346 sonuç bulundu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- Osmanlı 14
- Ottoman Empire 14
- Ottoman 13
- Osmanlı Devleti 12
- Türkiye 7
- Dokuma 6
- İstanbul 6
- Millî Mücadele 5
- Weaving 5
- Anadolu 4
Epigrafik ve Arkeolojik Veriler Işığında Alexandria Troas’taki Kültler ve İkonografileri
Höyük · 2024, Sayı 14 · Sayfa: 91-108 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.2.091
Özet
Tam Metin
Kuzeybatı Anadolu’nun en büyük yerleşimlerinden biri olan Alexandria Troas antik kentinin, kuruluşundan itibaren yazılı kaynaklar ve arkeolojik buluntuların verdiği bilgiler ışığında çeşitli inanışlara ve kültlere ev sahipliği yaptığı görülmektedir. Antik kentteki en eski kültlerin başında Apollon Smintheus kültü gelmektedir. Günümüzde yaklaşık olarak Çanakkale ili sınırlarını kapsayan Troas Bölgesi’nin en eski ve saygı gören kültlerinden olan Apollon kültü, Smintheus sıfatıyla Homeros’un İlyada Destanı’ndaki dizelerinde ilk kez karşımıza çıkmaktadır. Apollon Smintheus kültü, antik kentte kuruluş evresinden itibaren tanınsa da asıl güçlü ilişki Roma İmparatorluk Dönemi’nden itibaren, Gülpınar’daki Apollon Smintheus Tapınağı’nın Alexandria Troas’ın ana kült merkezi olmasıyla, MS 3. yüzyıla kadar sürmüştür. Apollon’un yanı sıra antik kentte varlığı bilinen Dionysos ve Aphrodite kültleri de yazıtlar yardımıyla tanınmaktadır. Roma Dönemi’yle birlikte sikkeler üzerindeki betimlerden tanıdığımız Tykhe de kent tanrıçası olarak antik kentte saygı gören kültlerden biri olmalıdır. Karia Bölgesi’nde Lagina’da bulunmuş olan MÖ 81 yılına tarihli Grekçe bir yazıt yoluyla kurabildiğimiz Hekate ile Alexandria Troas arasındaki dinî bağın erken Geç Helenistik Dönem’e kadar gittiği, son yıllarda Forum’da yürütülen kazılar sırasında bulunmuş olan farklı boyutlardaki üç gövdeli Hekate heykelleri ise kültün Roma Dönemi’ndeki varlığı ve kültün bu kentte daha eskiye dayandığının somut kanıtı niteliğindedir. Alexandria Troas’ın İmparator Augustus ile birlikte bir koloni yerleşimi haline gelmesinden sonra kente kazandırılan kültlerden biri de İmparatorluk kültüdür.
Avrasya Geç Miyosen Dönem Microstonyx (Suidae) Taksonomisine Genel Bir Bakış
Höyük · 2024, Sayı 14 · Sayfa: 1-14 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.2.001
Özet
Tam Metin
Doğu Akdeniz Bölgesi’nde Geç Miyosen Dönem’de (11,63-5,333 milyon yıl) Microstonyx’in paleobiyocoğrafik dağılımı ve biyostratigrafik farklılığı uzun bir zamandır paleontoloji literatüründe tartışılmaktadır. Zaman, cinsiyet ve bölgesel farklılıkların karmaşası bu Geç Miyosen Dönem domuzunu Avrasya Bölgesi’nde oldukça karakteristik kılmaktadır. Vallesian ve Turolian dönemlerde açık ve kuru alanların artmasıyla birlikte Microstonyx’ler yaşam alanındaki ekolojik farklılığa çok çabuk adapte olabilmiştir. Morfolojik küçük farklılıklar Microstonyx’in alt tür ayrımını son derece hassas kılmıştır. Bu alt türün (subspecies) durumu üç farklı temel prensibe dayanır. Bunlardan ilki kronolojik sıra, ikincisi coğrafik dağılım ve üçüncüsü ise MN 12’den itibaren gerileyerek azalan ölçüleridir. MN 12/13 Dönemi’nde türlerin yok oluşu zirve yapmış ve Akdeniz ve Patratetis’in (7-5 milyon yıl) çekilmesiyle eş zamanlı olarak bu durum sona ermiştir. Akdeniz’den Orta Avrupa’ya kadar olan coğrafik bölgelerde MN 13’e kadar olan süreç içinde, Microstonyx’in yaşanabilir göl sistemleri içinde savana benzeri açık alanlardan ziyade bu alanların daha yeşil yüksek yerlerinde var olmaları bu hipotezi destekler niteliktedir. Ayrıca cranial morfolojisi ve ekosistemde paylaştığı ortak fauna da bu durumu doğrulamaktadır. Microstonyx’in evrimi, spesifik olarak ekolojik değişikliklere karşı çok esnektir. Bu çalışma, Geç Miyosen Dönem’de Doğu Akdeniz Bölgesi’nin yaygın domuzu olan Microstonyx’in coğrafik ve stratigrafik farklılığının yanında ekolojik uyumuna genel bir bakış açısı getirmeyi hedeflemiştir.
İngiltere Dış Politikası Ve Türkiye İçin Amerikan Mandası Tasarısı (1918-1919)
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 110 · Sayfa: 361-386 · DOI: 10.33419/aamd.1577611
Özet
Tam Metin
Bu makale, Birinci Dünya Savaşı sonrasında düzenlenen Paris Barış Görüşmeleri sürecinde İngiliz hükûmetinin İstanbul, Boğazlar ve Doğu Anadolu’yu birlikte ya da ayrı ayrı birer manda yönetimi idaresine dönüştürme ve bu yeni idarenin sorumluluğunu Amerika Birleşik Devletleri’ne yükleme planını incelemektedir. İngiliz diplomatların birbirleri arasında, Londra ile, Paris’te bulunan İngiliz delegeler ile ve Washington’da görüştükleri Amerikalı yetkililer ile yaptıkları yazışma kayıtlarını inceleyen makale Osmanlı Devleti’nin geleceğine dair tartışmaların başladığı görüşmelerin ilk dönemine odaklanmaktadır. Henüz Anadolu’da Millî Mücadele’nin başlamadığı, İstanbul’da resmî olarak İngiliz Ordusu tarafından yönetimin ele geçirilmediği, Yunan Donanması’nın İngiltere desteğiyle İzmir’i işgale başlamadığı, Osmanlı topraklarının geleceğinin belirsiz olduğu bu dönemde diplomatların üzerinde anlaşamadıkları birçok tasarı mevcuttur. Bölgede kurulacak bir Amerikan Mandası önerisi üzerine de geniş çaplı bir tartışma yürütülmüş ve bunun sonuçları ile ilgili bir uzlaşma sağlanmamıştır. Üzerinde mutabakat oluşan tek sonuç, Amerikalıların bölge ile ilgili konularda yeterince tecrübe ve bilgi sahibi olmamasıdır. Ne var ki Amerikalıların bakış açısından durum oldukça farklıdır. Amerikalı diplomatlar, İngiltere’nin bölgede alışkın oldukları sömürge düzenini tesis etmeye ve burada kuracakları hâkimiyet yoluyla Hindistan ve yeni ele geçirdikleri Afganistan yolunu açık tutmaya çalıştıklarını iddia etmektedirler. Bu makale; Birinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikalıların dış politikada İngiltere’nin rehberliğine artık ihtiyaç duymadığını; Amerikalıların bir süredir yardım kuruluşları, misyonerler, ticari acenteler yoluyla bölgenin en önemli liman kentlerinde nüfuz alanı yaratmış olduğunu ve bunun siyaseten desteklendiğini; İngiliz diplomatların düşüncesinin aksine Amerikalıların özellikle kıyı kentleri, İç Anadolu ve Doğu Anadolu’da etkin bir şebeke kurduğunu ve bölgede artan İngiliz karşıtlığından faydalanmaya çalıştığını ortaya koymaktır. Bu çerçeve etrafında makale, İngiltere’nin savaşın hemen sonrasında Duyun-ı Umumiye’yi tekrar kurmak için harekete geçmesi ile Amerikalıların Karadeniz kentlerinde ticari temsilcilikler oluşturması arasındaki ayrıma dikkat çekmeyi hedeflemektedir. Genel olarak makale, Britanya İmparatorluğu’nun yerini iktisadi ve siyasi olarak ABD’nin almaya başladığı iki dünya savaşı arasındaki döneme ait bir örnek vaka olarak Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiliz hükûmeti tarafından Anadolu’da kurulması planlanan bir Amerikan Mandası ve sonrasında İngiltere ve ABD arasında yaşanan ayrışma sürecini incelemektedir.
Trakya’da Mübadele’nin Paşaili Gazetesine Yansımaları
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 110 · Sayfa: 387-426 · DOI: 10.33419/aamd.1577625
Özet
Tam Metin
1923-1924 yıllarında gerçekleşen Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi gerek genel ölçekte gerekse yerel ölçekte birçok çalışmaya konu olmuştur. Özellikle yerel ölçekteki çalışmaların sayısı arttıkça mübadelenin birçok bilinmezi ortadan kalkmış ve panoraması genişlemiştir. Yerel ölçekli çalışmaların en önemli kaynaklarından biri şüphesiz ki yerel periyodik yayınlardır. Bölgesel gelişmelere dayalı yayın yapan bu periyodik yayınların sütunlarından dönemin ulusal basınına ya da dönemin resmî yazışmalarına/kayıtlarına yansımamış birçok meselenin izini sürmek mümkündür. Bahsi geçen bu durum, bu makalede incelenen Trakya bölgesi için de geçerlidir. Bu makalenin amacı, mübadelenin gerçekleştiği dönemde Trakya’da yayın yapan ve nüshalarına erişilebilen tek süreli yayın olan Paşaili gazetesi üzerinden mübadelenin Trakya’daki işleyişini incelemektir. Mevcut literatürde Trakya bölgesinde mübadeleyi konu edinen çalışmalar, konuya spesifik bir il -Edirne, Tekirdağ gibi- özelinde eğilen çalışmalardır. Trakya’da mübadele konusu, henüz bir bütün olarak ele alınmamıştır. Önceki satırlarda önemine değindiğimiz spesifik bir kaynak -Paşaili gazetesi- üzerine inşa ettiğimiz bu çalışma, bir kitap ya da tez konusu olacak ölçekte geniş bir konu olan Trakya’da mübadeleyi uçtan uca incelemeyecek, makalenin kapsamı, Trakya’da mübadelenin Paşaili gazetesine yansıyan yönleriyle sınırlı kalacaktır. Bununla beraber çalışmanın kapsamı her ne kadar Paşaili gazetesine yansıyan bilgilerle sınırlandırılsa da gelecekte bu konuya eğilecek olan araştırmacılar için bir dibace niteliği taşıyacaktır.
Bu çalışmada, nitel araştırma yönteminin veri toplama yöntemlerinden biri olan doküman analizi yöntemi takip edilmiştir. Paşaili gazetesinde, Trakya’da mübadele hususunda arşiv belgelerine, ulusal basına ya da basılı eserlere yansımamış birçok bilgi yer almaktadır. Mübadelenin birinci elden tanığı olarak nitelendirebileceğimiz bu gazeteden, Trakya’ya getirilen mübadillerin geldikleri yerler, mübadillerin sayıları, ne işle meşgul oldukları, genel sağlık durumları ve yakalandıkları hastalıklar, Trakya’nın hangi şehir/kasaba/köylerine iskân edildikleri, yolculuk aşamasında ve iskân sonrasında karşılaştıkları sorunlar, Trakya’ya iskân edilen mübadillere yapılan maddi ve aynî yardımlar gibi birçok husus hakkında doyurucu bilgilere ulaşılmış ve edinilen bu bilgiler doğrultusunda Trakya’da mübadele konusu üzerine değerlendirmelerde bulunulmuştur.
Türk Hava Kuvvetlerinin İlk Pilotu: Mehmet Fesa Evrensev
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 110 · Sayfa: 327-360 · DOI: 10.33419/aamd.1577585
Özet
Tam Metin
Sanayi İnkılâbının sonuçlarının havacılık sektörüne uyarlanması ile ilk motorlu uçak gökyüzü ile buluşmuştur. Bu sürecin yansıması olarak ordu envanterine uçağı ilk dâhil eden devletler, ABD, Fransa ve İtalya olmuştur. Batılı devletlerin uçakları envanterlerine dâhil etmesi üzerine Osmanlı Harbiye Nezareti, 1911 yılında iki personelin Avrupa’da pilotaj eğitimi görmesi amacıyla girişimlere başlamıştır. Neticede ordulara yayımlanan bir genelge ile yapılan sınav sonucu, Süvari Yüzbaşı Mehmet Fesa Bey ile İstihkâm Üsteğmen Yusuf Kenan Bey, pilotaj öğrenimi almaya hak kazanmıştır.
Mehmet Fesa Bey, Fransa’daki Bleriot Tayyare Fabrikasının Uçuş Okulu’nda eğitim alıp başarılı olan ilk Türk subayıdır. Böylece kendisi Türk Hava Kuvvetlerinin ilk pilotu olmuştur. Kendisi Fransa’nın 780, Türk Hava Kuvvetlerinin 1 numaralı pilot brövesinin sahibidir. Fransa’dan dönüşte, bir Türk pilotu olarak Türk göklerindeki ilk uçuşu icra etmiştir. Balkan Harbi’ne katılmış, yaptığı keşiflerle komuta makamlarının orduyu sevk ve idaresine katkılar sağlamıştır.
Birinci Dünya Harbi’nin başında Kafkas Cephesi’nde görevlendirilmesine karşın, Rusların Mehmet Fesa Bey’i taşıyan gemiyi vurması üzerine esir düşerek, altı yıl süreyle Sibirya’da kalmıştır. 1920 yılında esaretten dönmüş ve Türk İstiklâl Harbi’ne Doğu Cephesi Muharebeleri sırasında katılım sağlamıştır. Millî Mücadele’den sonra binbaşı iken emekli olmuş ve bir süre tercümanlık yapmıştır. 1951 yılında hayatını kaybetmiştir.
Bu çalışma, Millî Savunma Bakanlığı Arşiv ve Askerî Tarih Daire Başkanlığı (Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı) Arşivi’nden (ATASE) temin edilen belgeler ile dönemi yansıtan tetkik eserler, süreli yayınlar ve hatıratlar çerçevesinde ortaya konacaktır. Araştırma, Türk havacılık tarihinde müstesna bir yeri olan ve Türk Hava Kuvvetlerinin ilk pilotu olan Mehmet Fesa Evrensev’in tarihteki yerini ve durumunu ortaya koymuştur.
Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Hastalık Ve Evlilik: Besim Ömer Akalın’ın Fen Ve İzdivaç İsimli Eserinin Tıp Tarihi Açısından Değerlendirilmesi
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 110 · Sayfa: 473-520 · DOI: 10.33419/aamd.1577681
Özet
Tam Metin
Besim Ömer Akalın, tıp tarihinde yer tutan önemli şahsiyetlerden birisi olmakla birlikte özellikle Osmanlı’nın son dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında sağlık politikalarına yön verilmesi konusunda fikirleriyle dikkate değer girişimlerde bulunmuştur. Sağlık alanını ilgilendiren birçok kitap ve makale kaleme almıştır. Müstakil olarak ele aldığı kitapların yanı sıra seri olarak yazdığı eserleri de bulunmaktadır.
Çalışmamızda nitel araştırma yöntemlerinden biri olan doküman analizi yöntemi kullanılmıştır. Bu kapsamda Besim Ömer Akalın’ın Fen ve İzdivac Evlenebilecekler ve Evlenemeyecekler isimli eserinin Osmanlı Türkçesinden çeviri yazısı yapıldıktan sonra sadeleştirme yapılarak günümüz Türkçesine özet metin şeklinde aktarılmıştır. Çalışma, temelde nüfus politikasını ilgilendiren ve dönemin yaygın anlayışını dile getiren seri olarak kaleme aldığı eserlerindendir. Eser, insan neslini “iyileştirme” ve bu “iyileştirme” üzerine kurguladığı sistemi anlattığı ve önerilerde bulunduğu geneli ilgilendiren fikirlerini içermektedir. Eserde ağırlıklı olarak evliliği etkileyebilecek bulaşıcı hastalıklara, yaş uyumuna, nasıl bir eş seçilmesi gerektiğine ve nüfusun geleceğini olumlu ya da olumsuz şekilde etkileyebilecek hususlara değinmektedir.
Eser, daha önce ele alınarak kapsamlı bir değerlendirmesi yapılmamıştır. Bu doğrultuda çalışma kapsamı olarak eser özelinden hareket edilerek günün nüfus politikalarına, yaygın bulaşıcı hastalıklarla birlikte yaygın ve bulaşıcı olmayan hastalıklara, insanların içerisinde bulunduğu ruhi hâllerin evlilik müessesine olan etkisine ve ırk ıslahı yönündeki dönem tartışmalarına değinilmiştir.
Çalışma, Besim Ömer Akalın’ın ilgili eserinde ileri sürdüğü görüşlerinin eserini yayımladığı dönem şartlarında hangi bilimsel temellere oturtmaya çalıştığını sorgulayarak dönemin diğer yazarlarının benzer konulardaki görüşleri ile karşılaştırılmasını ve dönemin genel yöneliminin ortaya çıkarılmasını amaçlamaktadır. Ayrıca Besim Ömer Akalın’ın bazı görüşlerinin günümüz bilimsel bakış açısıyla ifade ettiği geçerlilik de tartışılarak söylemlerinin zamanının ötesine geçip geçmediğinin ortaya konulması hedeflenmiştir.
Demografik Bir İnkılap: Cumhuriyet Döneminde Doğum Ve Çocuk Bakımevleri (1925-1940)
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 110 · Sayfa: 427-472 · DOI: 10.33419/aamd.1577660
Özet
Tam Metin
Cumhuriyet’in ilanı ile başlayan modernleşme sürecinde sağlık alanında önemli reformlar gerçekleştirilmiştir. Cumhuriyet idaresi, Millî Mücadele sırasında ve sonrasında azalan nüfusun yerine ikame edeceği genç nesilleri sağlıklı ve güçlü kılmak istemiştir. Bu sebeple İdarenin askeri, siyasi, ekonomik ve toplumsal gücü oluşturmak amacıyla girişilen reformlar arasında doğum ve çocuk bakım evlerinin kurulması da yer almıştır. Kadın ve çocuk sağlığının korunması amacıyla kurulan ve belediyeler ve devlet iş birliğiyle Türkiye geneline yaygınlaştırılmaya çalışılan doğum ve çocuk bakım evleri, doğum öncesi ve sonrası ücretsiz muayene ve tedavi hizmetleri vermek, doğum sonrasında ise anne ve çocuğun bakım ve beslenme gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulmuştur. Ayrıca, doğum sonrası çocuk bakımı konusunda annelere eğitim desteği de sağlamıştır. Herhangi bir ayrım yapmaksızın kuruma başvuran tüm kadınlara ücretsiz hizmet vererek devletin sosyal kimliğini de şekillendiren bu kurumlar, toplumun genel refahını sağlamayı hedeflemesi açısından önem taşımışlardır. “Demografik Bir İnkılap: Cumhuriyet Döneminde Doğum ve Çocuk Bakım Evleri (1925- 1938)” başlıklı bu çalışma, doğum ve çocuk bakım evlerinin kurulması ve gelişimi üzerine odaklanmakta, doğum ve çocuk bakım evlerinin toplum sağlığına katkılarını incelemektedir. Çalışmada, bu tesislerin sayısal verileri ve hizmet kapasiteleri incelenerek, sağlık hizmetlerinin yaygınlaşmasının toplumsal etkileri değerlendirilmiştir. Veriler, sağlık hizmetlerine erişimi kolaylaştıran bu kurumların toplumsal ihtiyaçları azami düzeyde karşıladığı fikrini desteklemektedir. Sağlık alanında gerçekleştirilen reformlar kapsamında, bu kurumların var edilmesinin, azalan nüfus probleminin giderilmesi çabalarının önemli bir boyutunu oluşturduğu düşünülmektedir. Çalışmada, doğum ve çocuk bakım evlerinin kadrosunun çeşitli kurs ve seminerler ile yetiştirilen sağlık personeli ile oluşturulması çabaları ile bu kurumların sunduğu hizmetlerin kadınların sağlık koşullarını iyileştirerek toplumun genel refah düzeyine katkı sağladığına da vurgu yapılmıştır.
Atatürk Dönemi’nde Doğu Üniversitesi Kurulmasına Yönelik Yapılan Faaliyetler (1936-1938)
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 110 · Sayfa: 573-604 · DOI: 10.33419/aamd.1577705
Özet
Tam Metin
Türkiye Cumhuriyeti, çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmak maksadıyla her alanda bir inkılap seferberliği başlatmıştır. Köklü değişimlerin yaşandığı alanlardan birisi de eğitim olmuştur. Bahsedilen süreçte ilköğretim kademesi başta olmak üzere toplumun her kesimini kapsayan ve halkın ihtiyaçlarına yönelik modern eğitim kurumları açılmaya çalışılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yapılan inkılap hareketlerinden ülkenin tek yükseköğretim kurumu da nasibini almıştır. Bu kapsamda Osmanlı Devleti’nden miras alınan Darülfünun kapatılarak İstanbul Üniversitesine dönüştürülürken aynı zamanda ülkenin doğusunda bir üniversite kurulması fikri gündeme gelmiştir. Bu çalışma, ülkenin kalkınmasını sağlamak ve nitelikli eleman ihtiyacını karşılamak maksadıyla açılması düşünülen doğu üniversitesini ele almaktadır. Böylece yeni bir üniversite açılması düşüncesinin altında yatan sebepleri ve bu doğrultuda yapılan faaliyetleri ortaya çıkarmak amaçlanmıştır.
Bu çalışmada, nitel araştırma yöntemlerinden tarihsel araştırma ve tarama yöntemi kullanılırken, teknik olarak doküman analizi tekniği tercih edilmiştir. Bu kapsamda arşivlerde yapılan taramalar sonucunda yeterli belgeye ulaşılmadığı için çalışmanın esas kaynağını dönemin basını oluşturmaktadır. Gazetelerde yapılan detaylı incelemeler neticesinde doğu üniversitesi kurma faaliyetlerinin 1936 yılından itibaren gündeme geldiği görülmüştür. Yine bu bağlamda basının süreci yakından takip ettiği, haber ve köşe yazıları sayesinde kamuoyu oluşturmaya çalıştığı ve üniversite kurma işine olumlu katkı yaptığı söylenebilir. Ayrıca Türkiye’nin doğusu ile batısı arasındaki gelişmişlik farkının azaltılması, doğu bölgelerinin ihtiyaç duyduğu nitelikli elamanın yetiştirilmesi, bölgenin imar alanında kalkındırılması maksadıyla Van’da bir üniversite kurulması düşünüldüğü tespit edilmiştir. Ancak ülkenin içinde bulunduğu şartlar, dış politikadaki gelişmeler, Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatı, II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi gibi nedenlerden dolayı düşünülen üniversitenin kurulamadığı anlaşılmıştır. Netice itibariyle milat olarak kabul edilen 1 Kasım 1937 tarihli Mustafa Kemal Atatürk’ün konuşmasından önce doğu üniversitesi kurma çalışmalarına başlandığı, ancak bahsedilen konuşmadan sonra sürecin hızlandığı fakat çeşitli sebeplerden dolayı tamamlanamadığı görülmüştür.
Kemalist* Halkçı Kıbrıs Türk Lideri M. Necati Özkan’ın Siyasi Hayatı Ve Liderlik Mücadelesi (1926-1953)
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 110 · Sayfa: 521-572 · DOI: 10.33419/aamd.1577698
Özet
Tam Metin
Kıbrıs, Doğu Akdeniz’deki stratejik konumundan dolayı çok sayıda devlete ev sahipliği yapmıştır. Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs’taki egemenliği 1571 yılında başlamış ve Anadolu’dan gönderilen çiftçi ve zanaatkârlar Ada’daki Türk varlığının ilk temsilcileri olmuşlardır. Kıbrıs Türkleri Osmanlı toplum yapısının doğal bir sonucu olarak siyasal bir liderin kontrolünde olmamış, Babı Âli tarafından görevlendirilen kadı ve müftüler XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar olan dönemde Kıbrıs Türklerinin önderleri olarak kabul görmüştür. Kıbrıs, Lozan Barış Antlaşması ile İngiltere’ye bırakıldıktan kısa bir sonra 1925 yılında Ada’da sömürge yönetimi ilan edilmiştir. Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı kendisine rehber edinen ve Kemalist politikalar takip eden M. Necati Bey (Özkan) 1930’lu yıllardan itibaren Kıbrıs Türk siyasi liderliğini temsil etmeye başlamıştır. Bu durum İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar devam etmiş, ancak 1945 yılından itibaren Kıbrıs Türk liderlik çekişmesinde iki grup öne çıkmıştır: Kemalist Halkçılar ve Sömürgeci Evkafçılar. Kıbrıs’taki Kemalist Halkçı hareketin ilk siyasi lideri olan M. Necati Özkan ve mücadelesinin her yönü ile ortaya konulması günümüzde de devam eden Kıbrıs Sorunu’nun köklerinin anlaşılması açısından önemlidir. Çalışmada Kıbrıs Türklerinin var olma mücadelesinde önemli bir aktör olan M. Necati Özkan’ın siyasi faaliyetleri ve liderlik mücadelesi ile bunun yarattığı siyasal etkilerin ortaya konulması amaçlanmıştır. Hedeflenen amacın gerçekleştirilmesi maksadıyla, nitel araştırma yöntemi doküman tarama tekniği kullanılarak döneme ait birincil ve ikincil kaynakların taranması öngörülmüştür. Bu doğrultuda; Türkiye, KKTC ve İngiltere’deki arşivlerde tarama yapılmış, birincil ve ikincil kaynaklar ile ilk kez bilim dünyasının bilgisine sunulan kişisel arşiv belgelerinden yararlanılmış ve elde edilen bilgiler dönemin Kıbrıs Türk basınındaki haberler ile sözlü tarih görüşmeleri ile tamamlanarak objektif bir sonuca ulaşılması hedeflenmiştir.
Alman Ordusunun II. Dünya Savaşı’nda Sovyet Rusya’ya Karşı Düzenlediği Barbarossa Harekatı’nın Başlangıcı Ve Türk Basını
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 110 · Sayfa: 605-640 · DOI: 10.33419/aamd.1577716
Özet
Tam Metin
Almanlar, 23 Ağustos 1939’da Sovyetler ile pakt yaptıklarında Bismarck döneminden beri süregelen iki cephede aynı anda savaşmama politikasını devam ettirmiştir. Sovyetler ise batıdaki en yakın düşmanıyla ittifak yapmayı başarmıştır. Bu ittifak 1 Eylül 1939’da başlayan İkinci Dünya Savaşından yaklaşık 2 sene sonra 22 Haziran 1941 tarihinde Almanların Sovyetler Birliği’ne savaş ilan etmesine kadar devam etmiştir. Uzun yıllar sürecek olan bu mücadelenin ilk aylarında meydana gelen aksaklıklar ve oluşan bloklar savaşın gidişatı üzerinde belirleyici bir rol oynamıştır. Hitler ve kurmaylarının kısa bir sürede biteceğine inandıkları bu savaşın planları dahi kış aylarını kapsayacak şekilde tasarlanmamıştır. Ancak bu inancın, Sovyetler Birliği’nin cephelerdeki direnci karşısında çok iyimser kaldığı fark edilmiş, belirlenen bölgelerin planlanan tarihlerde ele geçirilememesi ve kış aylarının başlaması Almanlar için sonun başlangıcı olmuştur. Alman ordusunun bu durumu başta İngiltere olmak üzere pek çok devletin Almanların yenileceğine dair inancını arttırmıştır. İngiltere’nin Sovyetlere yardım sağlamak amacı ile başlattığı görüşmeler Mihver Devletlerinin karşısında yeni bir bloğun oluşmasını sağlamıştır. Çalışmanın amacı Türk basınının, Barbarossa Harekatı’nın başlangıç süreciyle beraber girilen yeni savaş düzenini nasıl değerlendirdiğini ve konu hakkındaki görüşlerini incelemektir. Bu doğrultuda çalışmada, Akşam, Cumhuriyet, Tan ve Ulus gazeteleri seçilerek nitel araştırma yöntemlerinden doküman analizi kullanılmıştır. Türkiye’nin kara bağlantısına sahip olmamasına karşın hem Sovyetler hem de Almanya ile olan ilişkileri savaş süresi boyunca tüm devletlerin ilgisini çekmiş, iki tarafın da Türkiye’nin savaşa dahil olması amacıyla yaptığı baskılar bu dönem artarak devam etmiştir. Hem diplomatik hem de medya aracılığı ile bu baskılara sık sık yanıt verilmiş ve Türkiye’nin savaş dışılığı konusu savunulmuştur. Bu noktada Türk basınından yola çıkılarak Türkiye’nin taraf olduğu ya da bir tarafa meyilli olduğu iddialarına da cevap aranmıştır.