328 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Son 2 yıl
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

YERLİ VE YABANCI KAYNAKLARIN IŞIĞINDA 16. YÜZYILDAN 20. YÜZYILA TÜRK HALI DOKUMACILIĞI

Arış · 2023, Sayı 22 · Sayfa: 116-136 · DOI: 10.32704/akmbaris.2023.182
Tam Metin
Bu araştırmada Osmanlı halıcılığı, yerli ve yabancı kaynakların ışığında yorumlanmıştır. Özellikle Topkapı Sarayı Arşivinde muhafaza edilen ehl-i hîref defterleri, hükümler, hazine sayım defterleri, faydalanılan başlıca kaynaklar olmuştur. Ayrıca narh defterleri, gümrük tarife defterleri, yabancı seyyahlar ve çizimleri, yerli seyyahların görüp anlattıkları bu makalenin yazılmasında önemli dayanaklardır. Osmanlı sanayiini ve ekonomisini konu alan araştırmalar, uluslararası sergilere katılım ve sergi kataloglarından edinilen bilgiler bu araştırmanın başvuru kaynaklarıdır. Bu kaynaklara dayanarak 16.yüzyılın başında Bergama ve Menemen’in, 16.yüzyılın ortasından sonra Uşak ve çevresinin önemli bir halı merkezi haline geldiği görülmüştür. 19.yüzyıla kadar Uşak ve çevresindeki halı dokumacılığı geleneksel özelliğini koruyarak devam etmiştir. Ancak Batılı tacirler bölgeye yerleşip, bölge halkına siparişler vererek ticarete başlamıştır. Daha sonra altı Levanten ailenin ortaklığıyla The Amalgamated Oriental Carpet Manufactures şirketi kurularak geniş bir ticaret ağı organize edilmiştir.1 Bu organizasyonla bölge halılarına müdahale edilmiş; desen, renk ve ölçüleri değiştirilerek kimliğinin kaybolmasına yol açıldığı anlaşılmıştır. Son olarak Sarayın dokumacılığı kalkındırmak için Hereke, Feshane fabrikalarının kurulması ve Hereke üretimi halılar ele alınmıştır. Hereke halı ustalarının daha sonra Kumkapı’da atölye açmaları ve Hereke üretimine benzer halılar dokuması, bunların yurt dışına satılması, hediye edilmek suretiyle gitmesiyle Batıda tanınmışlardır. G. Salting isimli bir koleksiyonerin bu halılardan oluşan koleksiyonunu bir müzeye bağışlamasıyla saray halıları grubu Batı’da Salting grubu adıyla tanınmıştır. Böylece Topkapı Sarayı halı gurubu, Hereke ve Kumkapı üretimi halıları Salting grubu ile bir arada değerlendirilmektedir. Bu halkaya Kumkapı halılarının son örneklerini toplayarak bir koleksiyon oluşturan Arkas grubu Kumkapı halılarını da dâhil olmuştur. Araştırmamızda bu konuya da değinilerek Türk halıcılığının ve koleksiyonculuğunun geldiği son durum ortaya konmuştur.

TİFTİK VE KENEVİR İPLİKLERİNİN DOĞAL BOYAMACILIK İLE RENKLENDİRİLMESİ VE DOKUMA TEKSTİL YÜZEY ÇALIŞMALARI

Arış · 2023, Sayı 22 · Sayfa: 28-45 · DOI: 10.32704/akmbaris.2023.177
Tam Metin
Son yıllarda tekstil tasarımında geri dönüşüm ve sürdürülebilir ekolojik kaynakların gündeme gelmesi, boya bitkisi yetiştiriciliğini ve kullanımını da önemli hale getirmiştir. Dolayısıyla doğal lif- lerin doğal kaynaklı boyarmaddeler ile renklendirilmesine yönelik çalışmalar daha çok ilgi çekmek- tedir. Tekstil yüzeyleri oluşturulmasında, liflerin bitkisel boyalarla istenilen şekilde boyanabilmesi, tekstil tasarımcısına hedeflediği dokuya ulaşmasında, özgün ve ekolojik ürünler ortaya çıkarması konusunda önemli bir avantaj sağlamaktadır. Bu çalışma ile ülkemizde geleneksel olarak daha çok yün halı ipliklerinin boyanmasında kullanılan bitkisel boyamacılığın, sağladığı avantajlarla tekstil tasarımcılarının tekstilin her alanda, özgün ürünlerin elde edilmesinde kullanılabileceğinin vurgu- lanması amaçlanmıştır. Bu amaçla, belirlenen temaya uygun görsellerden yola çıkılarak elde edilmek istenen dokuma yüzeylerine göre renk elde etmek amacıyla; uygun bitki, mordan ve yöntem seçilerek farklı iplikler boyanarak dokuma örnekleri üretilmiştir. Araştırma kapsamında; tiftik iplik, tiftik fitil ve kenevir ipliklere, nar (Punica granatum L.), ceviz (Juglans regia), soğan (Allium cepa), aspir (Carthamus tinctorius L.) ve kök boya (Rubia tinctorum L.) kullanarak elde edilmek istenilen her renk için seçilen uygun mordan ve yöntem ile boyamalar yapılmıştır. Boyamalardan elde edilen renkler ve boyanan ipliklerin yaş ve kuru sürtünme haslık değerleri belirlenerek tablolar halinde verilmiştir. Yüzey tasarımlarında ağaç ve ağaçların üzerinde oluşan yosun dokusundan esinlenilerek tema oluş- turulmuş, hikâye panoları hazırlanmış, görsellerden yola çıkarak armürlü dokuma tezgahlarında, do- kuma tekstil yüzey çalışmaları yapılmıştır. Yapılan ön denemeler sonucunda, haslık değeri sonuçları nispeten iyi olan ve temayı yansıtan en uygun iplik çeşitleri belirlenmiştir. Tekstil yüzeyi çalışmaları bu belirlenen renk ve iplikler kullanılarak yapılmıştır.

AFYONKARAHİSAR’DA TEPME KEÇEDEN ÜRETİLEN CAMİ KAPI PERDELERİ

Arış · 2023, Sayı 22 · Sayfa: 84-102 · DOI: 10.32704/akmbaris.2023.180
Tam Metin
Afyonkarahisar, Anadolu’da keçe üretimi yapılan merkezler arasında yer almaktadır. Geleneksel tepme keçe atölyelerinde ustalar yaygı, seccade, perde, kepenek, heybe, çeşitli başlıklar, sanayi keçeleri gibi ürünler yapmaktadır. Afyonkarahisar’ın kışları soğuk ve kar yağışlı geçen sert iklimi keçe ürünlerinin kullanımını yaygınlaştırmıştır. Yalıtım amacıyla evlerin pencerelerine, camilerin kapılarına asılan keçe perdeler günümüzde bazı camilerde kullanılmaktadır. Yerli yünden yapılan keçe perdelerin esnememesi ve daha dayanıklı olması için kenarları deri ile çevrelenmektedir. Keçe ustası ve saraç ustası keçe perdeyi iş bölümü yaparak üretmektedir. Saraçlama işleminde genellikle dana derisi, keçi derisi kullanılmıştır. Keçe perdeler desenli ya da desensiz üretilebilir. Cami kapılarına takılan keçe perdelere genellikle deri üzerine “Allah”, “Muhammed” isimleri baskı ya da işleme olarak yazılmaktadır. Özellikle şer’iyye sicilleri gibi tarihi kaynaklarda keçe perdelerinin kayıtlarına rastlanmaktadır. Araştırmanın konusu “Afyonkarahisar’da Tepme Keçeden Üretilen Cami Kapı Perdeleri” olarak belirlenmiştir. Keçe kapı perdelerinin kullanımı gün geçtikçe azalmakta, yerini sentetik malzemeden üretilmiş perdelere bırakmaktadır. Bu nedenle keçe perdelerin özelliklerinin tespiti önemlidir. Keçe perdelerin hangi ustalar tarafından üretildiği, üretiminde kullanılan hammaddeler, üretim teknikleri, ebatları, süsleme özellikleri ve elde edilen bilgilerin yazılı kaynak haline getirilmesi araştırmanın amacını oluşturmaktadır. Araştırmada literatür taraması ve alan araştırması yapılmış, konu ile ilgili ustalarla görüşülerek bilgi alınmıştır. Sonuç kısmında, elde edilen veriler değerlendirilerek, keçe perdelerin üretiminin sürdürülmesi için önerilerde bulunulmuştur.

SİVAS MERKEZ, HAFİK/YENİKÖY VE YILDIZ BELDESİ GEÇ DÖNEM EL ÖRGÜSÜ ÇORAP VE PATİKLERİN DEĞERLENDİRMESİ

Arış · 2023, Sayı 22 · Sayfa: 4-27 · DOI: 10.32704/akmbaris.2023.176
Tam Metin
İnsanın varoluşundan bu yana bir ihtiyaç olarak ortaya çıkan giyim kuşam, yerel kaynaklar, iklimsel faktörler, ait olduğu toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel değerleri ile de harmanlanarak bir kimlik kazanmıştır. Anadolu’da giyim kuşam, her bölgede kendine has özellikler gösterir. Örf ve adetlerini koruyan yörelerden biri de Sivas’tır. Araştırma, Sivas il merkezi ile Hafik İlçesi Yeniköy ve Yıldız Beldesi’ndeki el örgüsü çorap ve patiklerle sınırlandırılmıştır. Araştırmaya konu 25 adet ürün (19 adet çorap, 6 adet patik), 1976- 2021 tarihleri arasında örülmüştür. Günlük kullanım ve özel günler için tasarlanmış olan çoraplarda yün iplik ve sentetik iplik tercih edilmiştir. Ürünler beş (5) adet şiş ile örülmüş, kenar çevirme ya da süslemeler tığ ve iğne işi ile tamamlanmıştır. Şiş örgü tekniği olarak düz, desenli ve renkli desenli temel örgü teknikleri kullanılmıştır. Bezemelerde böğrekli kıvrık, yürütme, çift kekül, kekül, aşuk, ceviz cıynağı (beksimet), kırk budak, kör göççe, tek kıvrım, altmış akıl yetmiş fikir, kıvrım, deli yılan, çatal kıvrım, göççeli yürütme, kiraz, sübüra, tazı kuyruğu, kabak çiçeği, göz, küpeli, elibelinde, kara bükme, yan bükme, zencir, bacaklı, suyolu, kelebek, muskalı, deli kıvrım, saçbağı, yarım aynalı ve üçgen olmak üzere toplam 32 farklı motif uygulanmıştır. Bu bezemeler krem, kırmızı, siyah, mavi, sarı, pembe, açık pembe, açık yeşil, koyu yeşil, yeşil, beyaz, eflatun, lacivert, bordo, mor, gri, kahverengi ve kavuniçi ile de renklendirilmiştir.

IRAN GABBEH CARPETS

Arış · 2023, Sayı 22 · Sayfa: 103-115 · DOI: 10.32704/akmbaris.2023.181
Tam Metin
Gabbeh carpets; The Persian (Iranian) word Gabbeh means something raw or natural, uncut or “rough”. Gabbeh is the world’s best known coarse Iranian weaving. Carpets and rugs woven in the mountains and plains of central south Zagros have been woven for the Gabbeh tribe for centuries. Another feature of Gabbeh carpets is the coarse carpets woven with relatively low knot density. The designs are typically geometric and symbolic in shape and style. The most common Gabbeh tap- estries are types woven to tell a story, asymmetrically, with numbers and symbols depicting “tale” pieces of the weaver. Gabbeh carpets, unlike the Persian and Persian carpets, which are the best carpets of the period, are coarse, the layers are long and the number of knots is much less than other carpets. Despite all their flaws, Gabbeh carpets started to become popular in the 1970s, and in 1974, they were promoted in Europe and America and spread rapidly all over the world. In this study, woven by the nomadic people in Iran, produced in the Zagros Mountains and plains and T.C. 10 Gabbeh carpets, which were seized and taken into custody with the file numbered 2015/274 of the Antalya 4th Enforcement Law Court, will be discussed in terms of technique, pattern and color.

Muğlalı Yerel Yapı Ustası Abdullah Özsoy’un Eserleri

Erdem · 2023, Sayı 84 · Sayfa: 27-50 · DOI: 10.32704/erdem.2023.84.027
Tam Metin
Bu çalışmanın konusunu yaşadığı dönem ve yörede ünlü bir taş ustası olan Abdullah Özsoy’un eserleri oluşturmaktadır. Konuyu ele alışımızın iki önemli amacı vardır. İlki Abdullah Özsoy’un günümüze sağlam ulaşan eserlerini ilk defa bilimsel bir çalışmada tanıtmak ve Sanat Tarihi açısından değerlendirmektir. İkinci amaç Özsoy’un korunması gerekli kültür varlığı niteliği taşıyan yapılarının tescil edilip gelecek nesillere aktarılmasını sağlamaktır. Çalışmada Abdullah Özsoy’un günümüze ulaşan mimari yapıları yerinde görülerek fotoğraflarla belgelenmiş ve çizimleri yapılmıştır. Başta kızı olmak üzere Abdullah Özsoy’u tanıyanlarla yapılan sözlü tarih çalışmasında anlatılanlarda yol gösterici olmuştur. Abdullah Özsoy 1899-1968 yılları arasında yaşamıştır. Yatağan’da tanınan bir taş ustasıdır. Eskihisar ve çevre köylerde inşa ettiği sayısız evden sadece kendi evi temel seviyesinde günümüze ulaşmıştır. 1936 yılında Muğla kent merkezindeki meydanda yer alan Atatürk heykelinin kaidesini yapmıştır. 1950’li yıllarda inşa ettiği dört küçük köprüden ikisi bugün ayaktadır. 1960 yılından itibaren Yatağan’ın çevre köylerinde minareler yapmaya başlayan Abdullah Özsoy’un bilinen ilk minaresi Katrancı mahallesindedir (1960). Bunu Tuzabat (1961), Zeytinköy (1963), Bahçeyaka (1964) ve Şahinler mahallesindeki minare (1965) izlemiştir. Son minaresi ise Bağyaka mahallesindedir (1966). Zeytinköy mahallesindeki minare ile birlikte inşa ettiği cami hariç minarelerin ait oldukları camilerin yenilenmiş olması eski camilerin de Abdullah Özsoy tarafından yapılmış olabileceğini göstermekle birlikte bu anlamda bir kanıt yoktur. Özsoy’un yaptığı günümüze ulaşan tek cami Zeytinköy Mahallesi Cami harim planıyla ve kırma çatılı oluşuyla, son cemaat yerinin özgünde kemerli kurgusuyla, Eskihisar başta olmak üzere Muğla merkez ve Yatağan çevresindeki diğer camilerle ortak özelliklere sahiptir. Özsoy, minareleri camiye bitişik ya da ayrı olarak iki şekilde yapmıştır. Minarelerin kaideleri sekizgen, altıgen ve kare olmak üzere üç farklı plan şeması göstermektedir. Moloz taştan yapılan kaideler içte sıvalıdır, dışta farklı boyutlarda düzgün kesme mermer bloklarla kaplanmıştır. Mermer bloklar dört yönde derzlerle çerçevelenmiştir. Minarelerin pabuçları moloz taş ve çimentodandır, gövdeleri petek bölümüyle birlikte ustanın kullandığı çimentodan kalıplarla burmalı ya da yivli olarak yapılmıştır. Minarelerin süsleme programında dikkat çekici unsurlar vardır. Katrancı, Zeytinköy ve Bahçeyaka Camisi minarelerinin konik sekizgen pabuç bölümünde her yüzde alçak kabartma tekniğinde yapılmış bir madalyon yer alır. Katrancı örneğinde madalyonlar bütündür, Zeytinköy ve Bahçeyaka’da ise madalyonların sadece dış çerçeveleriyle verilişleri söz konusudur. Bahçeyaka örneğinde her yüz madalyonun üzerinde yarım ay şeklinde sonlanmaktadır. Minarelerin hepsinde şerefenin çift kademeli dışa taşkın üçgen kesitli bezemeleri vardır. Bağyaka Mahallesi Cami’nin minaresi hariç diğer minarelerin şerefe korkuluklarının her yüzünde kafes oyma tekniğinde yıldız motiflerinden oluşan geometrik süsleme standart hale gelmiştir. Bağyaka minaresinin şerefe korkuluğu ise silindirik formdadır. Minarelerin inşa tarihini, yapan usta ve bani bilgilerini veren kitabeleri vardır. Abdullah Özsoy’un Yatağan ilçesinde inşa ettiği evler ve dini yapılar özelinde minareler yörede Cumhuriyet dönemine kadarki süreçte oluşan ve örneklerini veren geleneği devam ettirir. Söz konusu yapılar inşa edildikleri dönemin değerli temsilcileri oldukları için tescil edilmelidir. Abdullah Özsoy gibi yerel ustaların eserleriyle tanıtılarak hak ettikleri değeri bulmalarına yönelik çalışmaların devam etmesi bölge bazında sanat ve mimarlık tarihine katkı sunacaktır.

İstanbul’daki Bulgar Yapıları ve Feriköy’de Sveti Dimitar Kilisesi’nin İnşası

Erdem · 2023, Sayı 84 · Sayfa: 175-204 · DOI: 10.32704/erdem.2023.84.175
Tam Metin
Bulgarların Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentine akın etmesi özellikle 19. yüzyılda hızlanmıştır. 19. yüzyıl boyunca İstanbul’da çeşitli işlerde çalışmış Bulgarlar, bugün bazıları ayakta olan ve cemaatlerinin kullanımında bulunan kamusal yapıları inşa ederek diğer gayrimüslimler (Rum, Ermeni ve Yahudi) ile karşılaştırıldığında pek de dikkat çekmeden varlık göstermişlerdi. Ağırlıklı olarak İstanbul’un Fener ve Şişli semtlerinde yer alan Bulgar cemaatine ait yapılar, diğer gayrimüslimlerin yapıları kadar araştırmacıların ilgisini çekmemiştir. Bu makalede, Bulgarlara ait cemaat yapılarının inşa süreçlerinden kısaca söz edilerek, Şişli Feriköy semtinde yer alan Bulgar kabristanının oluşturulması ve içinde yer alan Sveti Dimitar Kilisesi’nin inşa kararlarının ve mimari özelliklerinin belgeler yardımıyla değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bilindiği gibi Ortodoks Hristiyan olan Bulgarlar Rum milletine tâbi ve Rum Patrikhanesi’ne bağlıydılar. Bu durum zamanla Rumların, dini yönetimi ellerinde bulundurmalarından dolayı, kendisine bağlı olan Bulgarlara baskı ve asimilasyon politikaları uygulamalarına neden olmuştu. Islahat Fermanı ile Osmanlı Devleti’nin gayrimüslimlerin idaresinde yaptığı köklü değişimler sonrası Bulgarlar, 1870 yılında, Rum Patrikhanesi’nden ayrılarak kendi milli kiliselerinin devlet tarafından tanınmasını sağlamışlardı. İstanbul’da çeşitli semtlere dağılmış olarak yaşayan Bulgarların 19. yüzyılın sonlarında Şişli semtinde yoğunlaştıkları görülmektedir. Şişli bu dönemde bir “Bulgar Mahallesi” olarak anılmaktaydı. Eksarhhane binasının 1907 yılında Şişli’ye taşınmasından önce de eksarhhane binasının inşası için Şişli’de arsa arayışlarının oldukça fazla olduğu dikkate alındığında Şişli’nin Bulgar yerleşimi için seçilmiş bir bölge olduğu düşünülebilir. Bulgarların kendi eksarhlıklarını kurarak Rum Patrikhanesi’nin yönetiminden ve kilisesinden ayrılmaları Rum cemaatinin tepkisini Bulgar yapılarının inşasına çeken bir durum yaratmıştır. Şişli semtinde Bulgar yapılarının inşası sırasında semtin diğer gayrimüslim tebaasının daha önce yerleşik durumda olması nedeniyle boş arsa bulmakta zorlanıldığı ve özellikle Rum cemaatinin tepkisini çekmesinden çekinilerek semtte güvenlik önlemlerinin arttırıldığı sonuçlarına varılmıştır. Boş arsaların çevrelerinde farklı din ve mezheplerden oluşan grupların yerleşim durumları dikkate alınarak değerlendirildikleri görülmektedir. Hükümetin Hıristiyan cemaatleri bir araya toplama gayretine rağmen Hıristiyanların iki farklı mezhebinin ya da iki farklı etnik grubunun kent içinde birbirlerine yakın olmasının Hıristiyan cemaatler arasında hoş görülen bir durum olmadığı dikkat çeker. Diğer taraftan Müslümanların ikamet ettiği yerlere yakın bir Hıristiyan yerleşimi de istenmediğinden aynı semt içinde farklı noktalarda yaşama gerekliliği Bulgarların yapılarını inşa edecekleri alanları belirlemiştir. Bulgar cemaatine ait ve hakkında pek fazla araştırma yapılmamış olan Feriköy’deki Sveti Dimitar Kilisesi’nin yapımı ise 20. yüzyılın başlarına tarihlenir. Bulgar cemaati vefat eden Bulgarların ayinlerinin yapılması için Fener’deki kiliseye gitmek yerine Feriköy’de bir kilise yapılmasını talep etmiştir. Ancak, 1921 yılında inşaat bitmişse de kilisenin ruhsatsız inşa edildiğine ilişkin tartışmalar devam etmiştir. Diğer taraftan arsanın kabristan yapılmasıyla ilgili olarak da İngiliz tebaasından iki kişi tarafından şikâyette bulunulmuş ve dava açılmıştır. 1911 tarihinde Sultan Mehmed Reşad’ın verdiği bir irade ile Feriköy Sakızağacı Caddesi Orta Çeşme Sokağı’nda Bulgar cemaati için kabristan yapılmasına izin verilmiş olmasına rağmen çeşitli şikâyetler kilisenin inşa sürecini de geciktirmiştir.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü Eseri Örnekleminde Çeviride Kültürel Yakınlığın Belirleyiciliği Üzerine

Erdem · 2023, Sayı 84 · Sayfa: 107-138 · DOI: 10.32704/erdem.2023.84.107
Tam Metin
Edebiyatımızın en temel yapı taşlarından biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar, yazdığı hikâyeleri ve romanlarıyla yıllardır Türk Edebiyatının başlıca çalışma alanlarından biri olmuştur. Tanpınar’ın başyapıtı niteliğindeki 25 ayrı dile çevrilmiş Saatleri Ayarlama Enstitüsü ise çeviribilim araştırmacılarının da incelediği eserler arasındadır. Eseri bu denli önemli kılan hususlardan biri de romanda I. Meşrutiyet, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet olmak üzere üç ayrı dönemde yaşamış, eski ile yeni, Şark ile Garp arasında kalmış, başka bir deyişle geleneksel ile modern kültür arasında bocalayan bireylerin işlenmiş olmasıdır. Bunun bir sonucu olarak da Türkiye’nin modernizme geçiş sürecinin ve bu süreçte yaşanan toplumsal sorunların anlatıldığı bu eserde 20. yüzyılın başlarına ait kültürel ögelere sıkça yer verilmiştir. Bu kültürel ögelerin bir kısmı sadece o dönemle sınırlıdır ve bazıları ancak bağlam içinde doğru alımlanabilmektedir. Eserde geçen kültürel ögeler arasında Osmanlı kurumları, şer’i makamlar, dini kurallar, para birimleri, yiyecek ve içecek çeşitleri, döneme özgü araç ve gereçler, vb. sıkça yer almaktadır. Bu çalışmada, kültürel ögelerin çevirisi ve çevirmenlerin bu ögeleri Almanca, Arapça ve İngilizceye aktarırken karşılaşabileceği zorluklar ve farklı dillere yapılan çevirilerde farklılaşan çözüm önerileri, çeviride kültürel uzaklık ve yakınlık meselesi ekseninde irdelenmiştir. Üç erek dil üzerinden yürütülen ve bu anlamda benzerlerinden farklılık gösteren bu araştırmanın kuramsal arka planını Venuti, Newmark, Aixela ve Florin’in kültürel ögelerin çevirisine ilişkin yaklaşımları oluşturmakta ve söz konusu kuramcıların önerdiği mikro ve makro çeviri yöntemleri yol gösterici olmaktadır. İngilizce “realia” (Florin 1993) olarak adlandırılan bu kültürel ögelerin kültürel açıdan uzak bir dile (Almanca, İngilizce) çevirisinde karşılaşılan sorunlar ile bu ögelerin kültürel açıdan yakın olduğu bir dile (Arapça) çevirisinde karşılaşılan zorlukların farklılık gösterdiği görülür. Kültürel açıdan uzak bir dile yapılan çevirilerde karşılaşılabilecek sorunlar pek çok araştırmanın konusu olmuşken, kaynak metnin ait olduğu kültür ile erek kültür arasında yeterli mesafe olmadığında yaşanabilecek sorunların çok üzerinde durulmadığı söylenebilir. Halbuki böylesi durumlarda, çevirmeni başka başka sorunlar beklemektedir. Bu sorunlara bir örnek, yalancı eşdeğer olarak adlandırılan üstü örtük alımlama tuzakları olabilir. Bu açılardan bakıldığında, çalışmamızda kültürel ögelerin çevrildiği erek dilin son derece önemli olduğu, erek dilin kültürel açıdan uzak ya da yakın olmasının çeviri sürecini etkilediği, çevirmenlerin yazdığı üst metinlerin de bu anlamda farklılık gösterebileceği temsili örnekler üzerinden gözler önüne serilmiştir.

Çok Kültürlü Bağlamda (Kuzey Makedonya’da) Yer Adları

Erdem · 2023, Sayı 84 · Sayfa: 1-26 · DOI: 10.32704/erdem.2023.84.001
Tam Metin
Kuzey Makedonya, çok kültürlü -Makedonlar, Arnavutlar ve Türkler gibi- toplum yapısına bağlı olarak yer adlarında çok dilli çeşitlenmelere sahiptir. Makedonca dilindeki karşılığı Skopje olan başkentin, ayrıca Türkçe Üsküp ve Arnavutça Shkup olmak üzere iki dilde telaffuzu bulunmaktadır. Öteki telaffuzlar yasaklı olmamakla birlikte ülke yönetimi, Makedonca olanında ısrarcıdır. Ancak dönem dönem yer adlarında (toponomide) Arnavutça versiyonların kullanımına dair ısrarlı talep ve baskılara da rastlanmaktadır. Kuzey Makedonya her ne kadar Makedonca dilini dolayısıyla tek dilli toponimiyi tercih etse de siyasi endişelere bağlı olarak, esnekliğe dönük bir takım yasal düzenlemelere gitmiştir. Yapılan düzenlemeler, Makedon halkını o denli huzursuz etmiştir ki, bu değişikliği kültürel mirasa karşı inkâr edilemez şiddet, yarı insani ilkelere dayalı yeni bir dünya inşa etme girişimi olarak tanımlayanlar olmuştur. Diğer taraftan bu durum, değişikliğe vesile olan Arnavutları daha da güdülemiştir. Son yıllarda, Kuzey Makedonya’daki azınlık gruplar -Arnavutlar, Boşnaklar, Türkler gibi- arasında yönetsel ve ekonomik düzeyde yetki talep edip alabilenler yine Arnavutlardır. Ülkenin ikinci büyük etnik azınlığı durumunda olan Türklerin ise, diğer etnik azınlıklarla birlikte Arnavut topluluğunun artan görünürlüğünün gölgesinde kaldıkları iddia edilebilir. Bu durum o denli belirgindir ki, bölge Türklerine dair yapılan akademik çalışmalar ve çıkarımlarda onlar, azınlığın azınlığı olarak tanımlanmaktadır. Bu noktada çalışmanın temel gayesi, çok etnikli toplum yapısına sahip Kuzey Makedonya’nın mevcut durumuna ışık tutmak, bunu yaparken de ülkenin toponimi (yer adları) mevzusuna olan yaklaşımını irdeleyebilmektedir. Yapılan saha araştırmaları, gözlem ve akademik minvaldeki taramalar, Kuzey Makedonya’nın önemli oranda Türk nüfusuna sahip olduğunu ve ülkenin muhtelif yerleşim yerlerinde çok sayıda Türkçe yer adının bulunduğunu göstermektedir. Bilhassa ülkenin güneydoğu yakasında Türkçe köy ve kasaba adlarına sıkça rastlandığı anlaşılır. Büyükçe bir kısmı nüfussuzlaşmış durumda olsa dahi, hâlen Başıbos, Çalıklı, Dedeli, Pırnalı, Alikoç, Kocalı, Süpürge gibi Türkçe yer adlarıyla anılan pek çok yerleşim biriminde Türkler ve Yörükler yaşamaktadır. Bu aynı zamanda bölgedeki Türk nüfusunun hem mevcudiyetini hem de tarihsel anlamdaki sürekliliğini ortaya koyması açısından önemli bir göstergedir. Çalışma, Türkçe yer adlarının çok sayıda olmasına rağmen, Kuzey Makedonya özelinde Türkçe toponimiyle ilgili kapsamlı bir akademik çalışmanın ve bu konuyla ilgili bir farkındalığın bulunmadığını, Türk topluluğu gibi Türkçe toponimisinin de göz ardı edildiğini ortaya koymayı amaçlamaktadır.