1429 sonuç bulundu
Dergiler
- Belleten 381
- Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi 316
- Erdem 190
- Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten 189
- Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi 170
- Arış 98
- Höyük 72
- Belgeler 13
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
- Nail Tan 22
- Mehmet Ölmez 12
- Sadettin Özçelik 10
- Hasan Ali ÇETİN 9
- Ahmet Karaman 6
Anahtar Kelimeler
- Osmanlı Devleti 56
- Ottoman Empire 53
- Osmanlı 48
- Ottoman 39
- Türkiye 31
- Dokuma 27
- Weaving 23
- İstanbul 21
- Osmanlı İmparatorluğu 21
- Turkey 21
1930’ların Kültür Dünyasını Aralamak: Görüş Mecmuası
Erdem · 2016, Sayı 70 · Sayfa: 43-62 · DOI: 10.32704/erdem.536806
Özet
Tam Metin
Bu makale, 1930'dan 1932'ye kadar üç yıl içinde, düzensiz aralıklarla dört sayı çıkabilen, fakat gerek çıkaranlar gerekse yazarları bakımından dönemi için önemli bir kaynak kıymetinde olan Görüş dergisini tanıtmayı ve içeriğini tahlil etmeyi amaçlıyor. Makalede evvela derginin çıkış macerası ve biçimsel özellikleri anlatıldı, sonra da içinde yer alan önemli yazılar incelendi. O yıllarda Görüş'te ürünleri yayımlanan fakat bugün yeterince tanınmayan, bilinmeyen yazarlara da değinildi kısaca. Dördüncü sayısı bugün sadece bir iki kütüphanede bulunabilen mecmuada çıkan kimi yazılar, sonradan kitaplara girme şansı bulamadığı için, edebiyat araştırmacılarına nihan kalmıştır denebilir. Bu yazılarda, hâlihazırdaki bazı bilgileri düzeltecek ya da genişletecek özgünlükte malûmat mevcuttur. Dergide yer alan Ahmet Kutsi Tecer'in kitaplaşmayan yazıları, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın kitaplarına girmeyen iki çevirisi, başkaca yazarların araştırmacılara uzak, bir bakıma gizli kalmış bazı deneme, değini ve değerlendirme yazıları da bu çalışmayla gün ışığına çıkıyor. Dergilerde yayımlanan bilhassa şiirlerin veya bazen yazıların, daha sonra kitaplara alınırken müelliflerince değiştirildikleri bilinmektedir. Tanpınar'ın Görüş'te çıkan bir şiirinde, kitabına alırken yaptığı değiştirmeleri de gösterdik. Ayrıca derginin yazılar ve yazarlar dizini de hazırlanıp makaleye dâhil edilmiştir
Klasik Türk Şiirinde Levendâne Tarz
Erdem · 2016, Sayı 70 · Sayfa: 5-24 · DOI: 10.32704/erdem.536801
Özet
Tam Metin
Levent, Osmanlı dönemi deniz askerleri için kullanılan bir isimdir. Leventler sosyal statüleri, giyim kuşamları, hâl ve hareketleriyle toplumu bazen olumlu bazen de olumsuz yönden etkilemişlerdir. Türk halkı askerlik mesleğine çok değer verdiği için leventler, kültürümüzde genellikle olumlu yönleri ile yer almışlardır. Adalar başta olmak üzere, özellikle sahilde yaşayanların giyinme, konuşma, saç şekli, yürüyüş gibi hâl ve hareketlerinde leventlerin etkisi söz konusudur. Bu etki yaygınlaşarak halk arasında bir tarzın oluşmasını sağlamıştır. Bu tarz zamanla edebiyatta da kendini göstermiştir. Klasik Türk edebiyatı yaygın olarak bilinenin aksine, sosyal hayattan beslenmiş ve onun aynası olmuştur. Halkın içinde giyimden saç stiline, yürüyüşten konuşma tarzına kadar değişik alanlarda varlığından söz ettiren bu tarz, şiir alanında da kendini göstermiştir. Divan şairleri, deniz askerlerinin rol modeli olduğu toplumda, sevgili ve âşık gibi şiir kahramanlarıyla leventler arasında ilgi kurmuşlar ve bu tarzda yazdıkları şiirlere "levendâne şiir", "levendâne kaside", "levendâne gazel" gibi isimler vermişlerdir. Bu makalede, deniz kenarında yaşayan insanların sıkça gördükleri deniz askerlerinden etkilenerek oluşturdukları bir tarz incelenmiştir. Levendâne diye adlandırılan bu tarzın nasıl oluştuğu, hayatın hangi alanlarında nasıl görüldüğü ve şiire yansıması değişik şairlerden alıntılanan beyitlerle değerlendirilmiştir.
Akabi Hikâyesi’ne Marksist Eleştirel Bir Yaklaşım
Erdem · 2016, Sayı 70 · Sayfa: 63-74 · DOI: 10.32704/erdem.536808
Özet
Tam Metin
Akabi Hikâyesi, 1851 yılında Ermeni harfleriyle yazılan ilk Türkçe romandır. Eser, Ermeni toplumunun farklı mezhebine mensup iki gencin aşk hikâyesi üzerinden, Tanzimat döneminin sanat anlayışı ve sosyal hayatını yansıtır. Temel kaynağını, diyalektik yöntemden ve doğru çözümlenmiş bir tarih anlayışından alan Marksist eleştiri ise edebiyat yapıtlarını incelerken aynı ilkelerden hareket eder. Bu nedenle toplumun ekonomik, politik, sosyal açıdan eleştirisi kabul edilir. Toplumdaki sosyal yapı, sınıf farkları, çatışan güçler Marksist eleştirinin değer ölçütleridir ve metin bu eleştiriyi somutlaştıran nesne işlevi görür. Bu makalede, Akabi Hikâyesi'ndeki ekonomik ve sosyal ilişkilerden yola çıkılarak roman Marksist eleştiri kuramına göre değerlendirilecektir. Romandaki karakterler aracılığıyla ekonomik koşullar ve dinin topluma etkisi dikkate alınmıştır. Ayrıca ekonomi ile toplum arasındaki etkileşimin çözümlenmesiyle, Akabi Hikâyesi'nde temsil edici "tip"ler tespit edilmiştir. Makalede, romanın Marksist eleştiri kuramına göre çözümlenmesi amaçlandığından, olay örgüsü üzerinde durulmamış ve yalnızca çözümleme açısından gerekli görülen noktalara değinilmiştir.
Modern Türk Öyküsünde Alt Türler (1890-1950)
Erdem · 2016, Sayı 70 · Sayfa: 85-103 · DOI: 10.32704/erdem.536817
Özet
Tam Metin
Modern öykü diğer türlerle girdiği ilişkiye ve yararlandığı edebî teknik ve formlara göre sınıflandırılabilir. Buna göre, mizahi öykü, teatral öykü, portre öykü, röportaj öykü, mektup öykü, anı/günlük öykü, tezli öykü, melodramatik öykü, dramatik öykü, gotik öykü olmak üzere on alt tür ortaya çıkmaktadır. İkili tasnif kullanıldığında onlarca hatta yüzlerce öykünün tek bir özelliğinin ya da en çok iki özelliğinin ifade edilmesi söz konusuyken, çoklu tipoloji sayesinde anlatıların pek çok özelliğinin gözler önüne serilmesi mümkün olmaktadır. Başkaca yapısal özelliklerine bakmadan, aynı yazarın pek çok öyküsünü bu iki kategorinin içine koymanın, incelenen öykülerdeki çeşitliliği göstermeyeceği düşünülmüş ve anlatıların yapısal özelliklerinden hareketle alt tür ayrımı yapılmıştır. Bu bağlamda yapılmak istenen, söz konusu ikili ayrımın yanlışlığını kanıtlamak değil, olası başka tipolojiler üzerinden öyküye yeniden bakmayı önermektir.
Televizyon İzleyicisi Kimdir? Kavramsal Bir Tartışma
Erdem · 2016, Sayı 70 · Sayfa: 25-42 · DOI: 10.32704/erdem.536832
Özet
Tam Metin
Televizyon çalışmaları açısından "izleyici" muğlak ve tarif edilmesi güç bir kavramdır. İletişim alanı içindeki farklı epistemolojik yönelimler, iletişim süreçlerini olduğu kadar izleyiciyi de farklı biçimlerde tarif ederler. Temelde izleyicinin kim olduğu sorusunun yanıtını belirleyen, izleme davranışının nasıl anlaşıldığıdır. İzleme pratikleri gündelik hayat içerisindeki sosyal etkileşimle belirlenir. Bu bağlamda, teknolojik değişimlerin ortaya çıkardığı farklı sosyal etkileşim biçimleri televizyon izleyiciliği pratiğini de biçimlendirmiştir. Bu makalede televizyon çalışmaları alanında izleyici kavramının geçirdiği dönüşüm ele alınmakta, teknolojik yeniliklerle birlikte izleyicilik pratiklerinin değişimi ve bunun televizyon çalışmaları için ne anlama geldiği tartışılmaktadır.
Felsefi Bir Söylem Biçimi Olarak Susku
Erdem · 2016, Sayı 70 · Sayfa: 75-84 · DOI: 10.32704/erdem.536838
Özet
Tam Metin
Felsefe, hep söylemek eylemi üzerine kendini inşa eder, söylemek eyleminde kendini gerçekleştirir. Söylemeyen, söylemeye eğilim duymayan bir felsefe düşünemeyiz bile. Susku hali, zaman zaman felsefenin gündemine girmiştir. Bunun en ileri örnekleri Kant, Kierkegaard ve Wittgenstein'da görülebilir. Bunlar öylesine anlamlı suskulardır ki, adeta felsefenin temel soruları karşısında verilmiş en sahih cevaplardır. Özellikle metafizik konular söz konusu olduğunda -ki buna ölüm de dâhildir- felsefenin, derin susku sularına gömüldüğü görülebilir. Sorun şudur: Susku, sözü bitirir mi yoksa yeni bir konuşma mı başlatır? Susmak, gerçekten susmak mıdır, yoksa Rilke'nin dediği gibi "yeni bir başlangıç, yeni bir işaret ve yeni bir değişim" midir? Sustuğumuz zaman, konuşmayı bitirmiş mi oluruz, yoksa asıl konuşma o zaman mı başlar? Eğer susku da bir konuşma tarzıysa, felsefi bir söylem biçimi olarak ortaya çıkma durumu söz konusu olabilir. Bu bağlamda sorulabilecek bir başka soru da şudur: Ölümün getirdiği ebedi susku, felsefi değerde midir?
Hititçe Metinlerde Geçen KURIDHulana-/ KUR IDSĺG ‘Yün Nehri Ülkesi’ Üzerine Yeni Bir Değerlendirme
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 288 · Sayfa: 357-370 · DOI: 10.37879/belleten.2016.357
Özet
Hititçe metinlerde nadiren adına rastladığımız ama aslında stratejik olarak anahtar bir rol oynayan "KUR IDHulana-": Hulana Nehri Memleketi'nin lokalizasyonuna yönelik birkaç teklif bulunmaktadır. Bir taraftan Hitit Devleti'nin kuzeyinde Pala-Tumana Bölgesi ve Kaška Bölgesi'ne lokalize edilen bazı yerleşimlerle birlikte anılması ama diğer taraftan nehrin doğduğu dağın Aşağı Ülke'ye yerleştirilmesi, lokalizasyonu oldukça güçleştirmektedir. Hem bir akarsu hem de bu akarsuyun vadisinde ya da kıyısında kurulmuş olan bir şehre ve ülkeye işaret eden bu yerleşim, Hititçe metinlerden bildiğimiz Huwatnuwanta Dağı ile birlikte anılmaktadır. Hititlerin Baş Tanrısı Fırtına Tanrısı ile de yakından bağlantılı olan bu dağ, kutsal bir dağ görünümündedir. Dolayısıyla hem Huwatnuwanta Dağı hem de Hulana Nehri Memleketi'nin lokalizasyonuna yönelik yapılacak olan bu çalışma bölgenin tarihi coğrafyası açısından da önem taşımaktadır. Çalışmada adı geçen yerleşim isminin etimolojisi incelenerek bazı yeni yorumlar yapılacaktır. Ayrıca Hititçe metin yerlerinde bu nehir ülkesinin geçtiği pasajlar yeniden gözden geçirilecek, daha önce yapılmış olan teklifler de göz önünde bulundurularak, bazı yeni öneriler paylaşılacaktır.
Timurlu Tarihine Dair Farsça Yeni Bir Kaynak: Zahîr-i mar’aşî’nin Müntahabü’t-Tevârîh’i
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 288 · Sayfa: 371-394 · DOI: 10.37879/belleten.2016.371
Özet
Tam Metin
Ortaçağ tarihi için önem arzeden Târih-i Taberistân, Rûyân û Mâzenderân ile Târih-i Gîlân adlı eserleriyle bilinen Zahîrüddîn b. Nasîreddîn-i Mar'aşî'ye ait Farsça yeni bir kaynak tespit edilmiştir. Timur'un doğumundan ölümüne kadarki olayları ihtiva eden eser, daha önceleri Timurlularla ilgili yazılmış olan kaynaklara dayanılarak, Müntahab şeklinde hazırlanmıştır. Kaynaklarından birinin Yezdî'nin Zafernâme'si olduğu tespit edilmiştir. Zahîrüddîn, istifade ettiği önceki eserlerden aldığı bilgilere ilave olarak, olayların şahidi ve hadiselerin içerisinde yer alan sözlü kaynaklarından da önemli bilgiler aktarır. Onun kaynakları Anadolu ve Suriye seferlerine bizzat Timur'un yanında iştirak eden babası Nasîreddin, Amcası ve Amcazâdesi Gıyaseddin ve Abdulvahap adındaki zatlardır. Yıldırım Bayezid'in esir edilerek Timur'un otağına getirilmesi ve burada iki hükümdar arasında gerçekleşen konuşmaların Yezdî'nin ifade ettiği gibi olmadığını zikreden müellif, o sırada Timur'un otağında hazır bulunan amcası Gıyaseddin ve Ankara savaşına iştirakle gösterdiği yararlılık neticesinde Timur tarafından mükâfatlandırılan amca-zâdesi Abdulvahab'dan nakillerde bulunur. Bu çalışmada, müellifin hayatı, tarihçiliği ve üslûbu ile eserin muhtevası, kaynakları, Timurlu ve Osmanlı tarihi açısından değeri, çağdaş kaynaklarla olan farklılıkları ile tartışmalı konulara yazarın farklı bakışı ortaya konulacaktır.
1881 Sakız Depreminde Osmanlı Afet Yönetimi ve Vali Sadık Paşa’ya Yönelik Eleştiriler
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 288 · Sayfa: 573-618 · DOI: 10.37879/belleten.2016.573
Özet
Tam Metin
3 Nisan 1881 Sakız depremi, Osmanlı Devleti'nin 19. yüzyılda, Sakız Adası'nın ise tarihi boyunca yaşadığı en büyük depremdir. Sakız Adası'ndaki yerleşim birimlerin üçte ikisinin harabeye dönmesine, en az 5.000 insanın ölmesine, 30.000'den fazla insanın evsiz kalmasına yol açan bu yıkıcı depremin yaraları, merkezi ve mahalli hükümet tarafından birlikte sarılmaya çalışılmıştır. Arama-kurtarma faaliyetleri, afetzedelerin iaşe ve iskânı, ihtiyaç maddelerinin tedariki ve dağıtımının organizasyonunu, adadan kaçışların önlenmesi önemli meseleler olarak karşımıza çıkmaktadır. Depremin büyük hasar ve kayıplara yol açması afet yönetimindeki zorluğu ve bazı problemleri de beraberinde getirmiştir. Afet yönetiminin başında bulunan Cezâyir-i Bahr-i Sefîd Valisi Sadık Mehmed Paşa bu yıkıcı nitelikli depremin yaralarını sarmak üzere birçok girişimde bulunmuş, ancak bazı hususlarda hem Bâb-ı Âlî hem de başkaları tarafından eleştirilmiştir. Deprem sonrasındaki kargaşa ortamında Sadık Paşa'nın istifasını kabul etmeyen Bâb-ı Âlî, depremden iki ay kadar sonra Valiyi azletmiştir. Kısacası bu makalede, deprem sonrası uygulan afet yönetimi, Vali Sadık Paşa'yı istifaya ve azle götüren süreç ve gelişmeler, deprem sonrasında düzenlenen yardım kampanyaları ve yaşanan bazı önemli olaylar, Osmanlı merkezi ve mahalli yönetimleri ile Osmanlı toplumunun bu büyük deprem sonrasındaki tutumları sorgulanmıştır. Depremin yol açtığı kayıplar ve hasarlar ise başka bir makalede ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.
Tanzimât Döneminde Osmanlı Devleti’nin Bosna Hersek Ormanlarını Korumaya Yönelik Çabaları
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 288 · Sayfa: 547-572 · DOI: 10.37879/belleten.2016.547
Özet
Tam Metin
Osmanlı Devleti Tanzimat Dönemi'nde ülkenin zenginliklerini değerlendirmeye yönelik bir dizi faaliyete girişti. Bu çalışmalar birkaça aşamadan oluşmaktaydı. Evvela yer altı ve yer üstü kaynaklar tespit ediliyor, ardından ne şekilde değerlendirileceği tespit edilmekteydi. Osmanlı Devleti'ni dönemin diğer devletlerinden ayıran en önemli fark bu aşamadan sonra ortaya çıkar. Osmanlı Hükümeti yer altı ve yer üstü kaynaklarını sadece değerlendirmekle kalmaz, bu kaynakları korumak için de tedbirler alır. Avrupa'nın Afrika ve Güney Amerika'da yaptığı yağmaya varan tahribat düşünüldüğünde koruma faaliyetinin önemi kendiliğinden ortaya çıkar. Osmanlı idaresinin tespit, değerlendirme ve koruma çalışmalarının tespit edilebildiği yerlerden biri de Bosna Hersek'tir. Bosna Hersek'te Tanzimat'a kadar sadece kâr maksadıyla Avusturya tarafından yağma edilen ormanlar, devlet kontrolü altına alınarak derhal bölgenin orman potansiyeli tespit edilmiştir. Ardından Bosna ormanlarından yararlanma kesin kurallara bağlanmış ve orman yağmasının önüne geçilmiştir. Özellikle Orman Memuru Artin Efendi Bosna Hersek'in orman varlığını tespitte oldukça önemli hizmetlerde bulunmuştur. Bugün zengin orman kaynaklarına sahip Bosna Hersek'in bu zenginliğinin kaynağının Osmanlı idaresi döneminde yapılan koruma faaliyetleri olduğunu iddia etmek kesinlikle abartı olmayacaktır.