788 sonuç bulundu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- Osmanlı Devleti 27
- Ottoman Empire 26
- Osmanlı 24
- Dokuma 23
- Weaving 23
Eski Anadolu Türkçesinde Farklı Bir Hece Düşmesi Örneği: /-sI- > Ø/
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2023, Sayı 76 · Sayfa: 1-14 · DOI: 10.32925/tday.2023.101
Özet
Tam Metin
Eski Anadolu Türkçesinin ses özellikleri, çeşitli eserler üzerine yapılan dil incelemelerinde örneklerle ele alınıp değerlendirilen konular arasındadır. Döneme ait ses özelliklerinin, genellikle önceki tarihî Türk lehçeleriyle karşılaştırılarak belirli özellikler üzerinden ortaya konduğu söylenebilir. Ancak eski Oğuz lehçesine ait ses özelliklerinin yayımlanan pek çok metinden hareketle bütüncül bir bakış açısıyla eş zamanlı olarak ele alınması, söz konusu dönem ve devamı olan bugünkü Türkiye Türkçesi araştırmaları açısından önemlidir. Metin neşirleri yapılan farklı eserlerle birlikte dönemin ses özellikleri konusunda yeni bilgiler de ortaya çıkmaktadır. Bunlardan biri, çeşitli eserlerde örneklerine rastlanabilen /-sI-/ hecesinin düşmesidir. Özellikle {-AsI} sıfat-fiil ekiyle oluşmuş sıfat-fiillerden sonra getirilen {+sIn} teklik 3. kişi iyelik ekindeki /-sI-/ hecesi genellikle düşer. Eski Anadolu Türkçesi üzerine yapılan dil çalışmalarında bu hece düşmesine dair herhangi bir tespite yer verilmemiştir. Hâlbuki meydana gelen bu hadisenin tespiti ve değerlendirilmesi, hem dönemin ses özellikleri hem de sözcük tahlillerini ve anlamlandırmalarını doğru yapabilmek açısından önemlidir. Bu bakımdan belirtilen ses olayının ele alınması bir ihtiyaç hâline gelmiştir. Eldeki çalışma; Eski Anadolu Türkçesinde /-sI-/ hecesinde meydana gelen düşmenin genellikle {-AsI} ekiyle oluşmuş sıfat-fiillerden sonra görüldüğü ve sistemli olduğu, aynı hecenin yan yana gelmesi sonucu ortaya çıkan hece tekrarı ve dolayısıyla söyleyiş zorluğunun hece düşmesiyle giderildiği tespitini örneklerle kanıtlamaya yönelik tasvirî bir çalışmadır.
Çarh-Nâme’nin Eksik Beyitleri Üzerine
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2023, Sayı 76 · Sayfa: 101-122 · DOI: 10.32925/tday.2023.105
Özet
Tam Metin
Anadolu sahasında yazılmış ilk Türkçe metin olduğu Fuad Köprülü tarafından öne sürülen Çarh-nâme, Ahmed Fakîh’e ait bir manzumedir. Köprülü tarafından 13. yüzyılda yaşadığı belirtilen Ahmed Fakîh’in, son araştırmalarla birlikte 14. yüzyılın ortalarında hayatta olan aynı isimde bir başka şair olduğuna işaret edilmiştir. Şairinin yaşadığı çağa ilişkin değerlendirmelere karşın Çarh-nâme’nin Ahmed Fakîh ismine aidiyeti konusunda bir belirsizlik bulunmamaktadır. Çarh-nâme’nin yegâne nüshasının bulunduğu Eğridirli Hacı Kemâl’in Câmiʻüʼn-nezâʼir adlı nazire mecmuasında manzumenin seksen üçüncü beytinden sonraki on yedi beyit eksiktir. Birsüre önce Mecmua Feraid adı ile kayıtlı bir mecmuaya sıralı/sırasız bir biçimde eklendiği düşünülen varakların Çarh-nâme’nin metnini de barındıran Eğridirli Hacı Kemâl’in Câmiʻüʼn-nezâʼir adlı nazire mecmuasının en hacimli nüshası olan Bayezid nüshasına BD (No: 5782) ait olduğu tespit edilmiştir. Çalışmada bu kısımların Bayezid nüshası ile olan ilgisine ilişkin çeşitli açılardan değerlendirmeler yapılmış, hem Çarh-nâme hem de aynı varaklarda devam eden diğer manzumelerin birbiriyle olan bağlantıları ortaya konulmuştur. Mecmuada bulunan ilgili varaklar ile Bayezid nüshasının genel özellikleri açısından yapılan karşılaştırma ve değerlendirmelerin de iki metin arasındaki ilişkiyi desteklediğini söylemek mümkündür. Çalışmanın genelinde Bayezid nüshası ve mecmuada tespit edilen kısımlar Çarh-nâme özelinde ele alınmış, çalışmanın sonunda ise Türk dili ve edebiyatı tarihi açısından önemli bir metin olan Çarh-nâme’nin eksik beyitlerinin de eklenmesiyle tam metni sunulmuştur.
Tekrar Sınıflandırmalarında Yapısal Bir Belirleyici Olarak Çokluk Kategorisi ve Özbek Türkçesindeki Görünümü
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2023, Sayı 76 · Sayfa: 123-154 · DOI: 10.32925/tday.2023.106
Özet
Tam Metin
Tekrarlar, oluşum ve sıralanış kaidelerinin oluşması uzun bir süreci gerektiren kalıplaşmış söz öbekleridir. Türk dilinin ilk yazılı metinlerinden itibaren varlığı tanıklanan tekrarlar, bu özellikleri ile sadece tarihî ve çağdaş Türk lehçelerinde değil, diğer dillerde de ortaklaşan bir görünüm sunarlar. Tekrarların çokluk işlevindeki kullanım sıklığı, bu ortak görünümün bir örneğidir. Ancak söz konusu ortaklık, sadece işlev boyutunda değil, yapı boyutunda da dikkati çekmektedir. Tekrar unsurlarının çokluk kategorisinde yer alması ve bunun bir sınıflandırma özelliği göstermesi araştırmanın temel problemini oluşturur. Çalışmada, üç tarihî lehçe (Karluk, Kıpçak ve Oğuz lehçeleri) ile Arapçaya ait özellikleri yapısında bulunduran Özbek Türkçesindeki tekrarların ele alınması amaçlanmıştır. Bu lehçeye ait metinlerden doküman incelemesi tekniği ile derlenen haq-huquq, faqir-fuqara, hol-ahvol, sir-asror, qiz og’lan, yer-ko’klar, yeru osmon, atrof-joylar vb. tekrarların yapısı ortaya konmuştur. Türkçenin tarihî ve çağdaş lehçelerinde de tespit edilebilen bu tekrarlara ait bulgular art zamanlı örnekleriyle karşılaştırılarak değerlendirilmiştir. Tespit edilen tekrar gruplarının sadece ikinci unsuru ya da her iki unsurunun da çokluk kategorisinde olduğu, yalnızca ilk unsurun çokluk kategorisinde olduğu tekrarlara ait bir örneğin ise bulunmadığı görülmüştür. Buradan hareketle tekrarı oluşturan unsurların “tekil-tekil”, “tekil-çoğul”, “çoğul-çoğul” şeklinde bir sıralama ile yer aldığı tespit edilmiş ve çokluk kategorisinin tekrar sınıflandırmalarında yapısal bir belirleyici olduğu öne sürülmüştür. Çalışmada yapılarına göre tekrar sınıflandırmasında çokluk kategorisinin ayrı bir başlık altında ele alınmasına yönelik bir öneri sunulmuştur.
Dede Korkut - Günbed Yazması - Kazan Bey Oğuznamesi’nde Bağlama Grupları
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2023, Sayı 76 · Sayfa: 15-44 · DOI: 10.32925/tday.2023.102
Özet
Tam Metin
Oğuz Türkçesi ya da Batı Türkçesi olarak da adlandırılan Eski Anadolu Türkçesi, Anadolu ve Azerbaycan coğrafyalarında XIII. yüzyıldan itibaren yazılı metinleriyle görülmeye başlanmıştır. Tarih boyunca dilden dile aktarılan Dede Korkut Hikâyeleri ise Anadolu’da Oğuz Türkçesinin yazı dili olmasında en önemli unsurlardan biri olmuştur. Oğuz Türklerinin bilinen en eski epik hikâyeleri olan bu hikâyelere 2018 yılının sonunda içinde iki yeni boyu barındıran bir nüsha daha eklenerek Dede Korkut’taki boy sayısı 12’den 14’e yükselmiştir. İran’ın Türkmen Sahra bölgesinde bulunan ve 31 yapraktan oluşan nüsha, 2019 yılında “Günbed yazması” olarak tanıtılmıştır. Günbed yazması üzerine yayımlanmış en son eser olması ve kendisinden önce yapılmış çalışmalardaki eksikliklerin de tamamlanmış olması hasebiyle, Özçelik’in 2021 yılında yayımlanan Dede Korkut – Günbed Yazması – Kazan Bey Oğuznamesi adlı eseri bu çalışmaya kaynaklık etmiştir. Dede Korkut Hikâyeleri’nde anlatımı güçlendirmek, pekiştirmek ve belirtmek için kelime gruplarından çokça faydalanılmıştır. Çalışmada, Günbed yazmasındaki bağlama gruplarının tamamı tespit edilmiş ve bu gruplar yapı, çeşit ve cümledeki görevleri yönüyle incelenmiştir. Eserde 42 örneğine rastlanılan bağlama grupları «ile, ve, degül, eger» bağlaçlarıyla oluşturulmuştur. Bunlar içerisinde en yaygın olanı «ile» ve «ilen» bağlacı ile kurulan bağlama gruplarıdır. Sadece kelimelerle değil; isim tamlaması, sıfat tamlaması gibi çeşitli kelime gruplarıyla da bağlama grubu oluşturulduğu ve bunların söz diziminde çoğunlukla özne görevinde kullanıldığı görülmüştür.
XIV. Yüzyıl Başı Memlûk Türkçesiyle Yazılmış Eserlerin İmlası Üzerine Bazı Notlar
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2023, Sayı 76 · Sayfa: 155-178 · DOI: 10.32925/tday.2023.107
Özet
Tam Metin
VI. yüzyılda ortaya çıkan ilk yazılı örneklerden günümüze kadar geçen bin dört yüz yıl içerisinde Türkçenin yazımı için farklı alfabeler kullanıldığı görülmektedir. Türkçenin yazıldığı bu alfabeler içerisinde uzun yıllar boyunca kullanılıp yaygınlaşanlardan biri ise Arap alfabesidir. Orta Türkçeyi de kapsayan uzun bir süreçte Arap yazısının geniş bir coğrafyada Türkçenin yazımı için kullanılıp kalıcı bir imla geleneğinin meydana getirilmemiş olması çalışmanın tartışma konusudur. Bu durumdan kaynaklı imla özelliklerinden hareketle eserlerin yazıldığı kültürel çevreyi tespit etmek neredeyse imkânsız hâle gelmiştir. Ancak Memlûk sahasında oluşturulan Arap harfli Türkçe yazımı bu sorunu çözmek için farklı bir kapı aralayabilecek materyaller sunmaktadır. XIV. yüzyıl başı Memlûk sahasında ortaya çıkan Arap imlasına ait tenvin, vav+elif ve elif-i maksurenin Türkçe metinlerde kullanılması çok değerli yer/saha bilgisi vermektedir. Çalışmanın amacı XIV. yüzyıl başı Memlûk sahasının karakteristik imla özellikleri olarak öne sürülen bu yapıları yer/saha bilgisi bulunmayan ve tarihi belirlenemeyen başka eserlerle ilgili olarak saha tespitinde birer kıstas olarak kullanmaktır. Çalışmanın kapsamını sahaya ait kabul edilen Behcetü’l-Hadâik fî Mev’izeti’l-Halâik, Kur’an Tercümesi: Süleymaniye 3966, Bed’ü’l-Amâlî ve El-Muhtasar Tercümesi adlı eserlerin yazısında başka sahalarda rastlanmayan Arap imlasına ait özelliklerin nasıl kullanıldığı oluşturmaktadır. Böylelikle Memlûk sahasında şu ana kadar incelenmiş ancak dilsel tasnifi yapılmamış eserler, karışık lehçeli eserler ile yeni bulunacak yazmaların imla özellikleri açısından aralarındaki bağın ortaya çıkacağı düşünülmektedir.
Budizm, Yiyecek ve Yiyecek Sadakası: Eski Uygurca Üç Fragman Üzerine Filolojik İnceleme
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2023, Sayı 76 · Sayfa: 45-72 · DOI: 10.32925/tday.2023.103
Özet
Tam Metin
Budizm’de Tarihî Buddha’nın vefatından sonra belirginleşen Theravāda ve Mahāyāna adlı iki temel ekol vardır. Mahāyāna, temelde Theravāda ekolüyle örtüşen ilke ve kavramlara sahiptir. Bilhassa yiyecek ve yiyecek sadakası, iki ekol arasındaki ortak kavramlar içerisinde yer almaktadır. Budizm’de yiyecek, hem fiziksel hem de zihinsel anlamda canlıların yaşamını sürdürmeye yarayan bir kaynak olarak görülür. Bu noktada dört tür yiyecek kavramı canlıları biyolojik, duyusal, düşünsel ve manevi açıdan besler. Bununla ilgili olarak yiyecek sadakası da keşiş ve rahibelerin yaşantılarını sürdürmeye yarayan bir tür Budist gelenektir. Bu araştırmanın problemini Budist Uygur edebiyatından bahsi geçen konulardaki şimdiye kadar neşredilmeyen, Berlin Turfan Koleksiyonu’nda Mainz 342 (T II 638), Mainz 798 (T I) ve U 2050 (o. F.) arşiv numaralarıyla saklanan üç fragmanın filolojik neşri ve söz varlığının bileşenleri oluşturmaktadır. Yazının önemi, üç fragman temelinde Eski Uygurca araştırmalarına ve dil incelemelerine yeni verilerin sunulmasıdır. Çalışmanın özgünlüğünü ele alınan üç fragmandaki konular oluşturmaktadır. Birinci fragmanda Budizm’in Mahāyāna ekolünün özellikleri ve bu ekoldeki kimi öğretilerin tefsiri, ikincisinde Budizm’deki āhāra-catuṣka yani dört tür yiyecek ve üçüncüsünde piṇḍapāta yani yiyecek sadakası kavramı söz konusudur. Çalışma sonucunda Eski Uygurca 112 satır ortaya konmuş ve metinlerin söz varlığında 182’si isim ve 38’i fiil tabanını oluşturan 220 madde başı belirlenmiştir. Bu söz varlığının içerisinde 13 alıntısözcük tespit edilmiştir.
Yeni Uygur Türkçesinde Sebep Göstergeleri
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2023, Sayı 76 · Sayfa: 73-100 · DOI: 10.32925/tday.2023.104
Özet
Tam Metin
Sebep sonuç ilişkisi yaşamın her evresinde kendini gösterir. Yeni Uygur Türkçesinde sebep bildiren pek çok gösterge mevcuttur. Dilin anlatım gücü bireylere duygu ve düşüncelerin ifadesinde çok fazla imkân sunar. Yeni Uygur Türkçesinde sebep anlamı eklerle, kelimelerle verilebildiği gibi yüzey yapıda herhangi bir sebep göstergesi olmadan da verilebilir. Ø sebep göstergesinin olduğu durumlarda sebep anlamı bağlamdan anlaşılır. Dilde yapıların asıl işlevlerinin dışında yeni işlevler kazanarak farklı işlevleri de karşılaması, dilin göstergelerinin çeşitlenmesine katkıda bulunmaktadır. Yeni Uygur Türkçesinde de benzer durum kendini göstermektedir. Örneğin -(X)p gibi asıl işlevi bağlama olan zarf-fiil eki ve onun olumsuz biçimi olan -mAy zarf-fiil eki, sebep işleviyle de kullanılmaktadır. Bu çalışmada Yeni Uygur Türkçesindeki sebep göstergelerinin ortaya konulması amaçlanmıştır. Yeni Uygur Türkçesinde ek, kelime ve derin yapı düzleminde sebep bildiren pek çok göstergenin olmasına karşın şimdiye dek bu konuyla ilgili herhangi bir çalışmanın yapılmamış olması bizi bu araştırmaya sevk etmiştir. Çalışma yapılırken öncelikle roman, hikâye kitabı, şiir kitabı ve sözlüklerden oluşan toplam yirmi altı kitap taranmış, taramalar neticesinde ortaya çıkan verilerden hareketle sebep göstergeleri Ø sebep göstergesi, eklerden oluşan sebep göstergeleri, kelimelerden oluşan sebep göstergeleri ve sebebi buldurmaya yönelik göstergeler olmak üzere dört ana başlık altında verilmiştir. Her ana başlık kendi içerisinde alt başlıklara ayrılıp incelenerek örneklerle desteklenmiştir.
Yeni Dönem Kazı Sonuçları Işığında MÖ 3. Binyıl Sonu-2. Binyıl Başında Kültepe-Kaniş
Höyük · 2023, Sayı 12 · Sayfa: 39-55 · DOI: 10.37879/hoyuk.2023.2.039
Özet
Tam Metin
Kayseri il merkezinin 20 km kuzeydoğusunda yer alan Kültepe-Kaniş, Erciyes Dağı’nın kuzeyinde uzanan ve Sarımsaklı Deresi tarafından sulanan bereketli ovada yükselmektedir. Kaniş höyüğü ve aşağı şehir olmak üzere iki bölümden oluşan yerleşim 2,5 km çapındadır. Bu ölçüleriyle Kültepe yalnız Anadolu’nun değil aynı zamanda tüm eski Yakın Doğu’nun en büyük Tunç Çağı kentlerinden birisidir. Bu makale, eski Yakın Doğu arkeolojisi için kilit yerleşim yerlerinden olan Kültepe-Kaniş’in MÖ 3. binyıl sonu-2. binyıl başına tarihlenen ve son dönemde kazılan yapı katlarına ait ilk sonuçları içermektedir. Son dönemde höyüğün güneybatısında yapılan kazılar, Kültepe’deki Erken Tunç Çağı III tabakalarına ait anıtsal binalarının yerini, MÖ 3. binyıl sonlarında ve 2. binyıl başlarında birbiri üstüne inşa edilmiş küçük konutlar ile bunlara ait işliklerin aldığını göstermektedir. Ancak, mimarinin aksine; literatürde “Alişar III boyalıları” olarak bilinen seramik örnekleri ile monokrom çanak-çömlek geleneği ve formları, Kültepe’de Orta Tunç Çağı’nda kültürel bir devamlılığın olduğunu gösterir. Kültepe-Kaniş’te gerçekleştirilen yeni dönem kazılarında elde edilen veriler, söz konusu süreçte yerleşimin kesintisiz devam ettiğine işaret etmekle kalmaz, aynı zamanda MÖ 3. binyılın sonunda Orta Anadolu ve çevresinde meydana gelen sosyo-ekonomik değişimin izlerini mimari kalıntılar üzerinden analiz etmek için de önemli kanıtlar sunar.
Demir Çağı Kappadokia’sında İlk Tapınak: Oluz Höyük İbadethane ve Ateşgedesi
Höyük · 2023, Sayı 12 · Sayfa: 57-78 · DOI: 10.37879/hoyuk.2023.2.057
Özet
Tam Metin
Amasya ili sınırları içinde, şehir merkezine yirmi beş kilometre mesafede yer alan Oluz Höyük’te 2007 yılından beri sürmekte olan kazı çalışmaları Kalkolitik Dönem’den Orta Çağ’a kadar buluntu veren bu önemli merkezin dinsel bir yapılanma içinde olduğunu gözler önüne sermektedir. Hitit Büyük Krallığı’nın çöküş dönemine tanıklık eden tabakalarda ele geçen dini ayinlere ait deliller, Phryg Dönemi yerleşiminin merkezini teşkil eden Kubaba Sunağı erken dönemlere ait dinî bulguları oluştururken, Oluz Höyük’ün önemli dinî bir merkez olarak ortaya çıkışı Anadolu’nun Akhamenid (Pers) İmparatorluğu egemenliğine girdiği döneme rastlamaktadır.
Oluz Höyük’te, 2B Mimari Tabakasında (MÖ 450-300) ele geçen, Akhamenid (Pers) Dönemi’ne tarihlenen önemli ve eşsiz arkeolojik bulgular, Pers kökenli olup kutsal ateşe tek tapınım noktası olarak saygı gösteren ve arkaik monoteizme işaret eden bir zümrenin yerleşmiş olduğuna kanıt teşkil etmektedir. Bu makale, mimari kanıtları, kutsal ateşin yandığı Ateşgede ve inananların ritüellerini, mekân ve işlevdeki ortak ilişkilerini yerine getirdikleri ibadethane birlikteliğinde tartışmaktadır. Basit ve gösterişsiz mimariye sahip bir Ateşgede ve onunla fiziki bağlantısı olmasa da konumsal ilişkisi bulunan bir İbadethane yapısının varlığı, sonraki dönemlerde Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi tek tanrılı dinlerde ortak nokta olacak bir toplanma mekânında cemaat oluşturulması fikrinin ortaya çıkışı ile ilgili olmalıdır. Bu durumu dini pratiklerin tapınak mekânına etkisi olarak da açıklayabiliriz. Bu yeni dini mimari Demir Çağı’nda yeni bir inanç sistemi ile birlikte Anadolu coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Oluz Höyük 2B Mimari Tabakası tapınağı ile birlikte Perslerde ve Anadolu’da kutsal yapı kavramının başlamış olduğu düşünülebilir. Oluz Höyük 2B Mimari Tabakasında bahsi geçen bu zümre tarafından hayata geçirilmiş Kutsal Alan, İbadethane ve bu yapıları bir araya getiren Pers Yolu makalenin konusunu oluşturmaktadır.
Perge Stadium Kazılarında Bulunmuş Bir Grup Geç Roma Unguentariumu
Höyük · 2023, Sayı 12 · Sayfa: 135-156 · DOI: 10.37879/hoyuk.2023.2.135
Özet
Tam Metin
Pamphylia Bölgesi’nin metropol kentlerinden biri olan Perge antik kentinin stadiumunda 2021 yılı kazı çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Bu kazı sezonunda bulunmuş olan 68 adet pişmiş toprak unguentarium bu makalenin konusunu oluşturmaktadır. Bu eserlerin 11 adedinde monogram tespit edilmiştir. Söz konusu örneklerin Geç Antik Dönem’de tüm Akdeniz coğrafyasında yaygın olarak kullanılan “Geç Roma Dönemi” unguentariumları tipinde olduğu yapılan araştırmalar sonucunda anlaşılmaktadır. Akdeniz coğrafyasında MS 5. yüzyıldan MS 7. yüzyılın ortalarına kadar kullanımda olduğu bilinen ve işlevsel olarak Hristiyan hacılarının kutsal sularını veya yağlarını taşıdıkları kap olarak literatüre giren bu unguentariumların, Perge’deki buluntu alanları çeşitlilik göstermektedir. Stadium alanından ele geçen bu parçalar konteks buluntusu olarak ele geçmemiştir. Bu buluntuların tamamı dolgu toprak içinde karışık bir konteks ile birlikte tespit edilmiştir. Makalenin konusunu teşkil eden unguentariumlar öncelikle hamur yapıları ele alınarak incelenmiştir. Bu bağlamda dört mal grubuna ayrılabilecekleri belirlenmiştir. Ele geçen buluntular arasında büyük çoğunluğunun monogramsız örneklerden oluştuğu anlaşılmıştır. Üzerinde monogram barındıran örnekler ise kendi içerisinde farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıklar da x biçimli, haç merkezli, blok ve istisnai olmak üzere alt gruplara ayrılarak çalışılmıştır. Monogramsız parçaların neredeyse hepsinin ağız kenarlarından kırık olduğu, monogramlı parçaların ise mühre yakın kısımlardan kırılmış oldukları dikkat çeken bir ayrı husustur. Bu husus göz önüne alındığında, kutsal buluntu grubunda değerlendirilen bu eserlerin kırıklarının, olası bir ritüelin parçası olabileceği düşünülmüştür