1459 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Son 10 yıl
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Turgut Uyar’ın “Bir Barbar Kendin Tartar Bir Barbar Aşağlarda,” Şiirine Felsefi Bir Yaklaşım

Erdem · 2015, Sayı 69 · Sayfa: 73-86 · DOI: 10.32704/erdem.537376
Tam Metin
Bu makalede, İkinci Yeni'nin önde gelen isimlerinden Turgut Uyar'ın "Bir Barbar Kendin Tartar Bir Barbar Aşağlarda," adlı şiiri felsefi kavramlar ışığında incelenecektir. Uyar'ın şiiri genellikle "umutsuz" ya da "mutsuz" olarak değerlendirilmiş olsa da, çok daha geniş bir çerçeveye ve çağını farklı açılardan kavrayan bir zenginliğe sahiptir. Bunu kavramak içinse felsefenin söz dağarına başvurmak gerekir. Bu bağlamda söz konusu şiirdeki iki temel tema ele alınmıştır. Bunlardan birincisi, felsefenin sanatın en temel özelliklerinden biri saydığı "arınma" kavramıyla ilişkilidir. İkincisiyse, filozofların sık sık eleştiri oklarına maruz kalan "kahramanlık ideolojisi"dir. Uyar, bu şiirinde öncelikle çağının değerleriyle çatışma yaşayan bir bireyin arınma çabasını anlatır. Bu arınma, bireyin -felsefenin ilk buyruğu olan- kendisini bilme sürecinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Bilindiği üzere, toplumsal ve etik değerler arasındaki çatışmalar genellikle trajik kahramanların doğuşuna neden olur. Uyar'ın söz konusu şiirde ele aldığı ikinci öge de doğrudan bununla ilişkilidir. Şair, bu çatışmadan bir kahraman yaratma eğilimini eleştirerek, genel olarak "kahraman" figürünün altını oyar. Sonuç olarak, bu makalede Uyar'ın insanlık tarihinin en eski meselelerinden ikisini nasıl ele aldığı felsefi bir yaklaşımla gösterilmeye çalışılacaktır.

Şirvanlı Hatiboğlu Habîbullâh’ın Kırk Hadis Tercümesi

Erdem · 2015, Sayı 69 · Sayfa: 53-72 · DOI: 10.32704/erdem.537374
Bilindiği gibi kırk hadis tercümeleri, Türk edebiyatı tarihinde çok rağbet gören dinî türlerden biridir. 16. asırda bu konuda manzum bir eser meydana getiren şairlerden biri de Şirvanlı Hatiboğlu Habîbullâh'tır. Hayatı hakkında eski ve yeni biyografik, bibliyografik kaynaklarda bilgiye rastlanamayan Şirvanlı Habîbullâh, bu tercümesini de -diğer iki eseriyle birlikte- Memlük sultanı Kansu Gavri'ye sunmak üzere, H.918 (M.1512) yılında Mısır'da tamamlamıştır. Maksadı, hükümdarın dikkatini çekmek ve iltifatına erişmektir. Söz konusu tercüme, mütercimin Sultân Hitâbı Hac Kitâbı adını koyduğu çalışmasının ikinci eseridir. Şair, kırk hadis derleme hakkındaki rivayette bildirilen mükâfata erişmek ümidiyle Erbaîn Söz'ü birer beyitle Türkçeye tercüme etmiştir. Onun tercüme ettiği hadisler, Abdurrahmân-ı Câmî'nin (1414-1492) Hadîs-i Erbaîn (Çihl Hadîs) isimli Farsça eserinde yer alan hadislerdir. Karşılaştırma sonucunda, şairin tercümeleri sırasında Câmî'nin anılan eserinden bir hayli faydalandığı da anlaşılmaktadır. Bu makalede, Şirvanlı Habîbullâh'ın kitabında yer alan diğer eserlerle birlikte Erbaîn Söz tercümesi de tanıtılmış; daha sonra adı geçen metnin aslıyla günümüz Türkçesine çevirisi sunulmuştur.

Selim İleri’nin “Kapalı İktisat”ını Açmak: Melankoli, Politika ve Mecralar Arasılık

Erdem · 2015, Sayı 69 · Sayfa: 5-21 · DOI: 10.32704/erdem.536813
Tam Metin
Bu makalede, Selim İleri'nin "Kapalı İktisat" öyküsünü çözümleyerek öyküyü biçimsel ve tematik olarak tarihsel bağlamı ve Türk edebiyatı içerisinde konumlandırmak amaçlanmaktadır. Öykü kişisinin öznelliğini anlamaya çalışırken melankoli kavramından yararlanılacak ve bunun öyküdeki kişisel, toplumsal ve metinsel tezahürleri birbirleriyle ilişkileri içerisinde incelenecektir. Metnin kapalı ve muğlak anlatısındaki birçok düğüm noktası, melankoli kavramıyla önemli oranda açıklığa kavuşmaktadır. Öykünün metinler ve mecralar arası veçhesi ön plana çıkarılacak ve metin dışı kaynakları tespit edilecektir. Öyküde, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Teslim" öyküsünün, on sekizinci yüzyıl anatomistlerinden Frederik Ruysch'un illüstrasyonlarının, 1977 yılında Milliyet gazetesinde çıkmış bir haberin ve Kadro dergisindeki makalelerin ne şekilde dönüştürülüp temellük edildiği gösterilecektir. "Kapalı İktisat", tematik ve biçimsel yapısıyla hem İleri edebiyatında bir dönüm noktası oluşturmakta hem de 1980'lerde Türk edebiyatının geçireceği dönüşüme öncülük etmektedir.

Cesare Pavese, Italo Svevo ve Tezer Özlü’de İntihar Kavramı

Erdem · 2015, Sayı 69 · Sayfa: 22-40 · DOI: 10.32704/erdem.536824
Tam Metin
20. yüzyıl dünya ve İtalyan edebiyatının önemli isimlerinden olan Italo Svevo ve Cesare Pavese'de intihar kavramı önemli bir yer tutmaktadır. İntihar, hem Svevo'nun hem Pavese'nin yaratmış olduğu karakterlerin belirleyici ve önde gelen özelliklerinden biri olmuştur. Sadece psikolojik bir durum değil, aynı zamanda sosyolojik bir olgu olarak ele alınan intihar, birey ve toplum ilişkisinde ortaya çıkan çatlakların tanımlayıcı öğesi olmuştur. Svevo ve Pavese'nin ailevi ve toplumsal düzeyde yaşadıkları travmalar, eserlerinde yer verdikleri intihar kavramı ile koşutluklar gösterir. Bu iki yazara benzer bir şekilde, 20. yüzyıl Türk edebiyatının ikinci yarısında eser vermiş olan Tezer Özlü'de de intihar ile ilgili benzer öğeler göze çarpmaktadır. Bu makalenin amacı, Svevo, Pavese ve Özlü'nün eserleri arasında var olan koşutlukları, özellikle intihar öğesinden yola çıkarak incelemek ve bu üç yazar arasındaki benzerlikleri ortaya çıkarmaktır.

Kullanıcı ve Sözlük İlişkisi

Erdem · 2015, Sayı 69 · Sayfa: 41-52 · DOI: 10.32704/erdem.536837
Tam Metin
İnsanların sözlüğe ihtiyaç duyup sözlük hazırladıkları ve kullandıkları çağlardan bugüne sözlükler, dört temel evre geçirmiştir. Bunlar şöyle sıralanabilir: "Tablet sözlükler" (tablet=stone dictionary: İlk Çağ sözlükleri), "basılı olmayan sözlükler" (non-print dictionary: sözlü sözlükler), "basılı (geleneksel) sözlükler" (in book=print dictionary: yazılı sözlükler), "elektronik sözlükler" (electronic dictionary: elektronik=dijitalbilgi/İnternet çağı sözlükler). Bu evrelere bağlı olarak sözlüklere ilişkin bütün ögeler zaman içinde değişmiştir. Basılı sözlüklerden e-sözlüklere geçilen bu zaman diliminde, birçok değişim arasında, özellikle sözlük kullanıcısı edilgen durumdan etken duruma geçmiştir. Söz konusu değişim sonucu yeniden şekillenen kullanıcı-sözlük ilişkisinin temel kavramlardan yola çıkılarak tek dilli genel sözlükler üzerinden irdelenmesi ve kimi sorunlara dikkat çekilmesi gerekmektedir.

Şemseddin Sivasî’nin Bilinmeyen Bir Eseri: Pendnâme

Erdem · 2015, Sayı 69 · Sayfa: 101-112 · DOI: 10.32704/erdem.537388
Tam Metin
Şemseddin Sivasî, 16. yüzyılda yaşamış mutasavvıf bir şairdir. Manzum ve mensur olarak çok sayıda eser kaleme almıştır. Bu eserlerinden biri de Pendnâme'dir. Pendnâmeler dinî ve ahlakî öğütler ihtiva eden eserlerdir. Atasözleri, deyimler, ayet ve hadisler içeren bu eserler genelde manzum olarak kaleme alınırlar. Şemseddin Sivasî'nin, kaside nazım şekliyle kaleme aldığı Pendnâme, 69 beyitten oluşmaktadır. Şimdiye kadar bilinmeyen bu eserin dört ayrı nüshası tespit edilerek yayıma hazırlanmıştır. Bu makalenin ilk kısmında pendnâmeler ve Şemseddin Sivasî'nin eseri hakkında bilgi verilmiştir; ikinci kısımda ise özgün metin yer almaktadır.

Thoughts on a Grave Stele From the Classical Period in Samsun Museum

Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 286 · Sayfa: 817-826 · DOI: 10.37879/belleten.2015.817
Tam Metin
Most of the grave steles observed in Greek art, even though they demonstrate specific typological characteristics depending on the region and the era, continue the tradition of Attica grave stele. Moreover, the impact of Ion sculpture schools is also observed clearly in Anatolia. The stele that is the subject of this study is one of the examples on which these impacts could be followed most clearly. In this context, the aim of this study is to date the stele by comparing it to the similar ones and based on the stylistic and typological examination of the figures on it.

Abbasîler Döneminde Yahudilerin Yüksek Din Eğitim Kurumları: Yeşivalar

Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 286 · Sayfa: 847-876 · DOI: 10.37879/belleten.2015.847
Tam Metin
Yahudiler tarih boyunca yaşadıkları acı tecrübelerden sonra cemaat olarak varlıklarını devam ettirmek için eğitim faaliyetlerine önem vermişlerdir. Yahudilerde yüksek din eğitiminin verildiği yeşivalar, İslam öncesi dönemde kurulmuştu. Abbasîler döneminde Irak'ta Sura ve Pumbedita, Filistin'de ise kendi adı ile anılan (Filistin Yeşivası) yeşiva, herhangi bir engelle karşılaşmaksızın faaliyetlerine devam etmiştir. Yeşivalar ekonomik ihtiyaçlarını kendilerine bağlı cemaatlerden gelen aidât ve bağışlarla sürdürmüşlerdir. Yahudiler arasında yeşivalara yardım etmek, ayakta olduğu dönemde Bet ha-Mikdaş'a (Süleyman Mabedi) yapılan yardım kadar sevap kabul edilmiştir. Bu kurumlara yardım yapanlar ise yeşivalar tarafından günümüzdeki "fahri doktora"ya benzer, çeşitli payelerle ödüllendirilmişlerdir. Yeşivaların idarî görevi yanında din adamı yetiştirme, halkı eğitme, akademik çalışmalar yapma ve değişik cemaatlerden gelen sorulara fetvalar (responsa) verme gibi başka görevleri de vardı. Yeşivada eğitim-öğretimin planlanması ve uygulanması, gaonların yetkisindeydi. Yeşivalardan mezun olan öğrenciler ise cemaat hizmetlerinde din adamı ya da idareci olarak istihdam edilirlerdi. Abbasîler döneminde Kudüs'te Karaîlere ait bir yeşiva mevcuttu. Selçuklular'ın Kudüs'e hakim olmasından sonra (1071) kapanan yeşivada sadece İslam dünyası değil, başta Bizans olmak üzere dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan Karaî cemaatleri için de din adamı yetiştirilmiştir. Yahudilerin dinî ve etnik kimliklerini kaybetmeksizin tarih boyunca varlıklarını sürdürmesinde yeşivaların büyük katkısı vardır. Bu kurumlardan yetişen öğrenciler cemaatlere hizmet yanında kendi dinî anlayışlarını geniş coğrafyaya yayma imkânı da elde etmişlerdir.

Diyarbakır’da Osmanlı Dönemi Şehir-İçi Hanları Üzerine Değerlendirme

Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 286 · Sayfa: 877-900 · DOI: 10.37879/belleten.2015.877
Tam Metin
Araştırmalarımız, Diyarbakır'ın Osmanlı yönetimine geçtiği dönemden, Cumhuriyet dönemine kadar kentte bulunan hanların mimari özellikleri ve şehrin yoğun ticaret potansiyelinin tespitini konu almıştır. Diyarbakır'da Osmanlı Döneminde adı bilinen 25 hanın mevcut olduğu tespit edilmiştir. Bu hanlardan 4 tanesi, günümüze kadar tamamen veya kısmen ulaşmış hanlardan, yalnız dokuzunun yeri mevcut yayın, arşiv belgelerinden yararlanılarak tespit edilebilmekte, diğerlerinin ise adlarından başka bilgiye rastlanmamaktadır. Eserlerin plan, dış kütle, iç görünüş ve malzeme bakımından Osmanlı geleneğine bağlı kaldığı, fakat ekseriyetle bölgesel karakteristikler sergilediği de anlaşılmıştır. Eserlerin örtü sisteminde ahşap kirişlemeli düz tavan, kubbeyle beraber beşik, çapraz ve aynalı tonoz çeşitlemeleri uygulanmıştır. Kubbe geçişleri ise genellikle tromplarla sağlanmıştır. Diyarbakır ticaret binalarında inşa malzemesi çoğunlukla koyu renk bazalt taşı, kesme tekniğiyle kullanımının yanı sıra beyaz veya sarımsı kireç taşıyla alternatif nöbetleşe kullanılmasıyla meydana gelen almaşık örgü tekniği ile de kullanılmıştır. Yapılarda dönemlerinin karakteristiklerini sergileyen süsleme programlarına belli ölçülerde yer verildiği görülmüştür. Abartıdan uzak yalın bir süsleme programı içinde bitkisel, geometrik ve kısmen de yazıdan oluşan düzenlemeler konu edinmiştir. Çok sayıda ve farklı türdeki eserlerle zengin bir mimari dokuya sahip Diyarbakır'da, hem bölgesel hem de uluslararası ticaret ağı içinde ticaretin sağlam koşullarda ve güvenilir bir şekilde devlet eliyle ilerlemesi için çok sayıda binanın inşa edildiğini, ancak bazılarının çeşitli tahribat, bilinçsiz müdahaleler ve bir takım ilavelerle asli özelliklerini büyük ölçüde yitirdiklerini, bazılarının da bakımsız bırakıldıkları ortaya çıkarılmıştır.

Osmanlı Gümrüklerinde Kadın İstihdamı: Kadın Gümrük Kolcuları (1901-1908)

Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 286 · Sayfa: 1003-1038 · DOI: 10.37879/belleten.2015.1003
Tam Metin
Osmanlı gümrük idaresi Rüsûmât Emaneti, 1900'lü yılların başında Anadolu ve Rumeli'de bulunan kara ve sahil sınırlarındaki gümrük kapılarında kadın kolcu istihdam etmeye karar vermişti. Gümrük kolculuğu, Osmanlı kadınları için kadın hapishanelerinde kolcu olarak istihdam edilmelerinden sonraki ikinci kolculuk deneyimi idi. Fakat kadın kolcu istihdamı, Osmanlı gümrük idareleri için yeni bir deneyim ama aynı zamanda mecburiyetti. Çünkü sahil ve sınır gümrüklerinden giriş yapan kadın yolcuların silah, patlayıcı madde ve siyasi içerikli yazılı ve basılı her türlü belge ile ülkeye getirilmesi veya çıkarılması izne tabi olan şeyleri kaçırdıkları tespit edilmişti. Aslında Osmanlı İmparatorluğu'nda kaçakçılık çok eski dönemlerden beri yapılmaktaydı. Ancak, kadınların kaçakçılık yapması yaygın olarak 19. yüzyılların sonlarından itibaren görüldü. Bu kaçakçılığın temelinde ekonomik ve siyasal koşullar etkili olmakla birlikte kadınların bu işi yapması ya da kullanılmasındaki başlıca neden, Osmanlı gümrük kapılarındaki erkek görevlilerin kadın yolcuları kontrol etmesinin yasak olmasıydı. Bu nedenle Osmanlı gümrük idaresi kadın kolcular istihdam ederek kadın kaçakçıları önlemek istedi. Bu istihdam aynı zamanda ülkenin gümrük gelirleri ve güvenliğini sağlayacak önemli bir tedbirdi. Ayrıca bu istihdam ile birlikte Osmanlı kadınları bir yandan iş imkanına kavuşurken diğer yandan gümrük kolculuğu görevi ile ülkenin ekonomik ve siyasi çıkarlarını korumuş oldular. Bu makale, Osmanlı gümrüklerinde 1900'lü yılların başında kadın kolcu istihdamı ve bu istihdamı gerektiren olay ve koşulları incelemek amacıyla hazırlanmıştır. Makalede kadın kolcuların Anadolu ve Rumeli'de görevlendirildikleri gümrük kapılarının özelliği ve tespit edilen kaçakçılık olayları ve kolcuların kaçakçılığı önlemedeki katkısı da ayrıca incelenecektir.