224 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Son 1 yıl
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Britanya Mandası Altında Kudüs’te Kamusallık: Mir’âtu’ş-şark Gazetesi Örneği (1919-1925)

Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 315 · Sayfa: 767-818 · DOI: 10.37879/belleten.2025.767
Tam Metin
Mandater Filistin Dönemi (1919-1948), hem toplumsal hem de siyasal açıdan dönüşüm süreçlerinin yoğun yaşandığı bir tarihsel kesiti temsil eder. Bu çalışma, yazılı basının bu dönüşümlerdeki kritik rolünü, Mir’âtü’ş-Şark gazetesi özelinde incelemektedir. Habermas’ın “edebî kamusal alan” kavramını teorik bir temel olarak alan araştırma, 1919-1925 yılları arasında Filistin toplumunda yazınsal kamusallığın nasıl şekillendiğini, siyasal bilincin inşası ve mekânsal aidiyetlerin oluşumu açısından ele almaktadır. Makale, yazılı basının Mandater Filistin’de kamusal alanın şekillenmesindeki özgül etkisini analiz etmeyi amaçlamaktadır. Özellikle Mir’âtü’ş-Şark gazetesinin siyasal, toplumsal ve kültürel tartışmalara nasıl aracılık ettiğini, farklı toplumsal gruplar arasında bir diyalog zemini oluşturma kapasitesini ve modern Filistin kimliğinin inşasındaki yerini ortaya koymayı hedeflemektedir. Araştırma, gazete arşivlerine dayalı bir içerik analizi yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. Ayrıca dönemin siyasal ve toplumsal bağlamını derinlemesine anlamak için Mandater Filistin tarihi üzerine yapılmış akademik çalışmalar ve ikincil kaynaklardan destek alınmıştır. Çalışma, Mir’âtü’ş-Şark gazetesinin yalnızca bir haber kaynağı değil, aynı zamanda Mandater Filistin’de kamusal tartışmaların şekillendiği önemli bir yazınsal alan olduğunu göstermektedir. Gazete, toplumu yerel ve küresel olaylara ilişkin bilgilendirmenin ötesine geçerek, siyasal farkındalığı artıran, toplumsal dayanışmayı güçlendiren ve mekânsal aidiyet duygusunu pekiştiren bir platform hâline gelmiştir. Bu bağlamda Mir’âtü’ş-Şark gazetesi, modern Filistin’in siyasal ve kültürel kimliğinin inşasında hayati bir rol oynamıştır. Bu bağlamda gelecekte yapılacak araştırmalarda, Mir’âtü’ş-Şark gibi yayınlarla birlikte dönemin diğer basın organlarının da incelenmesi, yazınsal kamusallığın farklı dinamiklerini daha geniş bir perspektifle ele alma imkânı sunabilir. Ayrıca, Mandater Filistin basınının toplumsal ve siyasal hadiseler çerçevesindeki dönüşümlerinin karşılaştırmalı bir analizi, mekânsal ve yazınsal kamusallık arasındaki süreklilikleri ve kopuşları anlamaya yönelik yeni yollar açabilir.

İngiliz Genelkurmayının Rapor ve Analizlerine Göre Türk Kurtuluş Savaşı

Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 315 · Sayfa: 719-765 · DOI: 10.37879/belleten.2025.719
Tam Metin
Türk Ordusu ile Yunan Ordusu arasında Ocak 1921’de I. İnönü Muharebesi ile başlayan sıcak muharebe dönemi, 1922 Ağustos ayında başlayan Büyük Taarruz ile son bulmuştur. 1921-1922 yılları arasındaki Türk ve Yunan orduları arasındaki savaşı yakından takip eden İngiltere Genelkurmay Başkanlığı, bir dizi rapor ve değerlendirme yazısı hazırlayarak bunları belli aralıklarla Savaş Bakanlığı aracılığıyla kabineye sunmuştur. Raporların içeriği incelendiğinde, yapılan değerlendirmelerin genel olarak gerçekçi analizler ve önemli uyarılar içerdiği, askerî bakış açısından derinlemesine değerlendirmeler sunduğu görülmektedir. Türkiye’ye uygulanan sert işgal politikalarını doğru bulmayan Genelkurmay Başkanlığı, Yunan ordusunun Anadolu’yu işgal etmesine ise kesin olarak karşı çıkmıştır. Hazırlanan raporlarda genel olarak Yunan ordusuna güvenilmemesi gerektiği ve Türk ordusu karşısında galip gelemeyecekleri üzerinde durulurken, İngiltere’nin çıkarları gereği Yunanlılar yerine Türklerle dost olunması gerektiği savunulmuştur. Ancak Genelkurmay Başkanlığının yaptığı doğru analizler ve uyarılar, Başbakan Lloyd George tarafından dikkate alınmamış ve Yunanlıların Anadolu’daki işgal alanını genişletmesine destek verilmiştir. Lloyd George’un bu tavrı, İngiltere’nin uzun vadeli stratejik çıkarlarına zarar vermiş ve bölgedeki dengeleri olumsuz etkilemiştir. Tarihsel değeri yüksek olan bu raporlar, İngiltere’nin Türkiye politikasındaki stratejik hatalarını ve bunun sonuçlarını anlamak açısından önemlidir. Kurtuluş Savaşı’nın seyrini anlamak ve İngiliz politikacılar ile askerler arasındaki görüş ayrılıklarını ortaya koyarak, olayları farklı bir perspektiften değerlendirmek adına önemli bir kaynak teşkil etmektedir. Bu bağlamda, İngiliz Genelkurmayının analizleri, yalnızca dönemin askerî stratejilerini değil, aynı zamanda politik kararların sahadaki yansımalarını da gözler önüne sermektedir.

VI. Leo’nun Taktika İsimli Eserindeki Deniz Harbine Dair Bölümünün Tercümesi, Notlandırılması ve Değerlendirilmesi

Belgeler · 2025, Cilt XLI, Sayı 45 · Sayfa: 1-64 · DOI: 10.37879/belgeler.2025.1
Tam Metin
Büyük olasılıkla muharebe meydanına hiç ayak basmamış olsa da Bizans İmparatoru VI. Leo (Bilge, ὁ Σοφός) (886-912) antik çağdan kalan ve savaşa dair pek çok teknik bilgi içeren ciltlerce ilmî eseri inceleyip hülâsa ederek subaylarına askerleri savaşa ne şekilde hazırlayacaklarını ve onları seferlerde ve harp meydanında nasıl konuşlandıracaklarını anlatan bir çalışma hazırlamıştı. Ortaya çıkan bu yapıt yaygın bilinen adıyla Taktika (τακτικά) idi. Bir mukaddimeyle başlayan ve hâtimeyle sonlanan 20 nizamnameden (bölümden) meydana gelen eser, Sarazenlere/Sarasinlere (Σαρακηνοί) ve deniz savaşına ayrılan bölüm haricinde daha önceki devirlerin ehemmiyet arz eden yazarlarına ait çalışmaların uyarlamaları ile farklı sözcükler kullanılmak suretiyle yapılan tefsirlerinden müteşekkildir. Bilge olarak da isimlendirilen mezkûr imparatorun hüküm sürdüğü yıllar Sarazenlerle yapılan mücadeleler bağlamında su coğrafyasında birçok hareketliliğin yaşandığı bir devir olmuştur. Taktika isimli eserin Deniz Savaşlarına Dair (περὶ ναυμαχίας) [Nizamname XIX] bölümü her ne kadar savaş taktiği üzerine yazılmışsa dahi basit bir şekilde, olması veyahut olmaması gerekenleri belirtmek yerine bir şey yapılırsa ya da yapılmazsa nasıl sonuçlanabileceğine değindiğinden hem bir rehber hem de bir siyasetname/nasihatname özelliği taşımaktadır. Bu çalışmada Taktika isimli eserin Deniz Savaşlarına Dair bölümünün Türkçeye tercümesi yapılarak ilgili kısmın izaha muhtaç hususları notlarla açıklanmış ve VI. Leo’nun sunduğu malumat Ortaçağ’daki diğer kaynak eserlerin sunduğu bilgilerle mukayese edilip modern dokümanlardan da istifade edilerek denizcilik tarihine ilgi duyanlar için değerlendirilmiştir.

Son Mısır Hidivi II. Abbas Hilmi Paşa’nın (1874-1944), Evelyn Cromer’ın İddiaları ve İngiltere’nin Mısır Politikaları Karşısında Yazdığı Eseri Üzerine Bir İnceleme

Belgeler · 2025, Cilt XLI, Sayı 45 · Sayfa: 93-185 · DOI: 10.37879/belgeler.2025.93
Tam Metin
Bu çalışma, Mısır’da Britanya başkonsolosu olarak 1883’te Londra Hükûmeti tarafından görevlendirilen ve bu pozisyonunu 1907 yılına kadar kesintisiz sürdüren Evelyn Baring Cromer tarafından 1908’de yayınlanan “Modern Egypt” adlı eserden sonra Mısır’ın Hıdivi II. Abbas hakkında yazılan ve 1915’te basılan “Abbas II” adlı kitaptaki iddialara karşı II. Abbas Hilmi Paşa’nın 1929 yılında yayınladığı “A few words on the Anglo-Egyptian Settlement” başlıklı kitabın tercümesi ve değerlendirmesi ile ilgilidir. Lord Cromer’ın yazdığı kitaplarla politikaları ve icraatlarını öne çıkaran tutumu yanında Hidivlik makamını, Mısırlı bürokratları ve Mısır halkını yer yer kritik eden ve İngilizler dışında Mısır Hükûmeti’nde çalışanları ölçüsüz bir şekilde yeren yaklaşımı karşısında II. Abbas Hilmi Paşa da kendi zaviyesinden bir eser yazarak adeta savunmasını yapmıştır. Aynı zamanda II. Abbas Hilmi Paşa, Londra’nın Mısır’da yeni bir politika uygulayacağına dair uluslararası alanda yeni sinyaller verdiği bir sırada kaleme aldığı bu eseriyle dikkatleri üzerine çekmek istemiştir. Yazar bu şekildeki girişimiyle bir yandan kendi devrinin bir savunmasını yaparken bir yandan da Mısır’ın yeni sürecinde rol alma umutlarını ortaya koymuş oldu. Abbas Hilmi Paşa’nın söz konusu eseri kaleme almasının temel amaçlarından birisi de Mısır’ın yönetiminde hak sahibi olduğunu ifade etmeye çalışmasıdır. Mısır’ın kaderini tayin etme anlaşmaları gündemde iken yazdığı “A few words on the Anglo-Egyptian Settlement” eseri tarafımızdan “İngiliz-Mısır Antlaşması Üzerine Birkaç Söz” başlığı ile tercüme edilmiştir. Abbas Hilmi bu eseriyle hem Londra’ya hem de Kahire’ye dolaylı mesajlar vermeye çalışmıştır. Bu anlayışla, Osmanlı devri unvanı olan Paşa sıfatını kullanmadan yazan müellif eserdeki unvanını “Mısır’ın 23 Yıllık Hidivi Abbas Hilmi II” olarak kaydetmiştir.

Râmi Mehmed Paşa Tarafından Acem Şahına Gönderilen Mektup

Belgeler · 2025, Cilt XLI, Sayı 45 · Sayfa: 65-92 · DOI: 10.37879/belgeler.2025.65
Tam Metin
Osmanlı dönemi edebiyatında sanatlı düz yazı tarzında kaleme alınan ve bir kitap içerisinde toplanan münşeat mecmuaları edebî bakımdan ehemmiyet arz ettiği gibi tarihi kaynak değeri de taşımaktadır. Nitekim tarih incelemeleri açısından önemli kaynak malzemesi ihtiva eden bu eserler Osmanlı tarih ve diplomasisinde siyasî ve idarî mahiyetteki muhtelif resmî yazıyı içermesi bakımından da mühimdir. Muhteva ve tertip tarzı açısından belirli bir döneme işaret eden diplomatik bir evrak olarak kabul edeceğimiz bir vesika da kalemiyyeden yetişmiş gayet zeki ve kurnaz bir bürokrat olan Râmi Mehmed Paşa tarafından Acem Şahı Hüseyin’e gönderilmiştir. Oldukça ağdalı bir dil kullanılarak kaleme alınan bu mektup genel olarak merkezden uzak bölgelerde bilhassa Basra dolaylarında isyan ederek uzun süre kargaşa ortamına zemin hazırlayan bazı aşiretlerin durumu ve işgal altındaki yerlerin tekrar geri alınarak bölgede güvenliğin yeniden tesis edilmesini ihtiva etmektedir. Söz konusu üzerinde çalıştığımız mektubun sureti Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi Koleksiyonu nr. 3375’te “Muʿâhedât ve Münşeât ve Mukarrerât” ismiyle kayıtlı yazmanın 99b-102b varakları arasında yer almaktadır. Bu çalışmada, öncelikle Osmanlı-İran ilişkileri açısından önemli olan ve tarihî kaynak değeri taşıyan Râmi Mehmed Efendi’nin mektubunun daha iyi anlaşılması için XVIII. yüzyıl başlarında İran ile münasebet ve Basra çevresindeki duruma kısaca temas edildikten sonra zikredilen nâme değerlendirilecek ve daha sonra transkripsiyonu verilecektir.

Bergama Ulu Camii Hakkında Bazı Görüşler

Erdem · 2025, Sayı 88 · Sayfa: 27-47 · DOI: 10.32704/erdem.2025.88.027
Tam Metin
Yıldırım Bayezid’in Anadolu’da hüküm süren beylikler üzerine yaptığı seferler sonucunda pek çok beylik Osmanlı’ya tâbi olmuş ve böylece Osmanlı’nın Anadolu’daki hakimiyeti perçinleşmeye başlamıştır. Hakimiyet alanını genişletmenin yanı sıra özellikle bürokratik, mali ve askeri alanlarda yapılan hamleler ile Osmanlı’nın ilk imparatorluk denemesi olarak kabul gören bu dönem aynı zamanda mimari alanında da birtakım yenilikleri beraberinde getirmiştir. İnşa edilen yapıların plan anlayışı ve tasarımlarında yeni denemelerin uygulanması ve ayrıca çevre kültür etkilerinin gözlemlenmesi bu durumu destekler niteliktedir. Bu bağlamda ön plana çıkan yapılardan biri de Bergama Ulu (Yıldırım) Camii’dir. Taç kapısında yer alan kitabesine göre 1398-1399 yılında inşa edilen Bergama Ulu Camii, derinlemesine yönelik üç sahından oluşan bir yapıdır. Caminin cephe düzenlemelerinin ana odağı, kuzey cephesindeki sivri kemerli taç kapısıdır. Gotik üslubun karakteristik özelliklerinden biri olan bu sivri kemer uygulaması taç kapıda kademeli olarak yapılmış profillerle vurgulanmıştır. Yapı, gerek plan şeması ve gerekse taç kapı tasarımı bakımlarından Osmanlı Mimarisi için “yeni” bir deneme olarak nitelendirilebilir. Dolayısıyla, Yıldırım Bayezid döneminde inşa edilen diğer yapılarda gözlemlenen farklı tasarımların izleri bu camide de takip edilebilmektedir. Literatürde konuyla ilgili yer alan kaynaklar Bergama Ulu Camii’ne dair ayrıntılı bilgi vermekte, bazı çalışmalar yapıyı etki bağlamında inceleyerek Gotik üsluba atıf yapmakta ve çağdaşı sayılan Beçin Ahmed Gazi Medresesi (1375) ile bağlantı kurmaktadır. Nitekim, her iki yapıda da yer alan Gotik üsluba sahip taç kapı tasarımı da bu durumu desteklemektedir. Bununla birlikte, etkinin kaynağı bakımından ele alındığında Bergama Ulu Camii, Akdeniz çevresindeki Haçlı devletlerinde görülen mimari üslup ile bağlantılı mıdır? sorusu bu çalışmanın temel araştırma sorusudur. Dolayısıyla çalışmanın başlıca amacı da, Bergama Ulu Camii’ni etki çerçevesinde değerlendirerek Haçlı devletlerindeki mimari anlayışla bağlantısını benzer örnekler üzerinden açıklamaktır. Çalışmanın bir başka amacı ise yapının inşasında görev alan sanatkâr ve/veya ustaların sahip oldukları mimari hafızayı yapıya uygulamalarındaki aracı rollerine açıklık getirmektir. Araştırma kapsamında yöntem olarak literatür taraması, saha araştırması ve fotoğraflama kullanılmıştır. Saha araştırması Bergama’nın yanı sıra Akdeniz’in önemli merkezleri arasında yer alan Rodos ve Kıbrıs adalarında gerçekleştirilmiştir. Araştırmada, Bergama Ulu Camii’ndeki taç kapı tasarımının Akdeniz çevresindeki Haçlı devletlerinde görülen mimari anlayıştan kaynaklandığı sonucuna varılmış ve bu bağlantı Rodos ve Kıbrıs adalarındaki örnekler üzerinden açıklanmıştır. Ulaşılan bir başka sonuç ise bu etkinin sanatkâr ve/veya ustaların, hatta bunların mensubu olduğu atölyelerin aracılığıyla yayılmış olduğunun anlaşılmasıdır.

19. Yüzyıl Dua Kitaplarına Bir Örnek: Düzdidil Kadınefendi Adına Hazırlanan Enꜥâm-ı Şerîf

Erdem · 2025, Sayı 88 · Sayfa: 49-80 · DOI: 10.32704/erdem.2025.88.049
Tam Metin
Enʿâm sûresinin başka sûre ve dualarla birlikte güzel bir hatla yazılması ve tezyîn edilmesiyle hazırlanan Enꜥâm-ı Şerîfler, Osmanlı toplumunda Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en çok okunan dua kitaplarından olmuştur. 19. yüzyıl Enꜥâm-ı Şerîfleri, içeriklerinin ve süsleme özelliklerinin farklılığıyla diğer dönem Enꜥâm-ı Şerîflerinden ayrılmaktadır. Çalışmamızın konusu olan Enʿâm-ı Şerîf, 19. yüzyıl Enꜥâm-ı Şerîflerinden olup I. Abdülmecid’in üçüncü kadını Düzdidil Kadınefendi için hazırlanan, München Bayerische Staatsbibliothek’te (Münih Bavyera Eyalet Kütüphanesi) Cod.turc.553 numarasıyla yer alan, H.1261/M.1845 tarihli Enꜥâm-ı Şerîf’tir. Eserin içerisinde Düzdidil Kadınefendi’nin kendi ağzından dua ve yakarışlar, şifa talebine dair ayetler, dualar, virdler, tılsım özellikli mühürler ve vefkler yer almaktadır. Düzdidil Kadınefendi, erken yaşta verem hastalığına yakalanmış ve bu hastalık sebebiyle erken yaşta vefat etmiştir. Muhtemelen bu dua kitabını hastalığı sebebiyle tertip ettirmiştir. Haremdeki bir kadınefendinin vereme yakalanması ve bunun üzerine içerisinde şifa talebine yönelik dualar barındıran bir dua kitabı tertip ettirmesi, söz konusu yazma eseri özel ve farklı kılmaktadır. Eser aynı zamanda tasavvufî bir karakter taşımaktadır. İçerisinde tasavvuf büyüklerinin isimleri ve bu isimlerin geçtiği dualar yer almaktadır. Eser, zengin süsleme özelliklerine sahiptir. Eserin tezhip üslübu barok-rokoko tarzında olup sepet, vazo, gül, papatya gibi bitkisel motifler yoğun olarak kullanılmıştır. Bitkisel motiflerde altın rengi yoğunlukta olmakla birlikte geniş bir renk skalası kullanılmıştır. Eserin barok-rokoko tarzındaki cildi, bitkisel bezeme özellikleri göstermekte olup yekşâh tekniğiyle oluşturulmuştur. Eserin içerisinde Hz. Muhammed’in eşyalarından oluşan kutsal emanetlerin ve Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebî gibi kutsal mekanların minyatürleri yer almaktadır. Kutsal emanetlerin minyatürleri iki boyutlu olarak resmedilmişken, Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebî gibi mekanların minyatürleri ortografik ve paralel perspektifte resmedilmiştir. Eserin müzehhibi Hüseyin Efendi, hattatı Seyyid Muhammed Tâhir Efendi’nin öğrencisi Hafız Hasan Râşid Efendi’dir. Eseri üreten hattat ve müzehhibin isimleri bilinmekle birlikte eserin müzehhibinin kimliği konusunda bir karışıklık söz konusudur. Bu makalenin amacı, 19. yüzyılda Osmanlı haremindeki bir kadınefendi adına hazırlanan bu Enʿâm-ı Şerîf’i, hâmi-sanatkâr-içerik temelinde çok yönlü bir bakış açısıyla hem içeriği hem de süsleme özellikleri açısından inceleyerek, eseri üreten sanatçıların kimliğini ortaya çıkararak bu eserin Türk kitap sanatları tarihi içerisindeki yerini ortaya koymaktır. Çalışma, hem 19. yüzyıl dua kitaplarına dair yapılacak olan çalışmalara katkı sağlayacak hem de harem kadınlarının kitap hâmîliğine dair, Osmanlı haremindeki bir kadınefendinin mâli gücü ve tasavvufî eğilimine dair ileride yapılacak yenilikçi araştırmalara öncü olacaktır.

Kahkaha Gazetesi Üzerine Bir İnceleme (Yıl: 1875 / Sayı: 1-10)

Erdem · 2025, Sayı 88 · Sayfa: 1-25 · DOI: 10.32704/erdem.2025.88.001
Tam Metin
İnsanlık tarihinin başlangıcından itibaren var olan mizah; olaylara, kişilere, durumlara farklı bir açıdan yaklaşan, insanları güldürürken düşündürme niteliği taşıyan bir sanattır ve günümüzde birçok alanın içinde yer almaktadır. Bu alanlardan birisi de insana ait her konuya yer veren edebiyattır. Edebiyatın hemen hemen her türünde kendine yer bulan mizahi yazılar, 1868 yılında yayımlanan Terakki gazetesinin eki ile gazete sahasına da girmiş ve böylece mizah gazeteciliği başlamıştır. Mizahi gazeteler, içinde yaşadığı devrin aksaklıklarını, çarpıklıklarını, yanlış – eksik yönlerini gösteren birer araç olarak kısa sürede geniş kitlelerce sevilmiş ve gün geçtikçe bu gazetelere yenileri eklenmiştir. Türk basınında karşımıza çıkan bu mizahi gazetelerden birisi de Kahkaha’dır. Kahkaha, Ali Efendi tarafından Rumi 22 Mart 1291/Miladi 3 Nisan 1875 tarihinde Trabzon’da yayın hayatına başlamış bir mizah gazetesidir. Kahkaha, toplam yirmi altı sayıdır ve gazetenin içerisinde yer alan yazıların tümü imzasız olarak yayımlanmıştır. Kahkaha’nın içeriği ise çeşitli karikatürler, muhavereler, şiir ve tiyatro gibi türlerde kaleme alınmış yazılar, haberler, telgraflar ve ilanlardan oluşmaktadır. Bunun yanında Ali Efendi, Kahkaha gazetesinde devrinin diğer gazetelerini ve sosyal hayatta yaşanan olayları da eleştiren başlıksız düz yazılara sık sık yer vermiştir. Çalışmada basın ve edebiyat birlikteliğinde ele alınabilecek konulardan birisi olan Kahkaha gazetesinin içeriğinin açığa çıkarılması amaçlanmıştır. Çalışmada öncelikle mizah kavramına, ardından mizah gazeteciliğine değinilmiş, Kahkaha gazetesinin yayın hayatına başlayana kadarki süreçte görülen mizahi gazetelerden kısaca bahsedilmiştir. Daha sonra Kahkaha gazetesinin kimliği verilmiş, gazetenin şekil özellikleri, yayın süreci ve muhtevası incelenmiş, akabinde Kahkaha gazetesinin ilk on sayısı içerisinde yer alan metinler sınıflandırılmış, Kahkaha’nın eleştiri yönelttiği toplumsal konular, gazeteler, dönemin gazetecik anlayışı ve kişiler/kurumlar ele alınmış ve değerlendirilmiştir. Değerlendirme sonucunda Kahkaha gazetesinin içeriğinde on sekiz düz yazı metni, otuz iki haber yazısı, Kahkaha’ya mahsus on adet telgraf, beş ilan, bir oyun, üç şiir, bir mektup, on üç muhavere yer aldığı ve her sayının dördüncü sayfalarında karikatürlerin bulunduğu görülmektedir. Kahkaha gazetesi bu metinler aracılığıyla toplumsal sorunları, basın hayatı ile ilgili sorunları, Güllü Agop ve Gedikpaşa Tiyatrosu’nu eleştirmiştir. Bu bağlamda Kahkaha gazetesinin yayımlandığı dönemin siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel unsurlarına yer vererek âdeta o dönemin bir panoramasını çizdiği görülmektedir. Bu durum kısa ömürlü bir gazete olan Kahkaha gazetesinin Türk edebiyatı içerisinde etkin bir role sahip olduğunu ön plana çıkarmaktadır.

Osmanlı Arşiv Belgesine Göre Melike Ahmed Hanım’dan Melek Ahmed Hanım’a

Erdem · 2025, Sayı 88 · Sayfa: 181-205 · DOI: 10.32704/erdem.2025.88.181
Tam Metin
Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyet döneminin ilk yıllarını kapsayan süreçler içerisinde Türk heykel sanatı adına yapılmış olan çalışmaların kısıtlı olduğu bilinen bir gerçektir. Yapılan çalışmalar içerisinde de ismine nadiren rastlanan ve haklarında bilgi sahibi olabildiğimiz ilk kadın heykeltıraşların sayısı da buna dahil edilebilir. Süreç içerisine Sanayi-i Nefise Mektebi ve İnas Kız Sanat Okulu girince, bu konuda yapılan çalışmaların, az da olsa bilim dünyasına katkı sağlaması yönüyle önemli bir olgudur. Bu bağlamda İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’ni ve sanatçılarını kapsamına alan önemli çalışmalar olarak literatüre geçen Paşalıoğlu, Hacer Banu (1995). İnas Sanayi-i Nefise Mektebi ve Mezunları, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Sanatı Ana Bilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul. Saldıran, Burcu (2023). Cumhuriyet Dönemi Kadın Heykeltıraşların Biyografi ve Sanat Üslubu Açısından İncelenmesi (1923-1950), Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Sanatı Ana Bilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul. Sokur, Büşra (2020). Türkiye’de Kadın Heykeltıraşlar 1900-1950, İstanbul Kültür Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Sanat Yönetimi Programı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul gibi çalışmaların yanı sıra Halil Özyiğit’in makale çalışmaları ile Sanayi-i Nefise Mektebi üzerine yapılan tarih ve eğitim ağırlıklı çalışmalar, aynı zamanda okulun resimden heykel sanatına öğrencileri hakkında çeşitli bulgulara erişmemiz için de kolaylık sağlamış olmaktadır. Bizler de Türk kadın heykel sanatçıları içerisinde sadece ismine rastladığımız ya da kendileriyle ilgili sınırlı bilgilere ulaşabildiğimiz sanatçıları araştırmak amacıyla yola çıkarak, bu çalışmayı ortaya çıkarmaya karar verdik. Haklarında bilgi sahibi olduğumuz en sık rastlanan kadın sanatçılar, Sabiha Bengütaş, Nermin Faruki, Melek Cemal Sofu ve İraida Barry gibi birkaç kişiden ibaretti. Bunun neticesinde yolumuzu, ismen çok az tanınan hatta hakkında neredeyse çok az bilgi edinilmiş bir kadın heykel sanatçısını aramaya yönelttik. İşte bu noktada, birkaç kaynakta çok az bilgi edinebildiğimiz ancak özel bir çalışma olan Burcu Saldıran’ın (2023), “Cumhuriyet Dönemi Kadın Heykeltıraşların Biyografi ve Sanat Üslubu Açısından İncelenmesi (1923-1950)” isimli teziyle karşılaştık. Bu tez, alanında gerçekten önemli bir açığı doldurmuş ve çalışmamıza konu olacak “Melek Ahmed Hanım” hakkında da en iyi sonuç veren bir çalışma olarak dikkatlerimizi çekmiştir. Bu çalışmayı görünce, Melek Ahmed Hanım hakkında bizler daha farklı ve ne çeşit bilgiler edinebiliriz sorusuna yönelik araştırmalarımızı derinleştirdik. Melek hanımla ilgili olarak, Cumhuriyet arşiv taramalarını da gerçekleştirdik. Ancak Melek Hanım ile ilgili ilk etapta bir sonuca ulaşamadık. Araştırmayı salt “heykeltraş” olarak indirgediğimiz zaman ise karşımıza ilginç bir sonuç çıkmıştı ve bu sayede, belki de bir yanlışı düzeltebileceğimizi görebilmiştik. Arşiv bulgumuz bize “Heykeltraş Melike Ahmed Hanım” isimli bir sanatçıyı tanıştırmaktaydı. İşte bu noktada bizim için düğüm çözülmeye başlamıştı ve Osmanlıcada “Melek ve Melike” sözcüklerinin yazılışlarının aynı olmasının, araştırmacıların sanatçımıza ulaşmasına engel teşkil ettiğini gösteriyordu. Neticede kadın heykel sanatçılarımız arasında böyle bir isim yoktu. Ve elde ettiğimiz belgenin Melek Ahmed hakkında olduğu varsayımımız bizim için netlik kazanıyordu. Böylelikle gözden kaçmış bir belgeyi bulmak ve bunu Türkçeye kazandırmaya çalışmamız bizim düşüncemize göre orijinallik kazanıyor ve Melek Ahmed Hanım hakkında farklı bir bilgi kaynağı da edinmiş oluyorduk.

Tarihi Ekonomik Coğrafya: XIX. Yüzyıl Üsküdar Kazası Kırsalında Mesleki İhtisaslaşma Örüntüleri

Erdem · 2025, Sayı 88 · Sayfa: 127-161 · DOI: 10.32704/erdem.2025.88.127
Tam Metin
Bu çalışma ekonomik faaliyetlerin ve süreçlerin hangi yerlerde nasıl gelişim gösterdiğini aynı zamanda bu gelişimin nüfus merkezlerini nasıl dönüştürdüğünü detaylı bir şekilde inceleyen tarihi ekonomik coğrafya perspektifiyle, XIX. yüzyılın ilk yarısında Üsküdar kazasına bağlı Kanlıca ve İncir köylerindeki mesleki ihtisaslaşma örüntülerini, nüfus defteri verileri üzerinden ele alıyor. Ülkemizde tarihi ekonomik coğrafya alanında yapılan çalışmaların sınırlı olması, bu araştırmanın önemini artırmaktadır. İki köy arasındaki sektörel olarak meslek dağılımının farklılığı, mekânın mesleki ihtisaslaşma örüntüleri üzerindeki etkisinin sorgulanmasına yol açmış ve çalışmanın temel sorusu olarak “Mekânın mesleki ihtisaslaşma örüntüleri üzerindeki etkisi nedir?” şeklinde belirlenmiştir. Araştırma kapsamında, 181 numaralı nüfus defteri kullanılarak köylerdeki meslek grupları ve sektörel dağılımları analiz edilmiştir. Kanlıca ve İncir köylerinin seçilmesinde, iki köyün coğrafi yakınlığına rağmen mesleki ve ekonomik açıdan farklı örüntüler sergilemeleri etkili olmuştur. Kanlıca köyünün Üsküdar kaza merkezine ve Suriçi’ne (İstanbul’a), dolayısıyla ticari ve ekonomik faaliyetlere daha yakın konumu, ona avantaj sağlarken; İncir köyü, daha izole konumu sebebiyle birincil ekonomik faaliyetlere (tarım) odaklanmıştır. Kanlıca köyünde, denizle ilişkili meslekler (kayıkçılık, kireç kayıkçılığı, kalafatçılık, vb.) baskın hale gelmiştir. Bu meslekler, köyün ekonomik yapısının çeşitlenmesine ve ticari ilişkilerinin güçlenmesine katkı sağlamıştır. Nüfusun %67’si üçüncül sektörde (hizmet sektörü) çalışmaktadır. Kanlıca’nın ulaşım ağı içerisinde, özellikle denizyolu ulaşımında etkin bir noktada olması, ekonomik faaliyetlerin yoğunlaşmasını sağlamıştır. Bu sayede, Kanlıca yoğurdunun ün kazanarak Suriçi’ne kadar götürülmesi mümkün olmuştur. İncir köyünde ise, tarımsal faaliyetler (rençberlik, bağcılık) ön plana çıkmış ve nüfusun %73’ü birincil sektörde faaliyet göstermektedir. Köyün görece izole konumu ve Avrupa yakasına olan uzaklığı, ekonomik çeşitliliğin sınırlı kalmasına yol açmıştır. İncir köyü, geleneksel ekonomik yapısını koruyarak tarıma dayalı bir yaşam sürdürmüştür. Bu durum, köyün ekonomik faaliyetlerinin daha geleneksel bir yapıda şekillenmesine neden olmuştur. Sanayi öncesi toplumlarda ve bir tarım imparatorluğu olan Osmanlı ülkesinde köyler, birincil ekonomik faaliyet kollarının ön plana çıktığı alanları tanımlar. İncir köyü genel kanıya uygun olarak birincil sektörün baskın ekonomik faaliyeti oluşturduğu bir köy olarak ortaya çıkmıştır. Fakat Kanlıca’da birincil ekonomik sektörden ziyade üçüncül sektör daha baskındır. İki komşu köy olan Kanlıca ve İncir’deki ekonomik faaliyetlerin belirgin farklılığına bakıldığında Osmanlı ülkesinde, kırsal alanda dahi genel paradigmaya uymayan durumlar söz konusu olabilmektedir. Bu durum zamansal ve mekânsal manada sanayi öncesi köyü (sosyal ve ekonomik bağlamıyla) yeniden düşünmemiz gerektiğini göstermektedir.