770 sonuç bulundu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- Osmanlı Devleti 26
- Ottoman Empire 26
- Osmanlı 23
- Dokuma 21
- Ottoman 21
Bir Akademik Literatür Tartışması: Halkevleri Neden Ve Nasıl Araştırılmalı?
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 109 · Sayfa: 239-274 · DOI: 10.33419/aamd.1480265
Özet
Tam Metin
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla başlayan inkılabın ilkelerini halka benimsetmek için, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) kültür kolu olarak 1932’de halkevleri kurulmuştur. İdeal bir halkevinin dokuz mesai şubesi vardır: Dil, edebiyat, güzel sanatlar, temsil, spor, halk dershaneleri ve kurslar, kütüphane ve yayın, köycülük, tarih ve müze. Dolayısıyla halkevleri inkılap ilkelerini halka benimsetmenin yanında, halkın bazı kültürel ve maddi ihtiyaçlarını karşılamak için de çalışmıştır. İnkılabın ve CHP’nin halkla doğrudan ilişki kurmasını sağladığı için halkevlerinin, inkılabın gündelik hayattaki yansımalarını gösterdiği söylenebilir. Bu da demektir ki inkılabın Türkiye’de neleri değiştirdiğini ve pratikte nasıl yaşandığını anlamak için halkevlerini araştırmaya ihtiyaç vardır. Nitekim inkılap sürecinin sona ermesiyle birlikte, 1951’de kapatılan halkevleri 1964’ten itibaren akademik araştırmaların konusu hâline gelmiştir. Ancak bu tarihten 2022’ye kadar hazırlanan konuyla ilgili akademik çalışmaların çok büyük bir kısmının, halkevleri hakkında özgün bir bakış açısı geliştiremediği anlaşılmaktadır. Çünkü söz konusu çalışmalar hazırlanırken, halkevleri hakkındaki resmî söylemin dışına çıkmayan kaynaklar kullanılmış; bu durum da bütün halkevlerinin gerektiği şekilde çalıştığı izlenimini uyandırmıştır. Hâlbuki inkılabın gündelik hayattaki tezahürlerinin anlaşılması için verimli bir saha olan halkevi pratiğinin kayıtlarını içeren birincil kaynaklar mevcuttur. Dolayısıyla bu çalışmanın amacı; halkevleriyle ilgili akademik çalışmaların büyük bir kısmının özgün bir bilgi ve bakış açısı üretememesinin nedenlerini anlamaya çalışıp, hangi kaynakların hangi bağlamlarda kullanılmasıyla bu sorunun aşılabileceğini göstermektir. Bu amacı gerçekleştirmek için önce halkevlerinin neden araştırılması gerektiğine dair bir fikir ileri sürülmüş, konuyla ilgili birincil kaynaklar tanıtılmış; sonra da 1964’ten 2022’ye kadar hazırlanan, halkevleriyle ilgili başlıca akademik çalışmalar içerik analizi yöntemiyle incelenip, bu çalışmaların özgün olan ve olmayan yanları belirtilmiştir. Birincil kaynakların sadece içeriğinden bahsedilmiş; çalışmanın kapsamını, konuyla ilgili akademik çalışmalar oluşturmuştur. Sonuç kısmında ise özgün olmayan çalışmaların içerik ve yöntemine dair fikirler belirtilmiş, özgün olan ve olmayan çalışmalar arasındaki farklara değinilmiştir.
1970 Ve 1980’lerde İtalya’da Türklere Karşı Ermeni Terörü Ve İtalyan Kamuoyu
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 109 · Sayfa: 275-314 · DOI: 10.33419/aamd.1480283
Özet
Tam Metin
19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde başlayan bağımsızlık hareketine Ermeniler de katıldılar. Ermeniler bağımsızlık mücadelelerinde, devlete karşı toplu ayaklanmalar çıkarttılar, Avrupa devletlerinden yardım gördüler ve terörü amaçlarına ulaşmak için etkili bir silah olarak kullandılar. Ermenilerin Osmanlı Devleti’ne ve daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı terör faaliyetlerini üç aşamada incelemek mümkündür. Birincisi, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında İstanbul’da Osmanlı Bankası’nı basmaları (26 Ağustos 1896) ve Sultan II. Abdülhamit’e karşı suikast düzenlemeleridir (21 Temmuz 1905). İkincisi, Mondros Mütarekesi’nden sonra, 1915’te tehcir kararını alan İttihat ve Terakki Partisi’nin liderlerine karşı intikam almak amacıyla düzenledikleri Nemesis operasyonlarıdır. Üçüncü aşama ise 1970’lerde dünyanın değişik ülkelerinde Türk diplomatlarına karşı başlattıkları saldırılardır.
Bu yazıda Ermeni terör örgütlerinin Türklere karşı İtalya’da yaptıkları saldırılar incelenmektedir. Bu çerçevede İtalya’da ikisi ölümle, ikisi yaralanmayla sonuçlanan dört suikast araştırıldı. Bunlar, eski sadrazam Sait Halim Paşa’nın öldürülmesi (6 Aralık 1921), Türkiye’nin Vatikan Büyükelçisi Taha Carım’ın şehit edilmesi (9 Haziran 1977), Türkiye’nin Vatikan Büyükelçisi Vecdi Türel’in yaralanması (17 Nisan 1980) ve Türkiye’nin Roma Büyükelçiliği İkinci Kȃtibi Gökberk Ergenekon’a karşı saldırıdır (25 Ekim 1981).
Bu makalede incelediği probleme ilişkin sorgulayıcı, yorumlayıcı ve problemin doğal ortamındaki biçimini anlamaya çalışan nitel bir araştırma yöntemi takip edilmiştir. Ayrıca suikastların yapıldığı yerler tespit edilerek Roma’da suikast mahallerinde alan çalışması yapılmıştır.
Ağırlıklı olarak birinci elden İtalyan kaynakları kullandığımız çalışmamızda suikastların İtalyan kamuoyundaki yankıları incelendi. Dönemin önde gelen İtalyan gazeteleri tarandı. İtalyan kamuoyunun farklı kesimlerinin görüşlerini yansıtan gazetelerdeki haber ve yorumlar karşılaştırmalı olarak ele alındı. Avanti!, Il Messaggero, Corriere della Sera ve La Stampa gibi sürekliliği olan gazetelerin yanı sıra Ermeni terörünün yaşandığı dönemde yayınlanmış gazeteler de incelendi. Böylece İtalyan kamuoyunun terör eylemlerine karşı tavrı izlenmiş oldu.
Türk Dış Temsilciliklerinde Cumhuriyet Kutlamaları (1923-1933)
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 109 · Sayfa: 173-238 · DOI: 10.33419/aamd.1480147
Özet
Tam Metin
29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı Türkiye’de siyasal alanda köklü bir değişimi ve dönüşümü beraberinde getirmiştir. Türk Milleti’ne idarede kayıtsız şartsız hâkimiyet hakkını teslim eden Cumhuriyet rejimi gelişime açık yönüyle Türkiye’de hayata geçirilen inkılap hareketinin de merkezinde yer almıştır. Gazi Mustafa Kemal ile arkadaşları yeni rejimin varlığını ülkeye ve dünyaya kabul ettirmek ve kökleşmesini sağlamak üzere çetin bir mücadele vermiştir. Bu nedenle özellikle ilk 10 yıllık zaman dilimi içinde icra edilen Cumhuriyet kutlamaları ayrı bir anlam ve önem taşımıştır.
Bu çalışma münasebetiyle yeni rejimin ilk 10 yılında Türkiye’nin Dış Temsilciliklerinde icra edilen Cumhuriyet kutlamaları özgün bilgi ve belgeler ışığında incelenmiştir. Türk diplomatların ev sahipliğinde yabancı diplomatların, önde gelen devlet yetkililerinin, bilim, sanat, edebiyat ve basın dünyasından tanınmış simaların ve Türk tebaanın katılımıyla icra edilen bu etkinlikler Türkiye’de siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel hayatta görülen değişikliklerin ve gelişmelerin ülke dışına aksettirilmesi açısından önem arz etmiştir.
Türkiye’deki Cumhuriyet kutlamalarına ilişkin çokça araştırma varken Türk Dış Temsilcilikleri vasıtasıyla yurt dışında düzenlenen kutlamalara ilişkin müstakil bir çalışmanın olmaması alan yazınında önemli bir eksiklik teşkil etmektedir. Bu çalışma ile söz konusu eksikliği gidermek amaçlanmıştır. Çalışmanın başlıca kaynakları arasında T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi (BCA)’ndeki belgeler, TBMM Zabıt Ceridesi, Resmî Gazete ve Düstur önem arz etmektedir. Bunun yanı sıra Hâkimiyet-i Milliye, Ulus, Cumhuriyet, Akşam, Vakit, İkdam ve Tanin gazetelerinden geniş ölçüde istifade edilmiştir. Konuyla ilgili muhtelif telif tetkik eserler ile güncel süreli yayınlardan da yararlanılmıştır.
Temin edilen bilgiler tasnif ve tahlil edilerek tenkit süzgecinden geçirilmiş ve özgün bir yorumla terkip yoluna gidilmiştir. Bu doğrultuda çalışmada nitel araştırmalarda sıklıkla başvurulan “Doküman Analizi Yöntemi” tercih edilmiştir.
Cumhuriyet Dönemi Arkeoloji Politikaları Ve Bir Cumhuriyet Aydını Ekrem Akurgal
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 109 · Sayfa: 113-134 · DOI: 10.33419/aamd.1480114
Özet
Tam Metin
Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşunun ardından Mustafa Kemal Atatürk, yeni bir devlet/yeni bir uygarlık projesi kapsamında birçok alanda bir dizi yenilik gerçekleştirmeyi ve “Bilim Cumhuriyeti” kurmayı amaçlamıştır. Bu amaç doğrultusunda atılan her bir adımda “bilim, millî egemenlik, millî irade” gibi esaslar yer almıştır. Bilim Cumhuriyeti’nin esasları arkeolojiye de sirayet etmiş, hem Cumhuriyet’in bilim politikaları hem de cumhuriyetçilik ilkesinin esasları neticesinde arkeoloji alanında eğitimden uygulamaya kadar bir dizi yenilik gerçekleşmiştir. Bu dönemde söz konusu yenilikler hem 1930’lu yıllarda kurulan Türk Tarih Kurumu, Türk Arkeoloji Enstitüsü, Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi gibi kurumlarla hem de uzmanlar aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bilim dünyasında Batı’dan yararlanma fikri arkeoloji alanında da fark edilmiş ve bu alanda yetişecek uzmanların yurt dışında eğitim alması devlet tarafından gerekli görülmüştür. Bu dönemde yurt dışına gönderilen öğrenciler arasında çalışmanın konusu olan Ekrem Akurgal da yer almıştır.
Bilindiği üzere 1911-2002 yılları arasında yaşamış olan Akurgal, Türkiye Cumhuriyeti’nde yazılı bir tezle doçentlik unvanını almış olan ilk akademisyendir. Bu çalışma Akurgal’ın hayat öyküsünü, onun arkeoloji dünyasına katkısını ve Türkiye Cumhuriyeti’nin arkeoloji politikalarını kapsamaktadır. Çalışma arkeoloji tarihine katkı sunmayı hedefleyen nitel bir araştırmadır. Araştırma boyunca ele alınan konunun seyrine bağlı olarak genel araştırma tekniklerinden, karşılaştırma, sebep-sonuç ilişkisi kurma ve tümevarım gibi bilimsel araştırma yöntemlerinden yararlanılmıştır. Çalışmanın amacı ise, söz konusu kapsam dahilinde oluşturulmuş, Atatürk’ün “Bilim Cumhuriyeti” idealinden bağımsız olmayan Türkiye Cumhuriyeti’nin arkeoloji politikalarının söz konusu arkeoloğun çalışmalarına ne denli yansıdığı araştırılmıştır. Ekrem Akurgal’ın yaptığı kazılarda ve kaleme aldığı eserlerde bir gayesi olduğu ve bu gayeyi “Bilim Cumhuriyeti” ideali ve cumhuriyetçilik ilkesi ruhuyla gerçekleştirmeyi amaçladığı saptanmıştır. Ayrıca Cumhuriyet’in kurumsallaşma politikalarını arkeolojiye uygulamış, bu alanın kurumsallaşması ve alanda istihdam edilecek uzmanların yetişmesi için girişimlerde bulunmuştur. Bu bağlamda Akurgal, millî bir kültür oluşturabilme ve bir kültürün aydınlatılabilmesinde bir arkeoloğa düşen görevin ne derece büyük olduğunun farkına varan ve çalışmalarını millî bir ruhla yapan bilim insanı olarak tanımlanmıştır.
Sovyet Basınında Türkiye Cumhuriyeti’nin Onuncu Yıl Kutlamaları Ve Kliment Yefremoviç Voroşilov’un Türkiye Ziyareti
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 109 · Sayfa: 135-172 · DOI: 10.33419/aamd.1480137
Özet
Tam Metin
Türkler ve Ruslar yaklaşık dört asır boyunca birbirlerine karşı birçok kez savaşmıştır. İki millet arasındaki son savaş Birinci Dünya Savaşı olmuştur. Savaş sonrasında iki ülkede de rejim değişiklikleri yaşanmıştır. Yaşanan rejim değişiklikleriyle birlikte iki ülke arasında dostluk ilişkileri kurulmuş ve bu ilişki İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasının öncesine kadar dostluk ve iyi komşuluk çizgisinde sürekli pozitif yönlü olarak gelişmiştir. Bu süreçte her iki ülke temsilcilerinin karşılıklı ziyaretleri ile dostluk ilişkileri sağlamlaşmıştır. Hem Türkiye Cumhuriyeti’nin onuncu kuruluş yıl dönümü olması dolayısıyla hem de Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı İsmet Paşa’nın 1932 yılında gerçekleştirmiş olduğu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ziyaretine karşılık olarak bir Sovyet Heyeti’nin 1933 yılında Türkiye’yi ziyareti planlanmıştır. Askeri ve Deniz İşleri Halk Komiseri Kliment Yefremoviç Voroşilov başkanlığında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Hükümeti’nin önemli temsilcilerinden bir heyet ziyaret için görevlendirilmiştir.
Çalışmanın konusunu Kliment Yefremoviç Voroşilov başkanlığındaki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği heyetinin 1933 yılında Türkiye’ye gerçekleştirmiş oldukları ziyaret oluşturmaktadır. Çalışmada söz konusu heyetin Türkiye’ye gerçekleştirmiş olduğu ziyaret ile dönem konjonktürü içerisinde iki ülke arasındaki ilişkilerin gelmiş olduğu boyut ele alınmaktadır. Ayrıca çalışmada ziyaretin Türkiye Cumhuriyeti’nin onuncu kuruluş yıl dönümü kutlamalarına denk gelmesiyle Sovyet kamuoyunda kutlamaların ne şekilde ele alındığı da incelenmektedir. Bu doğrultuda çalışmanın temeline Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin en önemli iki gazetesi konumunda olan Pravda ve İzvestiya gazeteleri yer almıştır. Bunlara ilaveten Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Türk Diplomatik Arşivi’nden ziyaret ile ilgili belgelere de yer verilmiştir. Ayrıca SSCB Hükümeti tarafından yayınlanmış olan belge seçkisinden de faydalanılmıştır. Ziyaretin gerçekleştiği dönemin Türk-Sovyet ilişkileri üzerine yayınlanmış telif ve tetkik eserler de çalışma içerisinde kullanılmıştır. Döküman analizi çalışmanın yöntemi olarak benimsenmiştir.
Anadolu Tarih Öncesi Dönemlerine Yeni Katkılar: İnhisar Gedikkaya Mağarası (MÖ 14500-4500)
Belleten · 2024, Cilt 88, Sayı 311 · Sayfa: 1-43 · DOI: 10.37879/belleten.2024.001
Özet
Tam Metin
Gedikkaya Mağarası, Bilecik ili İnhisar ilçesinin yaklaşık 1 km güneydoğusunda, Gedikkaya Mevkii’nde yer alan Gedikkaya Nekropolü içerisinde bulunmaktadır. Mağara, Epi-paleolitik, Neolitik ve Kalkolitik olmak üzere üç farklı dönemde yerleşime sahne olmuştur. Bunun yanı sıra düzensiz bir şekilde Hellenistik Dönem’e ait az sayıda ele geçen malzeme; mağaranın yer aldığı kayalık tepenin eteklerinde yer alan yerleşim yerinin sakinlerinin zaman zaman belli amaçlarla mağarayı ziyaret ettiğine işaret etmektedir. Karbon 14 yaş tayini analizlerinin sonuçlarına göre mağarada bugüne dek bilinen ilk yerleşim Epi-paleolitik Dönem’e denk gelen MÖ 14500’lere aittir. Mağaranın iskân edildiği en geç tarih ise Orta Kalkolitik Dönem’e denk gelen MÖ 4500’lerdir. Mağaradaki Epi-paleolitik Dönem buluntuları Avrupa Üst Paleolitik Dönem kültür öğeleri ile Anadolu ve Doğu Akdeniz’in Çanak Çömleksiz Neolitik kültürleri arasında bağlantılar olduğunu düşündürmektedir. Neolitik Dönem sonuna ait bulgular burada kısa süreli bir yerleşime işaret etmektedir; söz konusu kontekstlere ait tarihler, 8.2 ka olarak bilinen iklim olayına ve küresel soğumanın zirve yaptığı sürece denk gelmektedir. Kalkolitik Dönem’in ilk yarısı Gedikkaya’da mimarisi ile daha uzun süreli fakat sezonluk iskânın olduğu bir zaman dilimidir. Neolitik ve Kalkolitik Dönem buluntuları şaşırtıcı bir şekilde Balkanlar, Kafkaslar, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu gibi uzak bölge kültürleriyle ortak öğeler içermektedir. Gedikkaya’daki iskân büyük oranda iklim olayları ile ilişkilendirilen ama yine de tam olarak kesinleşmemiş sebeplere bağlı “kültürel kırılmaların” olduğu dönemlere denk gelmektedir. Dolaysıyla barınma, yeni yer arayışı, güvenlik ve konaklama gibi çeşitli sebeplere bağlı bölgeler arası insan hareketliliğinin yaşandığı süreçlerde mağarada yerleşilmiştir.
Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin Fransa Elçiliği
Belleten · 2024, Cilt 88, Sayı 311 · Sayfa: 147-183 · DOI: 10.37879/belleten.2024.147
Özet
Tam Metin
Bu makale Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin Fransa elçiliğini konu ediniyor. Söz konusu elçilik, şimdiye kadar Osmanlı tarihçiliğindeki hâkim modernleşme paradigmasının etkisiyle tarihî bağlamından koparılarak incelenmiş, Yirmisekiz Çelebi’ye Osmanlı/Türk modernleşme tarihinde şahsına münhasır paye verilmiştir. Buna göre, “Lale Devri”nin reformcu vezîriâzamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, Yirmisekiz Çelebi’yi Batı medeniyetini incelemesi ve kendisine reform önerileri getirmesi için Fransa’ya göndermişti. Bu iddianın mesnedi olmadığını ortaya koyan akademik yayınlara rağmen tarihçiler bu galattan vazgeçmemişlerdir. Oysa gerek Osmanlı gerekse Avrupalı çağdaş kaynaklar, Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin elçiliği için yeterince zengin malumat sağlamaktadır. Osmanlı diplomasi pratikleri düşünüldüğünde çağdaşlarınca olağanüstü görülen bu elçilik, yalnızca Marki de Bonnac’ın değil, İstanbul’daki Habsburg kapı kethüdası Joseph von Dirling’in ve İngiltere elçisi Abraham Stanyan’ın da dikkatini çekmişti. Bilhassa Dirling ve daha sonra Habsburgların Paris’teki elçisi Pentenriedter, bu elçiliğin hedefini ve Yirmisekiz Çelebi’nin Paris’teki ve Fransa’dan döndükten sonra İstanbul’daki faaliyetlerini Viyana’ya aktarmıştır. Başlangıçta Bâbıâli ve Versailles arasında Habsburg aleyhtarı ittifak kurulacağından endişe edilse de sonuçta, Malta’daki Osmanlı esirlerinin Fransa’nın aracılığıyla kurtarılması için yapılan görüşmelerin, bu elçiliğin yegâne siyasi misyonu olduğu anlaşılacaktır. Sultan ve vezîriâzamı arasındaki yazışmalar ve Vakanüvis Raşid Efendi’nin yazdıkları da bu konudaki Habsburg ve İngiliz istihbaratını teyit eder: Yirmisekiz Çelebi’nin Fransa elçiliği, yalnızca Avrupa’daki diplomatik gelişmeleri yerinde takip etmeyi hedefliyordu. Ne var ki Osmanlı diplomasisinin kurumsal yetersizliği bu misyonu siyasi ve diplomatik olarak semeresiz bırakmıştır.
Arkeolojik ve Epigrafik Veriler Işığında Pontos Tapınak Devleti Ameria’nın Konumu Üzerine Yeni Bir Öneri
Belleten · 2024, Cilt 88, Sayı 311 · Sayfa: 45-80 · DOI: 10.37879/belleten.2024.045
Özet
Tam Metin
Ameria, Strabon’dan öğrenildiğine göre Hellenistik Dönem’de Pontos’ta yer alan Komana Pontika ve Zela ile birlikte üç önemli kült merkezinden biriydi. Günümüz araştırmacıları tarafından tapınak devleti olarak adlandırılan bu kült merkezleri, bugün Tokat il sınırları içerisinde yer almaktadır.
Ameria Tapınak Devleti, ay tanrısı Men’e aitti ve bu tanrının kültünün buradaki kurucusu I. Pharnakes’ti. Bu yüzden söz konusu tanrı, Pharnakes’in Men’i ya da Men-Pharnakou olarak adlandırılmıştı. Bugüne kadar tanrı Men hakkında yapılan araştırmalar sayesinde bahsedilen tanrıya dair oldukça fazla bilgiye sahip olunduğu söylenebilir. Buna karşılık Pontos’ta Men’in tapınağının yani evinin nerede olduğuna ilişkin araştırmalarda aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Dolayısı ile Ameria’yı bir şekilde konu edinen yayınlarda daha çok tanrı Men veya Men-Pharnakou kültü ön plana çıkartılırken, Ameria’nın neresi olduğuna dair açıklamalar hep bu tanrının veya söz konusu kültün gölgesinde kalmıştır.
Antik kaynaklar bağlamında, Ameria tapınak devletinin konumuna yönelik ilk ve tek açıklamayı yapan Strabon’dan elde edilen bilgiler doğrultusunda söz konusu yerin lokalizasyonuna ilişkin olarak yakın zamana kadar bilimsel düzlemde sadece iki öneri ortaya atılmıştır ki, bunların da sağlam kanıtlardan yoksun olduğu söylenebilir. Yakın zamanda ise Ameria ile fonetik benzerliğinden dolayı Tokat’ın Erbaa ilçesine bağlı Bağpınar köyünün eski adı olan Emeri arasında bir yakınlık kurularak Ameria’nın Emeri ile eşleştirilebileceği önerisi getirilmiş, ancak ya bunu destekleyecek kanıtlar sunulmamış ya da kanıtlar konunun uzmanı olmayanlar tarafından sunulup değerlendirildiğinden ortaya eksik ve hatalı sonuçlar konulmuştur. Bu çalışmada söz konusu köyden elde edilen arkeolojik ve epigrafik veriler doğrultusunda, bugüne kadar üzerinde çok fazla durulmayan Ameria’nın konumu hakkında bir analiz yapılacaktır.
Sardinya-İtalya Erzurum Konsolosluğu ve Ermeni Meselesindeki Rolü
Belleten · 2024, Cilt 88, Sayı 311 · Sayfa: 341-373 · DOI: 10.37879/belleten.2024.341
Özet
Tam Metin
1853-1856 yıllarında yaşanan Kırım Savaşı’nda, İngiltere ve Fransa ile birlikte Sardinya Devleti de Rusya’ya karşı Osmanlı Devleti’nin yanında yer almıştır. Savaştan sonra Sardinya tebaasından bazı kişiler Erzurum ve civarında ekonomik ve ticari faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bunun üzerine Sardinya Devleti, 1860 yılında Erzurum’a bir konsolos memuru atamıştır. 1861 yılında İtalya birliği kurulup Sardinya Devleti bu birliğe dâhil olunca, 1862’de bu kez İtalya Devleti adına bir konsolos memuru görevlendirilmiştir. Bu dönemde ismi ön plana çıkan kişi, 1855’ten beri Erzurum’da bulunan Eczacı Augusto Lavini’dir. 1890’da patlak veren ilk Ermeni isyanı sırasında adını duyurmaya başlayan Lavini, isyanı takip eden günlerde Erzurum’daki Ermeni komitacıları ile birlikte Osmanlı yöneticilerini rahatsız eden birtakım faaliyetlere girişmiştir. Bunun üzerine 1892’de görevden alınmıştır. 1894 yılında Sason İsyanı patlak verince İtalya, Erzurum’da bir konsolosluk açmaya karar vermiş ve Osmanlı Devleti’nin muhalefetine rağmen Attilio Monaco’yu konsolos olarak Erzurum’a göndermiştir. Osmanlı Devleti, bu emrivaki karşısında zor durumda kalmıştır. Yapılan diplomatik girişimlerin sonucunda İtalya Konsolosu’nun ataması yaklaşık iki ay geciktirilebilmiştir. Osmanlı Devleti, konsolosun atanmasını engelleyememekle birlikte, bu konsolosun Tahkikat Komisyonu’na katılarak İtalya’nın Sason Hadisesi’ne doğrudan müdahalesinin önüne geçmiştir. Bununla birlikte Monaco, 1895’te Ermeni komitacıları tarafından başlatılan ve tarihe “Erzurum Vakası” olarak geçen olayları Ermenilerin lehine yanlı bir şekilde batı basınına duyurmak için elinden geleni yapmıştır. Bütün bu hadiselerin ardından Erzurum’daki İtalya Konsolosluğu 1896’da kapatılmıştır. 1914 yılı sonlarında, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na fiilen girdiği günlerde İtalya Devleti, Erzurum’daki konsolosluğunu tekrar aktif hale getirmiştir. Bununla birlikte 1915’te İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı savaş açmasıyla birlikte İtalyan Konsolosluğu kapanmıştır.
The Role of Artisans in the Circumcision Festival of 1675 During the Reign of Sultan Mehmed IV
Belleten · 2024, Cilt 88, Sayı 311 · Sayfa: 111-146 · DOI: 10.37879/belleten.2024.111
Özet
Tam Metin
In 1675, the Ottoman state held an imperial festival (sur-ı hümayun) in Edirne to celebrate the military achievements, the circumcision of the sons of Sultan Mehmed IV (r. 1648-1687) and the marriage of his daughter. Drawing from seventeenthcentury official and non-official sources concerning the festival, this essay focuses mainly on the role of the artisans. It shows how the practices of the artisans at the festival resembled those of the army artisans who, too, paraded at the initial stage of the military campaigns. However, rather than the mere theatrical aspects of the guilds’ pageantry, it emphasizes other yet multiple functions of the artisans. In particular, showing the role of the Istanbul and Edirne guilds in front of and behind the stage, this essay argues that they not only benefited from participating in such events but also bore their burdens as they provided various services, labor, and funding. In this regard, it also pays attention to the other side of the coin where not only artisans but also other actors were involved. To this end, after a brief introduction, this essay focuses on the day-to-day parades of the artisans, the practices of gift-giving, the burdens and benefits of the festival for the different classes, and finally its military tone by considering the actively involved artisans and their auxiliaries.