikte düşünülmeye elverişli bir metin olan "Yol Elçisi"nin kurgusunda, üç önemli izleğin birlikte işler kılındığını söylemek mümkündür. Bu bağlamda metin hem poetik anlamda kendini gerçekleştirme sürecine hem ruhun arınması ve manevi yücelme sürecinin basamaklarına hem de insanın yetkin bir varlık haline gelebilmesi için sorumlu uzuvlarının terbiye ve tezkiyesine ilişkin göndermeler içerir. Nihai anlamda birbiriyle büyük ölçüde mütekabiliyet içeren söz konusu izlekler şiirde sofistike bir bütünlüğe ulaşırlar. Böylelikle Eroğlu, klasik literatürdeki cennete ulaşma ve insan-ı kâmil olma yolundaki zorlu süreci anlatan "yolculuk" konulu mesnevileri çağımızda kendini gerçekleştirme sürecine denk kabul eden bir yaklaşımla yeniden yapılandırır. İbn Arabi'nin insanın sekiz organının tezkiye ve terbiyesine ilişkin yaklaşımı ile Attar'ın manevi yücelme ve ruhsal arınma basamaklarını temsil eden yedi vadisini anlatan Mantıku't- Tayr'ının Eroğlu'na ilham verdiği tahmin edilebilirse de şair, ruhsal yolculuk temasını kendini gerçekleştirme süreci olarak yeniden yazmış ve böylelikle klasik bir formu modern şiir estetiği içinde yenilemiş ve güncellemiştir. Çalışmada Eroğlu'nun poetikasına ilişkin belirlemelere ulaşabilmek amacıyla "Yol Elçisi" şiirini oluşturan sekiz metin ayrı ayrı yorumlanarak genel bir değerlendirme yapılmıştır.

Türk Basın Tarihinde Artin Asaduryan Matbaası ve Matbaada Basılan Süreli Yayınlar

Erdem · 2017, Sayı 71-72 · Sayfa: 117-138 · DOI: 10.32704/erdem.537379
Tam Metin
Türk tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birisini oluşturan İkinci Meşrutiyet dönemi, matbuattaki hareketlilik bakımından da dikkat çekicidir. Anayasanın getirdiği basın özgürlüğünden faydalanan Müslüman, gayrimüslim ve yabancı yüzlerce basın mensubu imtiyaz alma yarışına girmiş, neticede bir yıl içerisinde üç yüzü aşkın gazete ve dergi yayın hayatına girmiştir. Bu yayınlar söz konusu dönemin politik ve sosyolojik tahlilinin daha sağlıklı yapılabilmesi için birinci elden kaynak niteliği taşıdığı gibi, kültür ve edebiyat tarihimiz için de özgün bilgiler içermektedirler. Bu yazının konusunu, Osmanlı döneminde matbaacılığın ve gazeteciliğin yerleşmesinde önemli rolleri bulunan Ermeni girişimcilerden birisi olan Artin Asaduryan'ın kültürel faaliyetleri oluşturmaktadır. Artin Asaduryan memleketi Kayseri'den göç edip İstanbul'a yerleşmiş ve geçimini sağlamak için bir matbaada dizgicilik yapmaya başlamıştır. Daha sonra Şirket-i Mürettibiye Matbaası'nı satın alarak yayımcılığa girişmiştir. Türkçe'nin dışında Rumca, Ermenice ve Avrupa dillerinde kitaplar ve yıllıklar basan Asaduryan'ın matbaasında on üç adet de süreli yayın basılmıştır. Çeşitli aralıklarla çıkan bu yayınlar politika, askerlik, millî savunma, edebiyat, ahlâk, hukuk, siyaset, kültür, düşünce, bilim ve teknik, sanat, pedagoji, mizah gibi çok geniş bir yelpazede içeriklere sahiptir. Tablo ve grafiklerle desteklenen çalışmamızda, bu yayınların kimlik bilgileri ve içerikleri alfabetik olarak tanıtılacaktır.

Türk Eğitim Sisteminde Aşırı Militarist Uygulamanın Başlaması (1926-1947)

Erdem · 2017, Sayı 71-72 · Sayfa: 69-90 · DOI: 10.32704/erdem.536812
Tam Metin
Modern devletin icadıyla zorunlu eğitim, zorunlu askerlik ve vatandaşlık uygulamaları arasında mutlak bir ilişki ve etkileşim meydana geldi. Devlete sadık vatandaş yaratmanın yolu büyük ölçüde disiplinli, merkezî, kontrollü zorunlu eğitimden geçiyordu. Büyüklüğün, geniş ölçüde askerî güce endekslendiği 19. yüzyılda, asker sayısının artırılması ve toplumsal mobilizasyon için eğitim en kullanışlı araçtı. Bu sebeple askerî dersler, ritüeller ve askerliği sevdirici uygulamalar eğitim programlarına eklendi. Bazen askerlik yalın halde programlarda görülürken bazen de Beden Eğitimi, Jimnastik, Tarih, Coğrafya gibi derslerin içerisinde verildi. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı eğitimi de bu gelişmelerin dışında değildi. I. Dünya Savaşı sırasında yoğunlaşan militer eğitim ve paramilitarist örgütler, Cumhuriyet döneminde yeni bir boyut kazandı. 1926 sonrasında askerlik zorunlu ders oldu, 1935 sonrasında bütün eğitim kademelerinde 20 günlük kamp hayatını da içeren bir uygulamaya dönüştü. Bu günün toplum ve zihin dünyasının biçimlenmesinde önemli rolü olan Askerlik Dersi, fazla araştırılmayan bir konudur. Bu makalede, birincil kaynaklar kullanılarak, 1926-1947 arasındaki Askerliğe Hazırlık dersi uygulaması incelenmiştir.

Edebî Bir Siyer Örneği Olarak Çöle İnen Nur’un Kaynakları

Erdem · 2017, Sayı 71-72 · Sayfa: 59-68 · DOI: 10.32704/erdem.537385
Tam Metin
Necip Fazıl Kısakürek, bir edebiyatçı olarak kaleme aldığı Çöle İnen Nur adlı eserinde Hz. Peygamber'in hayatını coşku ve saygı dolu bir dille anlatmaktadır. İzlediği telif metodu gereği bu eserini kaleme alırken başvurduğu kaynaklar görünür durumda değildir. Fakat bizzat kendisi telif metodu hakkında eserlerinin satır aralarında bilgi vermektedir. Bu verilerden yola çıkılarak önce Necip Fazıl'ın telif metodu tespit edilmiş ve sonra, eserini telif ederken kullandığı kaynaklar üzerinde durulmuştur. Hz. Peygamber'in hayatını işleyen bir eserin kaynaklarını tespit etmek yeni Türk edebiyatında siyer kaynaklarının kullanımı hakkında ipuçları sağlamaktadır. Bu husus Necip Fazıl söz konusu olduğunda daha bir önem taşır. Yazarın, Cumhuriyet devri Türk edebiyatının önemli şairlerinden olması, Osmanlı devrinin sonlarında ilk tahsilini görüp Cumhuriyet devrinde ilk ürünlerini veren nesle mensup bulunması gibi hususlar bir arada düşünüldüğünde Çöle İnen Nur'un kaynakları üzerinde çalışmak daha ilgi çekici bir hâle gelmektedir. Bu çalışma, Cumhuriyet devrinde kaleme alınmış diğer siyer örnekleriyle bir mukayese imkânı da sağlayacaktır. Edebî siyer kaleme almış bir şair olarak Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983), Cumhuriyet dönemi edebiyatçıları içinde önemli bir yere sahiptir. Telif ettiği Çöle İnen Nur -Çöle ve Bütün Zaman ve Mekâna- başlıklı eseriyle Türkçe'de en güzel siyer örneklerinden birini vermiştir.

Edebiyat Tarihi Yazımında Bir Kaynak Olarak Takrizler ve Sıra Dışı İki Örnek

Erdem · 2017, Sayı 71-72 · Sayfa: 91-116 · DOI: 10.32704/erdem.536835
Tam Metin
Osmanlı edebiyatında önemli bir yere sahip olan takrizler, kendine has bir gelenek meydana getirmiştir. Bir eseri veya yazarı övmek için kaleme alınan bu metinler, genellikle eserlerin giriş kısımlarında yer alır. Bu gelenek, aynı zamanda, Osmanlı edebiyatı araştırmaları için birincil kaynak olma özelliği taşır. Öyle ki bazı takriz örnekleri, yazar ve esere dair içerdikleri bilgilerle biyografi ve monografilerin yazımına kaynaklık edecek niteliktedir. Bu çalışmada, edebiyat tarihi yazımında birincil kaynak olarak değerlendirilebilecek takrizlerin ne gibi işlevler taşıdıkları sorgulanacaktır. Keçecizâde İzzet Molla'nın Mihnet-keşân'ına ve Mahmûd Celâleddin Paşa (Âsaf ) Divanı'na yazılan takriz örneklerinin inceleneceği bu çalışmada, edebiyat tarihini yeniden yazmak adına takrizlerin nasıl işlevler üstlendiği ve biyografi yazınının satır aralarını doldurmada bu metinlerin nasıl bir öneme sahip oldukları ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Teleütlerin Tasavvuruna Göre Ruh ve Özellikleri

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2017, Sayı 44 · Sayfa: 19-34
Teleütlerin çoğunluğu Kamlık (Şamanizm) inancına mensuptur ve inanışlarına göre insan ruhu yedi özelliğe sahiptir: Kut, yula, tın, üzüt, süne, sür ve yel-salkın. "Kut", iki şekilde anlaşılır: İnsanın varlığının başladığı döllenmiş yumurta (embriyo) ve insanın var oluşunu destekleyen güçtür. Teleütlerde çocuğun doğumunu 'kut'un gelişi, çocuk olmamasını da 'kut'un olmaması şeklinde açıklanmaktadır. "Tın", insan, sığır, yabani hayvan, kuşlar, sürüngenler, ot ve ormana has olan ruhsal bir varlıktır. İnsanla ilgili "tın" farklı şekillerde anlaşılır. Ölüm sırasında "tın" insandan çıkmaktadır. İnsan öldükten sonra insanın kötü işleri için "tın" ıstıraba dönüşür. "Sür", bir nesnenin suretidir. Şaman tefi üzerindeki resim, portre ve fotoğrafı Teleütler "sür" diye adlandırırlar. İnsanın ve sığırın böyle sureti vardır. Sığırın 'sür'ü ölüm esnasında ayrılır ve ahirete yerleşir. "Üzüt", sadece bir kişiye özgü olan ölüm sonrası var oluştur. Kişinin ölümünden sonra ölenin 'üzüt'ü mezarlıkta kırk güne kadar yaşar. Bazen eve gelir ve varlığını evdekilere hissettirir. "Süne", insanın ruhudur ve ölüm esnasında bedenden ayrılır, gömülene kadar ölen kişinin evinde kalır. 'Süne'nin varlığı sayesinde ceset, kendi etrafında olup bitenleri duymaya ve anlamaya devam eder. Bunun temelinde akrabalarının üzüntüleri ve ölen kişi için söyleyecekleri iyi şeyleri öğrenmek vardır. İyi insan, hava gibi varlık olan 'yel-salkın'a dönüşür ve ahiretteki Kündüs-Kan'ın dünyasında yaşar. İyi insanların ahiretteki yaşamları bu dünyada yaşayan insanların yaşamına benzemektedir. Bu onların cennetidir. Teleütlerin dinî şuurları ölmüş kan bağı akrabalarının şamanlar ve kadın şamanların adlarıyla yakından ilişkili içinde olup her boy kendi kan bağı atalarını sayar