1401 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Son 10 yıl
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Rethinking the German Tokens Uncovered in Amasya, Harşena Fortress and Maidens’ Palace Excavations

Höyük · 2023, Sayı 12 · Sayfa: 201-217 · DOI: 10.37879/hoyuk.2023.2.201
Tam Metin
Amasya, Harşena Fortress which rises from the banks of Yeşilırmak is comprised of three parts. From top to bottom, Harşena Fortress which is also called the upper fortress, the area in front of the rock-cut King Tombs which was called the Maidens’ Palace at the middle and the area called the Lower Palace, today’s Hatuniye District, at the bottom. The 2009-2010 excavations were done in an area north of Harşena Fortress’ cannon tower; excavation seasons of 2011-2013 were done in the area, front of the Royal Tombs in Maidens’ Palace area; excavations of 2017-2019 in Harşena Fortress were done in the area named as the Mosque Area, located at the entrance of the castle, South of the Watchtower. Coin-like tokens which were known from the ancient-time have been utilized for many different reasons. Coins are metallic money which were minted by the political authority, that were used in the trade and had economic value. When the Roman numerical system has been abandoned for the Arabic numerals the usage of tokens for calculation in Europe has also been abandoned. After 16th century tokens were utilized as some type of medal. City of Nuremberg in Germany had been the main producer of tokens. After 17th century tokens got smaller and turned into the game chips. To this day 8 German tokens were uncovered in the excavations in Amasya, Harşena Fortress and Maidens’ Palace. Amasya had always been a trade hub in the Ottoman period. The silk produced in the city had also been a developing trade endeavor in XIX century Amasya. The Germans who settled in the Amasya in this period made contributions to the silk production in the city. Especially this trade with the Germans can explain the German tokens found in the Amasya Fortress.

CUMHURİYET TÜRKİYESİ ANAYASALARININ OSMANLI KÖKLERİ: FATİH’İN TEŞKÎLAT KANÛNNÂMESİ’NDEN (KANÛNNÂME-İ ÂL-İ OSMAN) GÜLHANE HATT-I HÜMÂYÛNU’NA ANAYASAL HAREKETLERE GENEL BİR BAKIŞ

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2023, Cilt XXXIX, Sayı 108 · Sayfa: 249-294 · DOI: 10.33419/aamd.1381039
Tam Metin
Osmanlı Devleti’nde Fatih’ten itibaren kamu hukukunda önemli düzenlemeler söz konusudur. Devletin sağlam temeller üzerine nasıl inşa edilebileceği sorunu bazı kanuni düzenlemelerin gerekliliğini ortaya koymuştur. Fatih’in Teşkîlat Kanûnnâmesi/Kanûnnâme-i Âl-i Osman bu çerçevedeki düzenlemeleri bir araya getiren ilk kodifikasyondur. Ancak bahsi geçen kanunun bir anayasa olup olmadığı noktasında tam bir uzlaşının bulunmadığı görülmektedir. Diğer taraftan Osmanlı Dönemi anayasal gelişmeleri ve anayasaları üzerine yapılan çalışmaların kısıtlı yönü bu meselede de kendini göstermektedir. Tarihsel süreçte anayasal gelişmelerde birer kilometre taşı olmuş adımların mukayeseli bir analize tabi tutulması ise daha da az rastlanan çalışma yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun en önemli sebeplerinden birinin bu tür çalışmaların disiplinler arası mahiyeti gereği taşıdığı zorluklar olduğu düşünülmektedir. Bu bağlamda Osmanlı Anayasa Tarihi çerçevesinde ele alınacak oldukça önemli gelişmeleri, öncelikle kendi içerisinde daha sonra da mukayese etmek suretiyle ele almanın alana özgün bir katkı sağlayacağına duyulan inanç bu çalışmanın hareket noktası olmuştur. Fatih’in Teşkîlat Kanûnnâmesi’nin bir anayasa olduğuna ilişkin tespitler söz konusu olmakla birlikte ilk anayasayı 1876 Kanûn-ı Esâsî ile başlatmak daha yaygın ve isabetli bir yaklaşımdır. Ancak ilim dünyasında bu yaygın yaklaşımın sahipleri tarafından Fatih’in Teşkîlat Kanûnnâmesi’nin neden bir anayasa olarak değerlendirilemeyeceği hususunun pek tartışılmadığı görülmektedir. Fatih’in Teşkîlat Kanûnnâmesi şeklî ve maddî açıdan ele alındığında bir anayasa olarak nitelendirilemeyeceği sonucuna varılmıştır. Diğer taraftan Fatih’in Teşkîlat Kanûnnâmesi’ne nazaran çok daha fazla anayasal nitelik içeren Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu’nun da anayasal bir gelişme olmakla birlikte bir anayasa olarak nitelendirilemeyeceği açıktır. Ancak Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu, modern anayasaların yer verdiği pek çok temel hak ve hürriyete yer verdiği gibi bunları güvence altına alan mekanizmaları da kurmaya çalışmıştır. Çalışmada, tarihsel tekâmül sürecinde Cumhuriyet Türkiyesi’ne tevarüs eden ve günümüz anayasalarını da belli düzeyde etkileyen Osmanlı anayasal gelişme sürecinin önemli kilometre taşlarına birinci elden kaynaklar dikkate alınarak ışık tutulması hedeflenmiştir.

HİLAL-İ AHMER VİYANA MURAHHASLIĞI

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2023, Cilt XXXIX, Sayı 108 · Sayfa: 295-328 · DOI: 10.33419/aamd.1381141
Tam Metin
Birinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılı yıllarında Osmanlı Devleti’nin ağır yükünü hafifletmeye çalışan kuruluşlardan biri de Hilal-i Ahmer (Kızılay) Cemiyetidir. Balkan Savaşları esnasında neredeyse bütün kaynaklarını tüketen Cemiyet, Osmanlı’nın savaşa dâhil olmasıyla birlikte ülkedeki mevcut olanakları seferber ettiği gibi ülke dışından gelebilecek desteği/yardımı da temin etmenin yollarını aramıştır. Bunun için Hilal-i Ahmer yönetimi, savaş şartları nedeniyle ülke dâhilinde bulmakta zorlandığı malzemeleri müttefik ülkelerde temsilcilik/murahhaslık açmak suretiyle tedarik etmeye çalışacaktır. Hilal-i Ahmer Cemiyeti Viyana Murahhaslığı, işte bu amaçlarla kurulmuş ve savaş boyunca Cemiyetin nakdi ve ayni ihtiyaçlarının bir kısmını Viyana Sefaretinin de desteğiyle karşılamıştır. Bu çalışmanın amacı, Dr. Hikmet Bey’in Viyana’ya Hilal-i Ahmer temsilcisi olarak gönderilmesinden Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar yürütülecek faaliyetleri ortaya koymaktır. Cemiyetin Viyana’da bir şube teşkiliyle çalışmalara başlaması ve Avusturya kamuoyuna tanıtılması, Hilal-i Ahmer yararına yardım toplayacak komitelerin nasıl oluşturulduğu, komiteler tarafından yürütülen çalışmalar ve halkın bu seferberliğe dâhil edilmesi adına tertip edilen etkinlikler, Cemiyetin Viyana Murahhaslığından talep ettiği malzemelerin (sahra hastaneleri için çadırlar, gıda ürünleri, giyecek, hasta ve malzeme nakli için kullanılacak ulaşım araçları) tedarik (bağış veya satın alma yoluyla) süreci ve bunların İstanbul’a sevkine dair hususlar bu çalışmanın kapsamını oluşturmaktadır. Cemiyetin Viyana’daki faaliyetleri, arşiv belgeleri başta olmak üzere dönemin Türk ve Avusturya basınına yansıyan bilgiler ışığında nitel araştırma yöntemi kullanılarak burada detaylı bir şekilde değerlendirilecektir.

SAMSUN’DAN İZMİR’E MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN MİLLÎ MÜCADELE GÜNCESİ (1919-1922)

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2023, Cilt XXXIX, Sayı 108 · Sayfa: 329-362 · DOI: 10.33419/aamd.1381161
Tam Metin
Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastığı zaman Millî Mücadele’nin askerî ve siyasi safhasını da başlatmış oluyordu. Mustafa Kemal Paşa, Samsun’dan Ankara’ya kadar örgütlü bir direniş için mücadele etmiş ve toplamda 16 farklı merkeze uğramış veya bu merkezlerde kalmıştır. Merkezler dikkate alındığında bugünkü mesafe cetveline göre tespit edilebildiği kadarıyla Mustafa Kemal Paşa, yaklaşık 2.819 kilometre yol kat etmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelmesinden sonra ise istikameti artık Batı Cephesi’dir. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla Mustafa Kemal Paşa, Meclis adına Türk İstiklal Harbi’ni komuta etmeye başlamıştır. Özellikle Yunanlara karşı yapılan muharebeler sırasında ana istikameti Batı Cephesi karargâhının konuşlandığı merkezler olmuştur. Mustafa Kemal Paşa’nın 20 Haziran 1920’de Eskişehir’den 10 Eylül 1922’ye İzmir’e kadar Türk İstiklal Harbi’ndeki cephe yolcuğu, uğradığı merkezler dikkate alındığında kat ettiği kilometre 11.898’dir. Ve bu tarih aralığında tespit edilebildiği kadarıyla 53 farklı merkeze uğramıştır. Nitekim Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadele’de toplamda 14.717 km yol kat etmiş ve 69 farklı merkeze seyahat etmiştir. Bu kilometre, Türkiye’den çok uzakta bulunan Avusturalya kıtası ile Türkiye arasındaki kilometreden daha fazladır. Belli başlı merkezler üzerinden yapılan bu hesaplama esasen yaklaşık bir sayıyı vermektedir. Zira Mustafa Kemal Paşa, bu kilometrenin çok daha üstünde bir sayıyla Anadolu’daki yolculuğunu tamamlamıştır. Çalışmada Mustafa Kemal Paşa’nın 1919’da Samsun’dan 1922’de İzmir’e kadar Millî Mücadele’deki rotası, günümüz mesafe cetveli üzerinden hesaplanmaya çalışılmıştır. Bu minvalde Türk İstiklal Harbi çalışan araştırmacılara, çalışmanın faydalı olabileceği değerlendirilmektedir. Çalışmanın ana kaynaklarını askerî tarih çalışmaları ve literatüre ait diğer çalışmalar oluşturmaktadır. Söz konusu çalışmalar, nitel ve nicel yöntemle analiz edilmiş ve akademik çalışmamız hazırlanarak bilim dünyasının hizmetine sunulmuştur.

ESKİ BAŞKENT İSTANBUL’DA “İHTİLAL MANEVRASI”

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2023, Cilt XXXIX, Sayı 108 · Sayfa: 363-388 · DOI: 10.33419/aamd.1381177
Tam Metin
Bu çalışma, 5/6 Eylül 1924 tarihinde İstanbul’da gece yarısı yapılan bir manevrayı ele almaktadır. Çalışmanın giriş kısmında, manevranın yapıldığı tarihe dek, genel olarak ülkenin özel olarak İstanbul’un geçirdiği siyasî süreçle ilgili bilgi verildi. Bu yapılırken bu sürecin konumuzla ilgili olan kısımları öne çıkarıldı. Manevra hadisesinin meydana geldiği tarihten önce İstanbul valisi olan Ali Haydar Bey’in görevden alınması, İstanbul’un belediye işlerine çekidüzen vermek için yeni bir belediye başkanı tayin edilmesi dikkat çeken gelişmelerdir. Dâhiliye Vekili Recep Bey’in manevra öncesinde yaklaşık bir ay süreyle İstanbul’da kalmış olması ve bu süre zarfında Gazeteciler Cemiyetinde yaptığı konuşmanın yankıları konumuz açısından doğrudan ilgilidir. Vali Raşit Bey’in idaresinde gerçekleştirilen ve şehirdeki asker, jandarma, polis ve itfaiye kuvvetlerinin katıldığı manevra sabah saatlerine kadar devam etmiştir. Vali Raşit Bey, bu manevranın muhtemel bir ihtilale karşı asayiş kuvvetlerini tecrübe etmek amacıyla yapıldığını beyan etmiştir. Yapılan ihtilal manevrasından sonra İstanbul basınında, bu manevrayı konu alan çok sayıda makale ve karikatür yayımlanmıştır. Basından gelen tepki ve talepler üzerine İsmet Paşa Hükûmeti, Raşit Bey’i görevden almıştır. Manevranın gerçekleştiği tarihten Vali Raşit Bey’in görevden alınacağı tarihe kadar geçen süreçte dönemin basın mensupları böyle bir manevraya niçin ihtiyaç duyulduğunu sorgulayan, bunun arkasında yatan sebepleri anlamaya dönük çok sayıda makale kaleme almıştır. Dönemin gazeteci ve yazarları, birlik halinde manevra hadisesine tepki göstermiştir. Bu çalışmanın konusunu oluşturan manevrayla ilgili daha önce yapılmış bir çalışmayla karşılaşılmadı. Dönem üzerine yapılan ve incelenen tetkik eserlerde ise bu konuya yer verilmediği yapılan literatür taramasında tespit edildi. Temel kaynaklara dayalı olarak yapılan bu çalışma, 1924 yılı Eylül ayında İstanbul’da yapılan bir ihtilal manevrasını kapsamaktadır. Çalışma, bu konuyla ilgili literatürde var olan boşluğu doldurmayı amaçlamaktadır. Çalışmada, belge analizi yöntemi kullanılmıştır.

BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN SEYHAN’A GÖÇÜ (1950-1951)

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2023, Cilt XXXIX, Sayı 108 · Sayfa: 439-480 · DOI: 10.33419/aamd.1381258
Tam Metin
Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altında Türklerin yoğun olarak yaşadığı coğrafyadan birisi de Balkanlardır. Ancak Balkanların 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı hâkimiyetinden çıkmaya başlaması üzerine bölgede yaşayan Türkler Anadolu’ya göç etmeye başlamıştır. Uzun yıllar boyunca devam eden göçler sonucunda bölgedeki Türk varlığı hızla azalmıştır. Balkanlardan Anadolu’ya göçün yoğun olarak gerçekleştiği ülkelerden birisi de Bulgaristan’dır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ile başlayıp 1990’lı yıllara kadar devam eden göç sürecinde yüz binlerce Türk Anadolu’ya gelirken bir o kadarı da hayatını kaybetmiştir. Hatta bu göçler, iki ülke arasındaki ilişkiye bağlı olarak zaman zaman kitlesel bir hâl alarak insanlık dramı şeklinde cereyan etmiştir. Göçün kitlesel olarak yaşandığı dönemlerden birisi de İkinci Dünya Savaşı sonrasına tesadüf eden 1950-1951 yılları olmuştur. Bu göç, Bulgaristan’ın İkinci Dünya Savaşı sırasında maruz kaldığı Sovyet işgaliyle birlikte yaşanan iktidar ve rejim değişikliğinden kaynaklanmıştır. İşgalle birlikte kurulan komünist idarenin Bulgar Sosyalist Devleti ile bütünleşmiş tek bir ulus yaratma projesi bilhassa ülkedeki en büyük azınlık olan Türkleri etkilemiştir. Bunun üzerine Bulgaristan’da daha fazla yaşayamayacaklarına kanaat getiren Türkler Anadolu’ya göç etmiştir. Göçmenlerin yerleştirildiği vilayetlerden birisi de Seyhan’dır. Ancak bu iskân süreci detaylı bir şekilde çalışılmamıştır. Zira konuya dair yapılan tek çalışmanın da alan araştırması kısmının yetersiz olduğu görülmektedir. Bundan dolayı konuyu daha detaylı bir şekilde ele almak üzere bu çalışma gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda öncelikle vilayete dair iskân defterlerinden göçmenlerin yerleştirildiği yerler belirlenmiş, müteakiben de dönemin yerel basını taranarak alan araştırması gerçekleştirilmiştir. Yapılan bu çalışmalar neticesinde elde edilen bilgiler doğrultusunda Seyhan’a yerleştirilen Bulgaristan Türklerinin iskân süreçleri ortaya konulmaya çalışılmıştır.

BAŞBAKAN ADNAN MENDERES’İN ALMANYA FEDERAL CUMHURİYETİ’NDEKİ SİYASİ VE İKTİSADİ TEMASLARI (2-9 EKİM 1954)

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2023, Cilt XXXIX, Sayı 108 · Sayfa: 481-524 · DOI: 10.33419/aamd.1381266
Tam Metin
Köklü bir geçmişe sahip olan Türk-Alman ilişkileri İkinci Dünya Savaşı sonuna doğru kesintiye uğradı. Yalta Konferansı’nda (4-11 Şubat 1945) Almanya’ya savaş ilan eden ülkelerin Birleşmiş Milletler’in kuruluş toplantılarına kurucu üye olarak katılması kararlaştırıldığından Türkiye de, 23 Şubat 1945’te Almanya’ya –kâğıt üzerinde de olsa– savaş ilan etti. Böylelikle Türkiye ile Almanya’nın tüm diplomatik ve ticari ilişkilerinin kesilmesi resmiyet kazandı. İki ülke arasında kopan ilişkiler 1949 yılında Federal Almanya’nın kurulmasıyla hızlı bir şekilde yeniden tesis edilmeye başladı. Nitekim Türkiye 1950 yılında Federal Almanya’nın başkenti Bonn’da bir temsilcilik açtı ve bir yıl sonra da bu temsilciliği büyükelçiliğe dönüştürdü. Aynı yıl Türkiye’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle iki ülke arasında kurulan sınırlı diplomatik ve ticari temaslar ciddi bir gelişme göstermeye başladı. Özellikle de Federal Almanya’nın Kurucu Şansölyesi Konrad Adeanuer’un 1954 yılı başlarında Türkiye’yi ziyareti ile bu ilişkiler bir adım daha ileriye gitti. Bu ziyaretten yaklaşık yedi ay sonra Başbakan Adnan Menderes de yanında pek çok uzman, kurum müdürü ve gazetecinin bulunduğu kalabalık bir heyetle resmi davet aldığı Almanya’ya gitti. Diplomatik temasların yanı sıra özellikle ticari ilişkilerin daha da geliştirilmesi anlamında büyük bir beklenti ile Almanya’ya giden heyet, her yerde büyük sevgi gösterileri ve protokol ötesi bir ilgiyle karşılandı. İki ülke arasında yapılan görüşmeler neticesinde Almanya, Türkiye’nin kredi isteğine olumlu yanıt vermiş ve taraflar ticari ilişkilerin daha da geliştirilmesi için müzakerelerin sürdürülmesi kararı almışlardır. Nihayetinde Başbakan Menderes ve beraberindekiler Almanya’da yapılan görüşmelerden oldukça iyi sonuçlar elde ederek Türkiye’ye dönmüşlerdir.

İNÖNÜ DÖNEMİ’NDE TÜRKİYE MADENCİLİĞİ (1939-1950)

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2023, Cilt XXXIX, Sayı 108 · Sayfa: 389-438 · DOI: 10.33419/aamd.1381191
Tam Metin
Bu çalışmada İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı yıllarına tesadüf eden dönemde Türkiye’de madencilik alanında uygulanan politikaların ortaya konulması ve bu politikaların maden arama faaliyetleri, üretim, ihracat, istihdam ve millî gelire etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Bu doğrultuda nitel ve nicel veriler ışığında karma araştırma yöntemiyle hazırlanan ve İkinci Dünya Savaşı öncesi, sırası ve sonrasında olmak üzere üç ayrı tarih aralığını kapsayan çalışmanın ana kaynaklarını, Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanakları ile Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü Mecmuası makaleleri oluşturmaktadır. Cumhuriyet’in ilk on beş yıllık döneminde Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde ülkeyi kuran kadrolar siyasi bağımsızlık kadar ekonomik bağımsızlığa da önem vermiş ve bu kapsamda ülkenin yeraltı zenginliklerinin ülke lehine kullanılması politikasını benimsemiştir. Bu doğrultuda madenciliği ilgilendiren birçok hukuki düzenlemelerin yapılmasının yanında bu alanda faaliyet gösterecek birçok kurum da tesis edilmiştir. Böylece madencilik sektöründe zorlu dönem şartlarına rağmen önemli atılımlar gerçekleştirilirken sonraki dönemler için de sağlam bir altyapı oluşturulmuştur. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından sonraki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Dönemi’nde 9 farklı hükûmet görev yapmıştır. Bu dönemde görev yapan hükûmetlerin madencilik politikalarına bakışı iç ve dış koşullar doğrultusunda şekillenmiştir. Hükûmetler, ülkenin gelişimi için ihtiyaç duyulan ham madde ve yakıtın karşılanması, bütçe dengesinin sağlanması ve ülkeye döviz getirisi temin edilmesi açısından madenciliğe önem vermiştir. 1939-1945 arasında süre gelen İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği olumsuzluklara rağmen madencilik alanında büyük ölçüde önceki dönemlerde uygulanan devlet öncülüğündeki çalışmalara benzer bir yaklaşım sergilenmiştir. Savaşın sona ermesiyle ortaya çıkan siyasi konjonktür ve getirdiği yeni ekonomik düzen hükûmetlerin ekonomi ve dolayısıyla madencilik politikalarını da etkilemiş ve akabinde önemli değişimler yaşanmaya başlamıştır. Böylece savaş sonrasında hükûmetler, dış yardım, yerli ve yabancı özel girişimcilerin teşvik edilmesi ve desteklenmesi yoluyla madencilik faaliyetlerinin geliştirmeyi düşünmüşlerdir.

A Preliminary Study on Chapters Related to Human Anatomy in An Illustrated Persian Medical Book: Tānksūqnāme-i Īlkhān Der Funūn-i ʿUlūm-i Khaṭāʾī

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 415-437 · DOI: 10.37879/belleten.2023.415
Tānksūqnāme-i Īlkhān Der Funūn-i ʿUlūm-i Khaṭāʾī is one of the rarest illustrated medical books in medieval Islamic geography. It is also one of the most uncommon books translated into Persian from Chinese belonging to Cathay medicine in the Islamic world during that era. The Tānksūqnāme was translated by order of Faḍl-Allah Rashīd al-Dīn Ibn ʿImād al-Dawla Abū al-Khayr (1247-1318), after Oljeitu Khodabandeh (r. 1304 – 1317) became the ruler in 1304. One of the rarest, probably the unique copy of the Tānksūqnāme-i Īlkhān is in Ayasofya collection, Nr. 3596 in İstanbul Süleymaniye Manuscript Library. Although the work consists of four volumes/books, we only have the first one. It was copied by a scribe, Muḥammad b. Aḥmad b. Maḥmūd Qiwām (Qawwām) al-Kirmānī, in Tabrīz on 20 Shaʿbān 713/10 December 1313 during the reign of Oljeitu Khodabandeh, the eighth ruler of Ilkhanid dynasty in Persia. The first volume of Tānksūqnāme-i Īlkhān Der Funūn-i ʿUlūm-i Khaṭāʾī has chapters and illustrations on human anatomy written and drawn following the Chinese originals. The aim of this study is to present the anatomical knowledge in this book and evaluate it by comparing the classical scientific anatomical knowledge of medieval Islamic medicine.

Karacahisar Kalesi’nde Bulunan Bir Sikkenin İzinde: Ramazan 790 Tarihli I. Murad Sikkeleri

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 489-525 · DOI: 10.37879/belleten.2023.489
Tam Metin
Bu makalenin konusu Osmanlı sikkeleri içerisinde üzerinde ilk kez görülen ifadeler içeren I. Murad dönemine ait Ramazan 790 tarihli mangırlardır. Bu sikke tipi, üzerinde darbedildiği tarihi ay detayı (Ramazan) ile birlikte veren tek Osmanlı sikkesi olması bakımından önemlidir. Sikke ayrıca, Osmanlı dönemi mangırları içerisinde üzerinde sultanın babasının adının yazılmadığı tek örnektir. Sikkenin üzerinde yazan “azze nasruhu” ibaresinin Osmanlı mangırları içerisinde ilk defa bu tip üzerinde görülmesi de dikkate değer bir diğer özelliktir. Birçoğu müze ve özel koleksiyonlarda olmak üzere tespit edilmiş çok sayıda Ramazan 790 tarihli sikke olmasına karşın, bugüne kadar bahsi geçen sikke tipinin nümizmatik açısından detaylı incelemesi ve sikkelerdeki verilerin temsil ettiği tarihsel süreç ile ilişkisi sebep sonuç bağlamında ele alınarak değerlendirilmemiştir. 2001 yılından itibaren aralıklarla devam eden Karacahisar Kalesi kazılarının 2019-2022 yılları arasındaki sürecinde I. Murad dönemine ait 281 adet (7 akçe, 274 mangır) sikke bulunmuş olup bu sikkelerden 40’ı makalenin konusu olan Ramazan 790 tarihli mangırlardır. Bu sikke, üzerinde net tarih bildirildiği için ele geçtiği kontekstte karşılaşılan diğer arkeolojik verilerin tarihlenmesine önemli katkı sunmuş, aynı zamanda Karacahisar Kalesi’nin tarihsel süreci ile yazılı kaynakların çok az olduğu bir tarihsel aralığa dair önemli çıkarımlara kaynaklık etmiştir. Çalışmamızda Karacahisar Kalesi kazılarında bulunan örneklerin ışığında bahsi geçen sikke tipinin nümizmatik bilimi çerçevesinde analizi yapılarak değerlendirilmiş, bu sikke grubunda ilk kez karşılaşılan tercihlerin sebepleri üzerinde durulmuştur. Ayrıca bu makalede 1388 yılının 3 Eylül ile 2 Ekim aralığındaki bir tarihte basılan sikke ile yakın tarihlerde gerçekleşen tarihsel olayların bağlantısının olup olamayacağı sebep sonuç ilişkisi bağlamında tartışılmıştır.