742 sonuç bulundu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- Osmanlı Devleti 25
- Ottoman Empire 25
- Osmanlı 23
- Dokuma 21
- Ottoman 21
MEVLÂNA DERGÂHI TASVİRLİ HALI
Arış · 2023, Sayı 23 · Sayfa: 67-84 · DOI: 10.32704/akmbaris.2023.186
Özet
Tam Metin
Konya ili; tarihi, kültürü, sosyal hayatı, ekonomisi ve coğrafyasıyla Anadolu kentleri arasında özel bir konuma sahip nadir şehirlerimizdendir. Konya’nın coğrafi özellikleri, tarihe dayanan kültür zenginlikleri, el dokumalarının uygulanmasına ve yaşatılmasına asırlardır imkân tanımıştır. Çatalhöyük’le başlayıp günümüze kadar uzanan ve tarihin her döneminden izler taşıyan Konya, bütün bu dönemlerde el dokumacılığının merkezi olma özelliğini korumuştur. Bu güzel şehrimiz topraklarında pek çok özel şahsiyeti misafir etmiş ev sahipliği yapmıştır. Hz. Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî bu önemli şahsiyetlerin başında gelir. Hz. Mevlâna’nın Konya şehri ve halkı üzerinde etkisi günümüze kadar gelmiştir. Konya’nın en önemli sembolüdür. Hz. Mevlâna bıraktığı eserlerle çağlar boyu yaşamıştır. İlmini yaydığı bu coğrafyada vefatından sonra bina edilen, günümüzde de Mevlâna Müzesi olarak korunan mekân Konya şehrinin en önemli silüeti durumundadır. Öyle ki bu mekân farklı sanat alanlarında pek çok esere konu olmuştur. Bu eserlerden birisi de halı sanatıdır. Batılılaşma Dönemi Anadolu tasvir sanatı içinde duvar resimleri dini ve sivil mimaride uygulanmıştır. Türk resim sanatı içinde duvar resimlerinde tabiattan görüntüler, şehirlerden detaylar ve mekânlar resmedilmiştir. Duvar resimlerinin etkilerini Türk halı sanatı içinde duvar halılarında görmekteyiz. Özellikle dini semboller halılarda sıklıkla kullanılmıştır. Bu örneklerden birisi de Mevlâna Dergâhının konu edindiği bir duvar halısıdır. Bu çalışmada, özel koleksiyonda korunan “Mevlâna Halısı” olarak adlandırılan halının; boyut, malzeme, teknik, renk, tür ve kompozisyon özellikleri genel olarak incelenerek, Türk Halı Sanatı Tarihi içindeki yeri değerlendirilmeye çalışılacaktır.
TOSYA’DA GELENEKSEL KESE VE KUŞAK DOKUMACILIĞI VE GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU
Arış · 2023, Sayı 23 · Sayfa: 85-108 · DOI: 10.32704/akmbaris.2023.187
Özet
Tam Metin
Dokumacılık sanatı, çağlar boyunca süregelen ve geniş çaplı kültür-sanat zenginliğine sahip Anadolu’nun köklü uğraşılarındandır. Geleneksel kimliği, kullanılan teknik, yöreye ait motif ve kompozisyon özellikleri gibi unsurları ile kültürel mirasımıza ait başlıca ögelerdendir. Geleneksel dokuma sanatından günümüze ulaşan örnekler zengin çeşitliliğe sahip olsa da, günümüzün teknolojik koşulları ile birlikte geleneksel kimlikte bozulmalar yaşandığı ve üretimin azaldığı görülmektedir.
Bu araştırmanın amacı tiftik iplik kullanılarak dokunan Tosya kese ve kuşaklarında kullanılan araç-gereçler ve üretim aşamalarının, teknik özelliklerin belirlenmesidir. Bu amaçlar doğrultusunda ilçede alan araştırması yapılmış ve etnografik araştırma metodu uygulanmıştır. Yörede dokumacılıkla uğraşan kişiler ve kurum yetkilileri ile görüşülmüş, ilçede ulaşılabilen kese örnekleri, iç ve dış kuşak örnekleri incelenmiştir. Araştırma kapsamında, Tosya’da kese ve kuşak dokumacılığında yapılan tüm hazırlık, dokuma ve bitim işlemleri belirlenmiştir.
Kese ve kuşak dokumacılığında iki ya da dört çerçeveli yüksek tezgâhlar kullanılmaktadır. Araştırmaya konu olan keselik bezler bezayağı örgü tekniğinde dokunurken, iç kuşaklık bezler ise balıksırtı dimi örgü tekniğinde dokunmaktadır. Keselik bez dokumalara, uygulanan son işlemler ciltteki ölü deriyi kolay uzaklaştırmasını sağlamaktadır. Kese ve iç kuşaklarda tiftiğin kendi rengi kullanılmakta ve herhangi bir boyama işlemine tabi tutulmamaktadır. Yörede diğer adıyla “alaca kuşak” olarak da bilinen, dış kuşaklar artık yapılmamaktadır. İç kuşakların üretim ve kullanımına günümüzde de devam edilmektedir. Bu çalışma ile “Tosya Kese” ve “Tosya Kuşağı” yapımının kayıt altına alınıp korunarak, özelliğini bozmadan devam ettirilmesine yardımcı olmak hedeflenmiştir.
Çukurova Âyânları IV: Hasanpaşazâde Ahmet Bey II
Belgeler · 2023, Cilt XXXVIII, Sayı 42 · Sayfa: 31-227 · DOI: 10.37879/belgeler.2023.31
Özet
Tam Metin
18. Yüzyıl Çukurova’da âyânlığın en güçlü olduğu yıllardır. Adana valilerinin Rumeli’de bulunan kale ve şehirlerin korunması için görevlendirilmiş olması, şehirlerin mütesellimler eliyle yönetilmesi sonucunu doğurdu. İşte bölgenin güçlü âyân ailesi Karslızâdeler veya daha sonraki adıyla Hasanpaşazâdeler 1750 yılından sonra böyle bir tablo içerisinde ortaya çıkmış ve bölgenin yönetiminde etkili olmuştu. 1770 yılında Karslızâde Hasan Paşa’nın Üzeyir sancakbeyi olarak atanmasından sonra aile, Hasanpaşazâdeler olarak anılmaya başlamıştır. Hasanpaşazadeler, Adana Müftüsü İshak Efendi üzerinden Ramazanoğulları kimliği ile Cumhuriyete intikal etmiş köklü bir âyân ailesidir.
Hasanpaşazâdeler âyân ailesi ve bu ailenin en güçlü ismi Ahmet Bey hakkında bugüne kadar bazı akademik yayınlar yapılmıştır. 1793-1811 yılları arasında birçok defa Adana mütesellimliği yapan Ahmet Bey hakkında, gerek Adana Şer’iye Sicillerinde ve gerekse diğer Osmanlı Arşiv kaynaklarında yüzlerce belge bulunmaktadır. 57 numaralı Adana Şer’iye Sicili neredeyse tamamen Ahmet Bey ile ilgilidir. Bu belgeler sadece Çukurova bölge tarihi ve âyânlık mücadeleleri ile ilgili olmayıp Nizâm-ı Cedîd uygulamaları ve mâlikâne-mukataa işletmelerinin nasıl yürütüldüğü konusunda da değerli bilgiler sunmaktadır. Bundan önceki makalemizde Ahmet Bey’in mütesellimliğe atanması konusunda gerekli bilgiler verilmiş olduğundan biz burada yayınlamış olduğumuz belgelerin değerlendirilmesine ağırlık vermek istiyoruz.
Buraya aldığımız 71 belge Hasanpaşazâde Ahmet Bey’in 1798 yılından1802 yılına kadar olan mütesellimlik dönemlerine ilişkin belgelerdir. Bu dönem, Napolyon’un Mısır saldırısı yılları olduğundan yayınlanan belgeler bu savaşın arka planı konusunda çok kıymetli bilgiler sunmaktadır. Adana’da âyân ailelerinin mukataa ve malikâneleri nasıl ele geçirdiğini ve bu yolla bölgedeki hakimiyetlerini nasıl güçlendirdiklerini gösteren birçok belge araştırmacılara ulaştırılmış olmaktadır[1] .
Moralı Seyyid Ali Efendi’nin Fransa Sefareti ve Paris Risalesi
Belgeler · 2023, Cilt XXXVIII, Sayı 42 · Sayfa: 229-275 · DOI: 10.37879/belgeler.2023.229
Özet
Tam Metin
Osmanlı Devleti, III. Selim döneminde daimî elçilikler açmaya başlamıştır. Nizam-ı Cedid hareketleri kapsamında değerlendirilen bu süreçte Avrupa’da dört merkezde daimî büyükelçilik ihdas edilmiş ve Maliye Kaleminden yetişmiş olan Moralı Seyyid Ali Efendi Paris’e gönderilmiştir. Osmanlı Devleti’nden bir Büyükelçinin gönderilmesi İhtilal sonrası Fransa Cumhuriyeti tarafından büyük sevinçle karşılanmıştır. Zira elçilik ihdası yeni cumhuriyetin tanınmış olması anlamına da gelmekteydi. Elçinin varışından kısa bir süre sonra General Napoléon kontrolündeki Fransız birlikleri Mısır’a çıkartma yapmıştır. Savaşın patlak vermesi diplomatik ipleri koparmış ve Seyyid Ali Efendi “Sâbık Osmanlı Elçisi” olarak Fransa’da mecburî ikamete tâbi tutulmuştur. Ali Efendi 1797-1802 yıllarını kapsayan Paris ikametinin anılarını, gözlem ve tecrübelerini iki eserde toplamıştır. Birinci eseri farklı el yazmaları sayesinde daha iyi bilinen ve Osmanlı Devleti’nin son döneminde basılmış olan sefaretnamesidir. Bu sefaretname, 1797’de Elçinin İstanbul’dan denizyoluyla ayrılışından başlayıp, 1802 yılında İstanbul’a kara yoluyla dönüşe kadar yaşanan tüm olayları özetler mahiyettedir. Ali Efendi’nin bıraktığı diğer eser ise Fransa tarihçesini ihtiva eden Paris Risalesi’dir. Tek yazma nüshası tespit edilmiş bu eser muhtemelen bir Türk tarafından Fransız İhtilaline dair yazılmış ilk örnektir. Seyyid Ali Efendi’nin Paris Risalesi, hacmen sefaretnamenin dörtte biri kadardır ve on altı varaktan ibarettir. Bu makalede Seyyid Ali Efendi’nin eserlerinin muhtevaları kıyaslanmış, daha az bilinen Paris Risalesi latin harflerine aktarılmış ve notlandırılarak istifadeye sunulmuştur.
Küçük Kaynarca Sonrası Osmanlı-Rus Müzakerelerinden Bir Kesit: 1776 Tarihli Mükâleme Belgesi
Belgeler · 2023, Cilt XXXVIII, Sayı 42 · Sayfa: 277-318 · DOI: 10.37879/belgeler.2023.277
Özet
Tam Metin
1768-1774 Osmanlı Rus Savaşı, sonuçları açısından Osmanlı İmparatorluğu için bir dönüm noktasıdır. Çünkü 21 Temmuz 1774’te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması, Kırım’ın bağımsızlığı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun savaş tazminatı ödemesi gibi ağır şartlar barındırmaktadır. Bu bağlamda Küçük Kaynarca Antlaşması, her ne kadar iki devlet arasındaki savaşı bitirmiş olsa da içerdiği belirsizliklerle yeni sorunların çıkmasına temel teşkil etmiştir. Zira Rusya, antlaşmayı gerekçe göstererek, İstanbul dışında konsolosluk açma, Karadeniz’de Osmanlı aleyhine ticari faaliyet yürütme, Kırım’ı ilhaka yönelme gibi çeşitli girişimlerde bulunmuştur. Bu nedenle iki devlet beynindeki sular, Küçük Kaynarca sonrasında bir türlü durulmamıştır. Bu da Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında Aynalıkavak Tenkihnamesi’ne kadar devam eden yoğun bir müzakere sürecine yol açmıştır.
Burada neşrettiğimiz ve Osmanlı Arşivi’nde Yıldız Esas Evrakı tasnifi içinde 91/44 numara ile kayıtlı olan mükâleme belgesi de bu sürecin bir ürünüdür. Bu belge, Küçük Kaynarca Antlaşması sonrasında Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasındaki ilişkiler açısından önem arz etmektedir. İlgili belge, Reisülküttap Raif İsmail Efendi’nin Rusya orta elçisi Aleksandr Stachieviç Stachiev’le Kuzguncuk’taki yalısında 7 Mayıs 1776’daki görüşmesinde yönelttiği on iki maddelik sorular temelinde şekillenmiştir. Bu sorular, reayanın durumu, kiliseler, tazminat ödemeleri, Tatarların durumu gibi konular hakkındadır. Fakat Stachiev devletine danışması gerektiğinden, Raif İsmail Efendi’ye hemen cevap verememiştir. Dolayısıyla Rusya’dan beklenen yanıt ancak 15 Eylül 1776’da gelmiştir.
Osmanlı Belgelerinin Tarihlerine Dâir
Belgeler · 2023, Cilt XXXVIII, Sayı 42 · Sayfa: 1-30 · DOI: 10.37879/belgeler.2023.1
Özet
Tam Metin
Osmanlı belgelerinin cinslerine göre tarihlerinin atılış şekilleri farklıdır. Bazılarında Arapça tarih kullanılmıştır. Bir kısmında ayın tarihleri tam olarak yazılırken bazılarında on günlük bölümlerin belirtilmesiyle yetinilmiştir. Bir kısım belgelerde ise ayın günü ile yıl rakam olarak, ay ise belli rumuzlarla gösterilmiştir.
Dikkat edilmesi gereken ise yılın tam olarak yazılmadığı tarihlerdir. Bir kısmında binler, bir kısmında binler ve yüzler, hatta nadir olmakla beraber, onlar haneleri de yazılmamıştır. Böyle belgelerde ekleri ve arkasındaki muâmele kayıtları dikkate alınmalı ve belge diplomatik açıdan olduğu kadar teşkilât ve müessese tarihleri de göz önüne alınarak değerlendirilmelidir.
Bu yazıda, Osmanlı belgelerindeki çeşitli tarih tipleri, örnekleriyle gösterilmiştir.
XVI. Yüzyılda Van, Muş ve Bitlis’te Zaviye Kökenli Köyler
Erdem · 2023, Sayı 85 · Sayfa: 1-38 · DOI: 10.32704/erdem.2023.85.001
Özet
Tam Metin
Dünya tarihinde derin izler bırakan devletlerin kuruluş ve gelişmelerini derinden etkileyen bazı müesseseler olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş ve özellikle Rumeli’ye doğru hızlı bir şekilde genişlemesinde zâviyelerin hayati bir rol oynadıkları bilinmektedir. Zâviyeler genellikle iskâna müsait bir havzayı tepeden gören bir zirvede veya önemli bir ticaret ya da bağlantı yolunun kilit mıntıkasında kurulmuşlardır. Böylece sessiz veya tahta kılıçlı fatihler olarak nitelendirilen dervişler, konargöçerlerin yerleşmelerine öncülük etmiş, gelip giden yolculara ise ışık olmuşlardır. Bu vasıflarının yanında zâviyelerde aynı zamanda bir derviş veya şeyh öncülüğünde tasavvufî eğitim sürdürülmüştür. Bu nedenle kuruldukları mıntıkaya göre büyüklükleri değişmekle birlikte zâviyeler ahır, mutfak, kütüphane, ambar, kiler, değirmen, sofa ve odalardan oluşmaktaydı. Ayrıca tüm bu birimlerin yer aldığı ana yapıyı çevreleyen bağ ve bahçeleri de bulunmaktaydı. Bu durumda kilerci, ambarcı, değirmenci, çerağcı, kapıcı ve aşçı gibi görevlilerin zâviyelerde varlığı kaçınılmaz olmuştur. Tüm bu birimler ve görevliler ile kuruluş maksatlarından kaynaklanan giderleri, vakıf sistemi sayesinde yereldeki gelirlerden karşılanmıştır. Böylece imparatorluk taşrasında merkezî hazineden bağımsız bir şekilde kendi kendine yeten bir dinî, sosyo-kültürel ve iktisadî bir ünite ortaya çıkmış ve asırlar boyunca devam etmiştir.
XVI. yüzyılda Osmanlı’nın doğu sınırı Osmanlı-Safevî çekişmesinin merkezinde yer almaktaydı. Bölge demografisi genel olarak gayrimüslim nüfusun arasında temelleri çok daha eskilere dayanan önemli geçit ve yol güzergâhlarında kurulmuş zâviyeleri merkeze almış Türkmenler ile ekrad taifesinden oluşmaktaydı. Safevîler, sosyo-kültürel ve dinî politikalarının gereği olarak bölgede zâviyelerin kurulması ve devamı noktasında gayret göstermişlerdir. Buna karşılık Osmanlılar da aynı maksatla Doğuya doğru genişleyen sınırlarında kalan kadim zâviyeleri mevcut muafiyetleriyle kabul ve yenilerinin kurulmasını teşvik etmişlerdir. Hem bir tarımsal ünite hem de sosyo-kültürel ve dinî bir mahiyete malik zâviyelerin bölgede Osmanlı idaresinin tesisi noktasındaki katkısı yadsınamaz. Nitekim zâviyeler, doğudaki iskânın planlanması, oluşması ve kararlılığında merkezî rol oynamışlardır. Bunun en somut örneklerinden biri bölgede köye dönüşmüş zâviyelerin varlığıdır. Döneme ve bölgeye ait kaynakların tetkiki bu değişim ve dönüşümün mimarlarını çok daha yakından tanımamıza fırsat verecektir. Kurucu olmaları muhtemel kişiler veya onlara atfen başkalarınca kurulmuş olan zâviyeler bu bakımdan önem arz etmektedir. Öyle ki bazı örneklerinin XVI. yüzyıldan XX. yüzyıla uzanan oldukça köklü mazileri ve isim kararlılıkları bulunmaktadır. Bunların bulundukları yerler, kurucuları, reâyasının demografisi, tarımsal ve ticarî potansiyelleri ile özellikle XVI. yüzyıldan XX. yüzyıla değişen imparatorluk şartlarına direnç ya da uyumlarının ortaya konulması çalışmanın temel gayesini oluşturmaktadır.
El-Herevî’nin İstanbul’dan Konya’ya Seyahati Üzerine
Erdem · 2023, Sayı 85 · Sayfa: 39-58 · DOI: 10.32704/erdem.2023.85.039
Özet
Tam Metin
Suriye, Filistin, Irak, Yemen, Mısır, Hindistan, İran ve Anadolu gibi birçok ülkeye seyahat eden el-Herevî, buralardaki şehirler hakkında önemli bilgiler kaydetmiştir. Özellikle Anadolu’daki şehirler ile ilgili verdiği bilgiler bizim için kıymetlidir. Miryokefalon Savaşı’ndan biraz önce İstanbul’dan Konya’ya gerçekleştirdiği seyahati esnasında İznik, Eskişehir, Amorion (Ammûriyye) ve Ilgın hakkında bilgiler vermektedir. Bu şehirler hakkında bilgiler verirken yer yer hatalar yapmıştır. Bunlardan en önemlisi Eskişehir ve Ilgın’ın birbirine karıştırılması olmuştur. Başka bir ifadeyle, Eskişehir başlığı altında Ilgın ile ilgili bilgileri kaydetmiştir. Bu çalışmada bu karışıklık açıklığa kavuşturulmuştur. el-Herevî, İstanbul ve Konya arasındaki şehirler hakkında bilgi vermesine rağmen bunlar arasında herhangi bir güzergâh bilgisi vermemektedir. el-Herevî’nin bu eksikliği, dönemin tarihî verileri ile değerlendirilerek İstanbul’dan Konya’ya kadar izleyebileceği güzergâh belirlenmeye çalışılmıştır. Bizans İmparatorluğu ve Haçlıların, Selçuklu Devleti’nin başkenti Konya üzerine gerçekleştirdikleri seferlerde İstanbul’dan Konya’ya kadar çeşitli güzergâhları kullandıkları bilinmektedir. el-Herevî’nin verdiği bilgilerle Bizans ve Haçlıların güzergâhları karşılaştırılmıştır. elHerevî, İstanbul’dan itibaren İznik, Eskişehir, Amorion (Ammûriyye) ve Ilgın üzerinden Konya’ya ulaştığı bilgisini vermektedir. Bizans ve Haçlıların aynı güzergâhtaki seferlerini kaydeden kaynaklar, elHerevî’nin vermediği ayrıntıları da vermektedirler. el-Herevî’nin güzergâhı ile uyumlu olarak, Bizans ve Haçlı kaynakları, İstanbul’dan itibaren; İzmit, Kibotos, Valideköprü, Boyalıca, İznik, Osmaneli, Eskişehir, Seyitgazi, Bardakçı, Bolvadin, Akşehir, el-Sirma (Ilgın) ve Kadınhanı yoluyla Konya’ya ulaşan güzergâhı vermektedirler. Tüm bu veriler bir araya getirildiğinde, el-Herevî’nin İstanbul’dan Konya’ya kadar izlediği güzergâh netleştirilmiştir. Bu güzergâhların daha iyi anlaşılması için çalışmamıza haritalar eklenmiştir. Bizzat hazırladığımız haritalarda el-Herevî’nin İstanbul’dan Konya’ya kadarki güzergâhı gösterilmiştir.
el-Herevî, İstanbul’da Bizans İmparatoru Manuel Komnenos’un misafiri olarak bulunmuştur. İstanbul’dan ayrıldıktan sonra güzergâhı üzerindeki şehirler hakkında da dikkat çekici bilgiler kaydetmiştir. İznik şehrinin piskoposluk merkezi olduğunu vurgulamıştır. Buradan itibaren ülkenin sınırında ve bir tepenin üzerinde Ebu Muhammed el-Battal’ın türbesinin olduğunu kaydetmiştir. Bu bilgiden sonra o, Amorion (Ammûriyye) ve Sultan Veki hakkında bilgiler vermiştir. Onun burada verdiği bilgiler ile Sultan Veki’nin Eskişehir olduğu ancak burada verilen bilgilerin ise Ilgın’a ait olduğu anlaşılmıştır. Bu husus çalışmamızın odak noktalarından birisini oluşturmaktadır. Bu bilgiler ile el-Herevî’nin Eskişehir ve Ilgın üzerinden Konya’ya ulaştığı anlaşılmıştır. Bu iki yer ile ilgili bilgilerin doğruluğunun anlaşılmasında Arap coğrafyacılarından ed-Dımeşkî’nin (1256-1327) verdiği bilgiler de kayda değerdir. O, Sultan Veki’den hiç bahsetmeden Amorion (Ammûriyye)’dan sonra Sirma yani Avgerm’den bahsederek coğrafî olarak sıralamayı doğru vermiştir.
Mühendis Mehmet Misbah’ın Matematik Felsefesine ve Matematik Eğitimine Dair Görüşleri
Erdem · 2023, Sayı 85 · Sayfa: 151-172 · DOI: 10.32704/erdem.2023.85.151
Özet
Tam Metin
Osmanlı 18. yüzyıldan itibaren eğitim, bilim ve askerî alanda çok sayıda değişim ve dönüşüm yaşamıştır. Modernleşme olarak da adlandırabileceğimiz bu sürecin eğitim alanındaki ilk örnekleri askerî mühendislik okulları olan “Mühendishâne-i Bahr-i Hümâyûn” ve “Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn”dur. Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesi ile peyderpey İdadî (lise), rüşdiye (ortaokul) ve ibtidai (ilkokul) okulları açılmış ve mühendishânelere hazır öğrenciler yetiştirilmiş ve dolayısıyla 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu okullardan çok sayıda başarılı mühendis mezun olmuştur. 1874’te ilk sivil mühendislik okulu olan “Mülkiye Mühendis Mektebi”nin açılması ile beraber mühendislik eğitimi daha da gelişmeye başlamıştır. Bu okullardan mezun olan öğrenciler mühendislik işlerini yürütmekle beraber fen bilimlerindeki modern gelişmeleri yakından takip etmişler ve modern bilimsel gelişmelerin Osmanlı’ya ulaşmasına katkı sağlamışlardır. Mezun olan mühendislerin bir kısmı devlet tarafından yüksek öğrenim için başta Paris olmak üzere önemli Avrupa şehirlerine gönderilmişlerdir. Bu öğrenciler döndüklerinde devletin önemli mevkilerinde istihdam edilmişlerdir. Paris’e gönderilen öğrencilerden biri de Mühendis Mehmet Misbah’tır. 1911 yılında “Mühendis Mekteb-i Âlîsi”nden mezun olan Misbah aynı yıl Paris’e gönderilmiş, 1913’te geri döndüğünde mezun olduğu Mühendishâne’ye hoca olarak atanmış ve 1919 yılına kadar görevini sürdürmüştür. Analitik Geometri ve Düzlem Geometrisi derslerini üstlenen Misbah matematik alanında yirmiye yakın makale yayımlamıştır. Misbah’ın matematik felsefesine ve matematik eğitimine dair görüşleri bu makalenin konusunu oluşturmaktadır. Bu amaçla Misbah’ın Genç Mühendis dergisinde yayımlanan “Felsefe-i Riyâziyyât” isimli makalesi ve Mesâil-i Hendesiye isimli kitabın ilk cildine yazdığı “Mukaddime (Önsöz)”, matematik felsefesi ve matematik eğitimi bağlamında analiz edilmiştir.
Misbah mühendishane’de öğrenci olduğu yıllarda Genç Mühendis isimli dergiye 1910-1911 yılları arasında on altı tane yazı göndermiştir. Misbah, Genç Mühendis isimli derginin 1326 Kanûn-i Sânî/Ocak 1911 tarihli 36. sayısının 5-8 sayfaları arasında el yazması şeklinde yayımladığı “Felsefe-i Riyâziyyât” isimli makalesinde matematik felsefesine dair görüşlerini açıklamıştır. Matematiğin tanımlarından yola çıkarak matematiğin ontolojisine ve epistemolojine dair görüşler beyan eden Misbah’ın isim zikretmeden Platon’un ve Aristoteles’in görüşlerinden faydalandığı tespit edilmiştir. Fakat 19. yüzyılda geliştirilen Mantıkçılık, Formalizm ve Sezgicilik gibi güncel matematik felsefesi yaklaşımlarından makalede söz edilmemiştir. Oysa söz konusu dönemde bazı Osmanlı aydınları Öklid-dışı geometrilere ve felsefî sonuçlarına dair bilgilendirici seminerler düzenlemişler ve makaleler yayımlamışlardır.
Misbah’ın mühendishâneden arkadaşı olan Muhittin Sırrı Şamlı 1911’de Mesâil-i Hendesiye isimli iki ciltten oluşan bir kitap kaleme almış ve Misbah’tan da kitabın birinci cildine önsöz yazmasını istemiştir. Misbah önsözde matematik eğitimine dair görüşlerini dile getirmiştir. Matematiğin öğretiminde ispatın yer alması gerektiğini ve ispatların bizzat öğrenciler tarafından yapılmasının “muhakeme” becerisini geliştireceğini vurgulamıştır. Misbah’ın ifadelerinden matematik eğitiminde “öğrenci merkezli” bir anlayışa sahip olduğu tespit edilmiştir.
Karabük’te Erken Cumhuriyet Dönemi’nde Planlama Alanı Dışında Gelişen Yerleşme: Bayır Mahallesi
Erdem · 2023, Sayı 85 · Sayfa: 119-150 · DOI: 10.32704/erdem.2023.85.119
Özet
Tam Metin
Erken Cumhuriyet Dönemi’nde yapılan konutların sayıları her geçen gün azalmaktadır. Konut tarihinin insanlık tarihi kadar eski olduğu ve her sosyolojik değişimle birlikte konutun da işlevsel ve yapısal olarak değiştiği düşünüldüğünde, bir dönemin değişen yaşam şeklini yansıtan Erken Cumhuriyet Dönemi konutlarının incelenmesi önem arz etmektedir. Bu kapsamda Cumhuriyetle birlikte kurulan ve “Cumhuriyet Kenti” olarak anılan Karabük ilinde inşa edilmiş bu dönem yapılarının da araştırma konusu olması önemli görülmüştür.
Konut tarihi, her dönemde her bölgede merak edilen, araştırılan bir kavram olmuştur. Konutun oluşumuyla birlikte gelişimi, dönüşümü, kullanımı da ayrı birer araştırma konusu olacak kadar geniş ve ilgi uyandıracak alanlardır. 1937 yılında Karabük Demir-Çelik Fabrikası’nın temellerinin atılmasıyla ilk belirgin nüfus artışını yaşayan Karabük, idari yapının değişmesi, şehirleşme, fabrikanın büyümesi, ulaşım olanaklarının artması, ticaretin artması gibi etkenlerin artış göstermesine bağlı olarak sürekli gelişme, büyüme ve nüfus yoğunluğu yaşayan bir merkez olmuştur.
Karabük’ün gelişimindeki önemli etkenlerden bir diğeri de Sümerbank tarafından inşa edilen, günümüzde hala Yenişehir Mahallesi olarak varlığını sürdüren ve konut bölgesi olmaya devam eden, sanayiye bağlı konut üretiminin gerçekleştirilmiş olmasıdır. Şehir planlama ve kentleşme Türkiye Cumhuriyeti dönemine ait modern bir düşünce olarak planlamaya ve uygulamaya alınmıştır. Bu dönemde başkent Ankara ile birlikte içinde yerli ve yabancı uzmanların olduğu birçok ekibe raporlama ve kent planı yaptırılmıştır. 1937 yılında İstanbul’dan sonra (o yıllarda Zonguldak iline bağlı olan) Karabük’e gelerek planlı bir büyüme öngörüsü ile mimar Martin Wagner’in görüşleri alınmış ve mimar/şehir plancı Henri Prost’a Kısmi İmar Planı hazırlatılmıştır.
Bu çalışmada, plansız gelişim göstermesine rağmen Yenişehir Mahallesi’nden etkilenerek konut üretiminin gerçekleştirildiği Bayır Mahallesi sınırlarında da Erken Cumhuriyet Dönemi konut mimarisi özelliklerine benzer yapıların olduğu tespit edilmiştir. Bayır Mahallesi’nde bulunan yapıların bina girişleri, cephe özellikleri ve yerleşimleri bakımından çağdaşlarını yakaladığı söylenebilmektedir. Cumhuriyet ideolojisi olan modernleşme fikrinin, halk tarafından da benimsendiği ve yapılarının inşa süreçlerine yansıtmış oldukları gözlemlenmiştir. Planlama alanı dışında gelişen ve konut ihtiyacını karşılama hedefiyle kurulan bu mahallede tasarım kaygılarının gözetilmiş olması, bu bölgenin dönemin modern ve eğitimli insanları tarafından şekillendirildiğini düşündürtmektedir. Bu sayede Bayır Mahallesi’ni konu alan çalışmamız bir ilki teşkil etmektedir.