1447 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Son 10 yıl
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

I-IV, [The History of Turkish Literature I-IV] ed. Abdullah Uçman et al., Turkish Historical Society Publications

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 291 · Sayfa: 643-644 · DOI: 10.37879/belleten.2017.643
Türk Edebiyatı Tarihi [The History of Turkish Literature], the work that existed in name only for long times, of İsmail Hakkı Ertaylan took its place among the publications of Turkish Historical Society. The book had been written in Arabic alphabet and published as four separate volumes in Baku in 1925-26; yet, all of them were published in one great volume by Turkish Historical Society. Transliteration and editing of the book were carried out by a committee under the leadership of Abdullah Uçman. The committee consists of Mehmet Çelenk, Seda Işık, İpek Şahbenderoğlu, Özge Şahin, Bengü Vahapoğlu, Sibel Işık and Seval Şahin. İsmail Hikmet Ertaylan is always mentioned as a significant writer of Turkish Literature historiography in higher schools in Turkey, however most of the readers could not get through to his work as it was written in old alphabet. Moreover, copies of the book were not available in Turkish libraries as it was published in Baku.

Klasik Dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nda Karayolu Ulaşımını ve Nakliyatı Etkileyen Faktörler (1500-1800)

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 291 · Sayfa: 387-418 · DOI: 10.37879/belleten.2017.387
Tam Metin
Osmanlı İmparatorluğu'ndaki karayolu ulaşımı ve taşımacılık işlemlerinin hangi koşullar altında gerçekleştiğini ortaya koymayı hedefleyen bu makalede özellikle dört noktanın önemli olduğu vurgulanmıştır. İlk olarak yolların durumu ele alınmıştır. İmparatorlukta yol yapımı ve onarımı ile doğrudan doğruya ilgilenen kurumlar bulunmadığı için bu işler vakıflar, derbentçiler, kaldırımcılar ve köprücüler gibi örgütler aracılığıyla yürütülmekteydi. Yine de yolların bakımı ve zor iklim koşullarında açık tutulması özellikle savaş zamanlarında zahire ve asker nakliyatının aksamadan yürütülmesi devletçe önemsenen bir husustu. Bu amaçla menzillerin bakım ve onarımı ihmal edilmemeye çalışılmış, yolların güvenliğini sağlamak için kale örgütünden yararlanılmıştır. Üzerinde durulan ikinci nokta güvenliktir. Ulaşım ve ticareti engelleyen unsurların başında yol güvenliğinin ortadan kalkması gelmektedir. Bu durumun farkında olan Osmanlı Devleti, haberleşme ve ticaretin aksamadan sürdürülmesi amacıyla bazı tedbirler almış, kervansaray, derbent, kale gibi birimler inşa ettirmiştir. Günde ancak 30- 40 kilometrelik bir mesafenin kat edilmesine olanak veren Osmanlı ulaşım teknolojisi ile bu kuruluşların bulundukları uzaklıklar arasında bir uyum bulunmaktadır. Söz konusu hız ve zaman ölçüsüne göre ana güzergâhlarda oluşturulan kervansaray, derbent ve menziller aracılığıyla devlet otoritesi ve güvenlik sağlanmaya çalışılmıştır. Yetersiz ulaşım araçları ile dar yollarda yapılan taşımacılık, özellikle kış mevsiminde iklim koşullarından olumsuz yönde etkileniyordu. Böyle zamanlarda ulaşım ve nakliyat durma noktasına geliyor ya da taşıma fiyatlarının yükselmesine neden oluyordu. Kar ve yağmurun çamur deryasına çevirdiği yollara saplanıp kalan hayvanlar ve arabaların taşıdığı malların zamanında ve istenilen yere ulaştırılamaması birçok kötü sonucun doğmasına neden olabiliyordu. Özellikle savaş dönemlerinde ordunun lojistik ihtiyaçlarının karşılanmasında hayati öneme sahip olan hayvanların ilerleyememesi, hatta zaman zaman telef olmaları ordunun yürüyüşünün yavaşlamasına, daha da kötüsü seferlerin ertelenmesine bile yol açabiliyordu. Ulaşım hizmetlerinde kullanılan at, deve, katır gibi hayvanlar ile araba benzeri araçların ihtiyaç duyulan miktarda sağlanamaması, bu araştırmada ele alınan ulaşım ve nakliyatı etkileyen olumsuz faktörlerin sonuncusudur. Bu durumun çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Hayvanlar arasında baş gösteren salgın hastalıklar, devletin aşırı talepleri ya da düşük fiyat teklifi, savaşlar, bahsedilen nedenlerden bazılarıdır. Osmanlı yönetimi, sahip olduğu teknolojik imkânlarla yukarıda bahsedilen sorunlara çözüm üretmeye çalışmışsa da yeterince başarılı olamamış, özellikle 18. yüzyıldan sonra bu konuda Avrupa ülkelerinin gerisinde kalmıştır.

XIX. Yüzyılın İlk Yarısında İstanbul’da Kamu Düzenini Bozan Gruplara Karşı Yürütülen Mücadele

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 291 · Sayfa: 481-524 · DOI: 10.37879/belleten.2017.481
Tam Metin
Başkent İstanbul yüzyıllar boyunca insanların ilgi odağı olmuş bir şehirdi. Şehrin nüfusu fetihten itibaren sürekli artmıştır. Osmanlı ülkesinin her tarafından, hatta ülke dışından çeşitli sebeplerle İstanbul'a insanlar gelmiştir. Gelenlerin bir kısmı kalıcı surette yerleşmek istemişken, bazıları işlerini halletmek için gelmek zorunda kalmış, sonra geri dönmüştür. İstanbul'a gelenlerin bir bölümü ise geçimini temin etmek üzere, gerektiğinde geçici surette barınmayı düşünmüştür. Ancak bu insanlar, şehirde nüfus artışına sebep oldukları gibi bir kısmı iş bulamadığı için geçim derdine düşmüş ve zamanla serseri bir hayat yaşayarak halkı rahatsız etmeye başlamıştır. Devlet, nüfus artışı ve bundan kaynaklanan sıkıntıların önüne geçmek için çeşitli tedbirler almış ve uygulamıştır. Özellikle başıboş gezen, işsiz, kanunsuz yollara başvurarak geçinmeye çalışan ve halkı rahatsız eden gruplar sürekli denetim altında tutulmaya, kontrol edilmeye ve şehirden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Hırsızlık, yankesicilik, soygun, gasp, cinayet gibi olaylara karışan grupları bu çerçevede ele almak mümkündür. Bunun yanı sıra tezkeresi olmadığı halde dilencilik yaparak, başkasının sırtından geçinmeyi alışkanlık haline getiren dilenciler de bu gruplardandı. Bunlara, sayıları çok az olmakla birlikte gayri ahlakî yollara tevessül eden insanları da ilave etmek mümkündür. Arşiv kayıtlarında genellikle serseri taifesi olarak geçen bu kanun dışı gruplar, XIX. yüzyılın ilk yarısında İstanbul'da toplum hayatını tehdit eden unsurlar olarak dikkati çekmektedirler. Bu makalede, XIX. yüzyılın ilk yarısında İstanbul'da, kanun dışı grupların toplumun hayatını olumsuz yönde etkileyen faaliyetleri, devletin bunlara karşı verdiği mücadele ve aldığı tedbirler ele alınmaya çalışılacaktır.

“Bulgarian Horrors” Revisited: the Many-Layered Manifestations of the Orientalist Discourse in Victorian Political Construction of the External, Intimate and Internal Other

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 291 · Sayfa: 525-568 · DOI: 10.37879/belleten.2017.525
Tam Metin
This study largely drawing upon the established conceptual framework of Orientalism in Saidian terms shall analyse the British perceptions and representations of the Bulgarian Crisis of 1876, a salient feature of the Eastern Question, as they appeared in British parliamentary debates. It will also make occasional yet instructive references to the coverage of the Crisis as well as the image of the Ottoman Empire and the Balkans which were organic parts of the Crisis, in some influential periodicals of the era such as the Times and the Contemporary Review in order to better contextualize the debates in the parliament. The main point this article shall make is that the Bulgarian Crisis worked as a catalyst in reinforcing the hegemony of the Orientalist discourse in the political construction of the Ottoman Empire as an absolute external Other in Britain at the time. It shall also delve into the construction of the Balkans as an "intimate other" whose Oriental and European features were alternately accentuated during the Crisis with a view to enlist the British public in either supporting or denouncing the Bulgarian uprising. All in all, it will suggest that the Orientalist rhetoric was embedded at the very core of the Victorian British elites' cognitive map, and was also unsparingly employed in negating the domestic political opponents swamping them with negative Orientalist stereotypes.

Osmanlı Devleti’nde Difteri Hastalığı ve Koruyucu Sağlık Hizmetlerine Dair Bulgular (19. Yüzyıl Sonları ve 20. Yüzyıl Başlarında)

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 291 · Sayfa: 419-480 · DOI: 10.37879/belleten.2017.419
Tam Metin
Difteri hastalığı tarihte karabakma, kızılağrı, kuşboğan, kuşkuyruğu, Bretonneau hastalığı, Süryani ülseri, kuşpalazı gibi adlarla isimlendirilmiştir. Hastalıkla mücadelede kullanılan difteri serumu bilim dünyasına tanıtıldıktan birkaç gün sonra Sultan II. Abdülhamit'e de sunulmuştur. II. Abdülhamit serumun İstanbul'da da üretilmesi için çalışma başlatmıştır. Bu çerçevede difteri hastalığı ile mücadele için Dr. Nicole ve Dr. Nizameddin Bey başta olmak üzere muhtelif araştırmacılar Paris'e gönderilmiştir. Paris'te bulunan Pasteur Ameliyathanesi örnek alınarak İstanbul'da "Difteri Ameliyathanesi" adı verilen difteri hastalığı ile mücadele merkezi kurulmuştur. Ayrıca II. Abdülhamit, 1898'de, küçük yaşta difteri hastalığından kaybettiği kızı Hatice Sultan anısına Hamidiye Etfal Hastanesi'ni yaptırmıştır. Bu hastanenin içerisinde de difteri ile mücadele merkezi kurulmuştur. Osmanlı Devleti hastalık alanlarını dezenfekte etmek için pülverizatör, tebhir makinesi ve otoklâv makinelerini, hastaları tedavi için ise difteri serumunu kullanmıştır. Ancak vilayetlerin bütçelerinin yetersizliği bazı kazalarda belediye tabibi bulunmamasına, bazı kazalarda ise mücadelenin belediye tabiplerine vekâlet eden yetersiz kişiler tarafından yapılmasına neden olmuştur.

Al-Makrīzī’s Khitat and the Markets in Cairo during the Mamlūks Era

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 291 · Sayfa: 329-372 · DOI: 10.37879/belleten.2017.329
Tam Metin
This study examines the markets in Cairo during the reign of the Mamlūks in the light of al-Makrīzī's Chronicle al-Khitat. Besides those which were built during the Mamlūks era the commercial life were ongoing at the markets dating back to the Fatimids and the Ayyubids periods. The marketplaces generally occupied in al-Qasaba which was between Bāb al-Futūh in the north and Bāb al-Zuwayla in the south was the trading center of the city. Al-Qasaba is al-Mu'izz Street today which takes its name from the Fatimid Caliph al-Mu'izz li-Dinillah (341-364/953-975). The economic and social decline especially seen during the second half of the Mamlūks in the 15th century affected also the domestic markets stability and most of the sûqs disappeared depending on these conditions.

Buqa Chīngsāng: Protagonist of Qubilai Khan’s Unsuccessful Coup Attempt against the Hülegüid Dynasty

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 291 · Sayfa: 373-386 · DOI: 10.37879/belleten.2017.373
Tam Metin
The study examines the coup attempt orchestrated by Qubilai Khan (1260-94), who desired to re-establish the 'Yeke Mongol Ulus' and to unify the separated Mongol khanates under the authority of the Yuan Empire. The coup was mounted against the Ilkhan Arghun (1284-91), who was the ruler of the Mongols in Iran, who had been showing signs of separation from the central administration since the time of Aḥmad Tegüder (1282-84). The protagonist of the unsuccessful coup was Amīr Buqa, a loyal commander of the Great Khanate. The article investigates the process, historical background and the results of the attempt in the light of the contemporary sources and the modern studies.

II. Meşrutiyet Döneminde Kudüs ve Medine’de İki Eğitim Kurumu: Medrese-i Külliye ve Selahaddin Eyyubî Külliye-i İslamiyesi

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 291 · Sayfa: 589-618 · DOI: 10.37879/belleten.2017.589
Tam Metin
Osmanlı Devleti'nin idare, maliye, hukuk ve eğitim alanlarındaki yenileşme çalışmaları özellikle Tanzimat döneminden itibaren kararlı ve düzenli biçimde sürdürülmüştür. Tanzimat sonrası, birçok iç ve dış problemin yaşandığı, aynı zamanda devletin siyasi birlik ve devamını sağlamaya çalıştığı oldukça buhranlı bir dönem olmuştur. Böyle bir ortamda Osmanlı modernleşmesinin bir parçası olan eğitimde yenileşme ve eğitimi yaygınlaştırma çalışmaları, aynı zamanda milli birliği sağlayan bir araç olarak görülmüştür. Arap nüfusun yoğun olduğu Ortadoğu bölgesinde de XIX. yüzyıldan itibaren siyasi ayrılık talep ve girişimleri olmuştur. Batılılar tarafından bu bölgede açılan okullar ve misyonerlik faaliyetleri de bu taleplerin gelişmesini etkilemiştir. II. Abdülhamit ve II. Meşrutiyet yıllarında dönemlerinde izlenen politikalar ve eğitim alanında yapılan çalışmalar ile hem bölgenin eğitim açısından gelişmesi hem de Arap nüfusun kültürel taleplerine karşılık verilerek, imparatorluk çatısı altında tutulması hedeflenmiştir. Medine'de açılması planlanan Medrese-i Külliye ile Kudüs'te açılan Selahaddin Eyyubi Külliye-i İslamiyesi bu amaçları gerçekleştirmeyi hedefleyen kurumlardır. Orta ve yüksek dereceli bu kurumların amaçları, öğretim programları ve idari yapısı II. Meşrutiyet yıllarında medreselerde yapılan ıslah çalışmaları ile benzerlikler taşımaktadır. Diğer taraftan bu kurumların açılması, Osmanlı hükümetinin I. Dünya Harbi sırasında Ortadoğu'da izlediği politikalarla ilgili birtakım değerlendirmelerin tekrar gözden geçirilmesini gerektirecek öneme sahiptir.

Makedonya’da Çetelerin Meşrutiyet Kulüplerine Dönüşmesi

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 291 · Sayfa: 569-588 · DOI: 10.37879/belleten.2017.569
Tam Metin
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Ayastefanos Antlaşmasıyla Bulgaristan'a verilen Makedonya topraklarının, Berlin Antlaşmasıyla Osmanlı İmparatorluğuna geri verilmesi, Balkan sorununu "Makedonya Sorunu"na dönüştürdü. Bulgaristan, Ayastefanos ile kendisine verilen Makedonya'yı topraklarına katmak için girişimlere başladı. Bir yandan topraklarını genişletirken, diğer yandan da kurduğu komiteler, konsoloshaneler ve ruhani önderler aracılığıyla Makedonya'daki Bulgar etkisini arttırmaya çalıştı. Bulgarların bu faaliyetleri bölgedeki Rum, Sırp, Ulah vb. diğer unsurları da kışkırttı. Onlar da çeteler kurarak Makedonya'da etnik, demografik ve siyasal üstünlüğü ele geçirme mücadelesine giriştiler. II. Meşrutiyetin ilanını izleyen günlerde çeteler ile Osmanlı yönetimi arasında bir barış havası esmeye başladı. 1909 yılında anayasada yapılan değişikliklerle özgürlükçü ortamdan yararlanan çeteler adlarını "meşrutiyet kulüpleri"ne çevirerek yasal bir nitelik kazandı. Ancak barış havası kısa sürdü. Edirne Mebusu Talat Bey'in önerisi, Hareket Ordusu Komutanı Mahmut Şevket Paşa'nın ısrarı üzerine çıkarılan "Cemiyetler Kanunu" hükümet ile meşrutiyet kulüpleri arasında havayı gerginleştirdi. Bu nedenle 1909 sonrasında "Makedonya Sorunu" ivme kazandı. Böylece Balkan Devletleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun bölgedeki topraklarına yönelik daha büyük ve daha organize bir paylaşım sürecine girdi.

Prens Sabahaddin Bey’in, Osmanlı Devleti’nin Almanya'nın Yanında Birinci Dünya Savaşına Girişini Engelleme Çabaları

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 291 · Sayfa: 619-642 · DOI: 10.37879/belleten.2017.619
Tam Metin
Prens Sabahaddin Bey, babası Damad Mahmud Celaleddin Paşa ile birlikte dayısı II. Abdülhamid'e muhalefet etmiş ve İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kuruluş ve gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Ancak II. Meşrutiyet'in ilanından sonra, İttihatçı yönetimle ters düşerek muhalefet saflarında yer almıştır. 31 Mart Olayları ve Mahmud Şevket Paşa suikastında İttihatçılar tarafından baş sorumlu olarak gösterilmiştir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Said Halim Paşa Hükümeti'nin tavrını beğenmeyen Prens Sabahaddin tam da Almanya ile İttifak Antlaşması'nın imzalandığı günlerde bir tanesini Padişah V. Mehmed Reşad'a ve iki tanesi de Dâhiliye Nazırı Talat Bey'e olmak üzere toplam üç adet telgraf göndererek; her ne olursa olsun tarafsızlığın muhafaza edilmesini, Almanya'dan gelen haberlere itimat edilmemesini ve savaşa girmekten ısrarla kaçınılmasını vurgulamıştır. Padişah V. Mehmed Reşad'a yazılan telgraf örneği Mehmet Alkan ve Nezahet Nurettin Ege tarafından özet haliyle yayınlanmıştır. Ancak Talat Bey'e yazılan söz konusu telgraflar yayınlanmamıştır. Çalışmamızda Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde yer alan söz konusu üç telgrafın İngilizce ve Osmanlıca nüshalarını, dikkate alarak Prens Sabahaddin Bey'in Osmanlı Devleti'nin Almanya yanında Birinci Dünya Savaşı'na girmesini engellemek için yapmış olduğu faaliyetleri açıklamaya çalışacağız.