346 sonuç bulundu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- Osmanlı 14
- Ottoman Empire 14
- Ottoman 13
- Osmanlı Devleti 12
- Türkiye 7
- Dokuma 6
- İstanbul 6
- Millî Mücadele 5
- Weaving 5
- Anadolu 4
Kitâbü’l-Gunya Üzerine Yeni Bir Değerlendirme
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2025, Sayı 79 · Sayfa: 1-20 · DOI: 10.32925/tday.2025.126
Özet
Bir fıkıh kitabı olan Kitâbü’l-Gunya, Eski Anadolu Türkçesinin önemli eserlerinden biridir. Eserin ilmî neşri Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi 4006 numarada kayıtlı tek nüshasından hareketle Muzaffer Akkuş tarafından 1995 yılında yapılmıştır. Akkuş incelemesinde eserin dil özelliklerinde birtakım arkaik unsurlar tespit etmiş ve eseri Anadolu Türkçesinin kuruluş devrinde Eski Türk yazı dili ile Oğuz-Kıpçak özelliklerinin bir arada görüldüğü karışık lehçe özellikli metinlerden saymıştır. Ancak Tezcan (1995), eser üzerinde yaptığı ayrıntılı dil incelemesinden elde ettiği bulgular neticesinde eserin Harezm Türkçesi ile yazılmış bir kaynaktan Eski Anadolu Türkçesine aktarıldığını belirtmiştir. Bu çalışmanın amacı ise Semih Tezcan tarafından öne sürülen varsayımı hem somut kanıtlarıyla temellendirmek hem de Tezcan’ın kullandığı dil ölçütlerini farklı bakış açısıyla değerlendirerek ve yeni kanıtlar ekleyerek daha ileri bir öngörüye ulaşmaktır. Önce eserin Harezm Türkçesi ile yazılı bir nüshasına ait gün yüzüne çıkarılan iki sayfasının çeviri yazısı ile Eski Anadolu Türkçesine aktarılmış nüshasına denk gelen kısım karşılaştırmalı verilmiştir. Bu karşılaştırmada metin üzerinde dikkat çeken özelliklerden bahsedilmiştir. Daha sonra Tezcan’ın eseri Harezm Türkçesiyle ilişkilendirdiği dil verileri yeniden değerlendirilmiş ve bu verilere yeni kanıtlar da eklenerek eserin doğrudan Harezm Türkçesinden aktarılmadığı ve eserin başka bir tarihî Türk yazı dili ile yazılmış nüshasının olması gerektiği öne sürülmüştür.
{-(y)IsAr} Ekinin Kökeni Üzerine
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2025, Sayı 79 · Sayfa: 63-82 · DOI: 10.32925/tday.2025.128
Özet
Tam Metin
Batı Türkçesinin ilk evresini oluşturan ve XIII ile XV. yüzyıllar arasındaki dönemi ifade eden Eski Anadolu Türkçesi, karakteristik özellikleriyle Türk dilinin en dikkat çekici tarihî evrelerinden birisidir. Belirtilen evre, Türk dilinin tarihî gelişimi açısından kritik bir öneme sahip olmasının yanı sıra dil bilimsel araştırmalarda da önemli bir çalışma alanı sunmaktadır. Bununla birlikte çeşitli dil bilgisi yapılarının çözümlenmesi ve tarihsel süreçteki oluşumunu ortaya koyması bakımından da ayrı bir öneme sahiptir. Öte yandan Eski Anadolu Türkçesine has eklerden biri olan ve ilgili dönemde gelecek zaman işaretleyen {-(y) IsAr} eki; iki heceli oluşu, modern Türk dillerinde tanıklanmayışı, çeşitli kiplik işlevleri ve yazı dilinde kullanımının zamanla sona ermesi gibi nedenlerle pek çok araştırmacının dikkatini çekmiştir. Bahsi geçen ekin kökeni üzerine farklı görüşler bulunmaktadır. Bunun sebebi, yapı bakımından birden fazla ekin kaynaşmasından oluşması ve Eski Anadolu Türkçesi metinlerine oluşumunu tamamlayarak girmiş olmasından kaynaklanmaktadır. İlgili duruma istinaden bu çalışmada, öncelikle konuya ilişkin fikir öne süren araştırmacıların görüşleri eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutulacak, ardından art zamanlı yaklaşım esas alınarak ilgili ekin kökenine yönelik görüş ve düşüncelerimiz ifade edilecektir.
Sözcük Ölümü ve Erinç Edatı Üzerine
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2025, Sayı 79 · Sayfa: 173-188 · DOI: 10.32925/tday.2025.133
Özet
Tam Metin
Bir dilde eş anlamlı sözlerin uzun süre bir arada yaşaması çok karşılaşılan bir durum değildir. Dillerde sözlerin kullanımdan düşmesinin çeşitli nedenleri vardır. Nedenlerden bir kısmıyla bütün dillerde karşılaşılır, bir kısmı ise dillerin kendi tarihiyle ilgilidir. Söz ölümü genellikle bir sözün anlam alanına dilin kendi kaynağından ya da başka bir dilden bir sözün girmesi nedeniyle olur. Ana yurttan ya da ana kitleden uzaklaşan kitlelerin dilinde zaman içinde değişmeler görülmeye başlanır ve bu durum lehçe oluşumlarının da asıl nedeni olur. Türk dili, sözcükleri öncelikle ad ve eylem olarak iki ana bölüme ayırır. Sıfat, zarf, zamir; sözcüklerin cümle içinde yüklendikleri görev adlarıdır. Türk dilinin yapısında edatın olmadığı, bu sözcük çeşidinin sonradan adlardan ya da eylemlerden türetildiği dilcilerin benimsediği bir görüştür. Edatlar, kalıplaşmış ve kendi başlarına anlam yükü olmayan ancak cümlenin anlamına katkısı olan sözlerdir. Erinç, Türk dilinin ana yardımcı eylemlerinden biri olan er- eyleminden türemiş, Bengü Taşlarda, Uygur ve Hakanlı metinlerinde karşılaşılan bir sözcüktür. Bu sözcüğün cümleye katkısı, anlama kesinlik ya da olasılık katmaktır. Hakanlı metinlerinden sonra yazı dilinde karşılaşılmayan bu sözcük yerini er- ve özellikle tur-eyleminin geniş zaman çekimli biçimlerine bırakmıştır. Bugünkü Türk yazı dillerinde de erinç sözünün cümleye kattığı işlevle turur biçiminden gelen -dIr bildirme ya da kuvvetlendirme eki kullanılmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Topraklarında Bir Kadın Sivil Toplum Kuruluşu: Suriye Nisvan Umur-ı Hayriye Cemiyeti
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2025, Cilt XLI, Sayı 111 · Sayfa: 57-90 · DOI: 10.33419/aamd.1699959
Özet
Tam Metin
Bu çalışma Birinci Dünya Savaşı’nda IV. Orduya yardım etmek ve kadınların namuslu ve ahlâklı bir şekilde çalışmalarına imkân vermek amacıyla 1915 yılında Şam’da kurulan Suriye Nisvan Umur-ı Hayriye Cemiyeti’nin nizamnâmesi ve dâhili talimatnamesine yer vererek cemiyetin mevcudiyetini ortaya koymak amacını taşımaktadır. Tanzimat Dönemi’yle tam anlamıyla başlayan kadın hakları tartışmaları, II. Meşrutiyet Dönemi’nde zirveye ulaştı. Bu dönemde kadınların sosyalleşmeleri ve çalışma hayatına katılmaları için birçok somut adım atıldı. Kadınlara erkekler karşısında hukuki olarak ilk defa boşanma hakkını veren reformlar da yine bu dönemde yapıldı. Ağustos 1909 tarihinde çıkarılan Cemiyetler Kanunu ile kadınlara da cemiyet ve dernek kurma hakkı verildi. Bundan dolayı 1908’den itibaren sosyal yardım amaçlı birçok kadın cemiyeti kuruldu. Birinci Dünya Savaşı başlayınca erkeğini cepheye gönderen kadınlar, hiç değilse geri hizmetlerde yardımcı olmak amacıyla bir araya gelerek çeşitli cemiyetler oluşturdular. Kurulan kadın cemiyetlerinden biri de IV. Ordu’nun merkezinde faaliyet gösteren Suriye Nisvan Umur-ı Hayriye Cemiyeti idi. Bu çalışmayla hakkında oldukça sınırlı bilgilere sahip olunan Suriye Nisvan Umur-ı Hayriye Cemiyeti’nin kuruluşu, işleyişi ve son derece az bulunan faaliyetleri, bilimsel bir bakış açısıyla gün ışığına çıkarılmıştır. Çalışma meydana getirilirken tarihsel araştırma yöntemi kullanıldı. Bu yöntem uygulanırken elde edilen veriler doküman analizi tekniğiyle tasnif ve tahlil edildi. Bu bağlamda arşiv belgelerinden (Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi), sınırlı da olsa dönemin basınından ve mevcut literatürdeki eserlerden faydalanıldı. Bu şekilde hazırlanan çalışma giriş, bir ana bölüm ve sonuç kısımlarından oluşmaktadır. Çalışmanın giriş kısmında Türkiye’de kadın hakları meselesi ve kadınların dernekleşme süreci hakkında ana konuya hazırlayıcı bilgilere yer verildi. Ana bölümde ise Suriye Nisvan Umur-ı Hayriye Cemiyeti’nin arşiv belgeleri arasından tespit edilen nizamnamesi ve talimatnamesi ile faaliyetlerine ilişkin bilgiler ortaya koyulmuştur. Bu sayede cemiyetin kurucuları, kurulma amacı ve idari mekanizmasına dair somut verilere ulaşılmıştır. Cemiyetin açmış olduğu hastane, halı imalathanesi ve dikimhane gibi müesseselerle bölge kadınının işsizlik meselesini çözdüğü gibi askerlerin gündelik ve sıhhi ihtiyaçlarının karşılanmasında IV. Ordu’ya cephe gerisinden önemli katkılar sunduğu anlaşılmıştır.
Sevk Ve İskân Sürecinde Bir İstasyon Olarak Konya Vilayeti
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2025, Cilt XLI, Sayı 111 · Sayfa: 91-130 · DOI: 10.33419/aamd.1700037
Özet
Tam Metin
Birinci Dünya Savaşı’nın devam ettiği günlerde cephe gerisinin güvenliği ve ülke genelinde asayişi sağlamak amacıyla alınan tehcir kararı birçok vilayeti etkilemiştir. Bunlar içerisinde Konya, özel bir yere sahiptir. Daha kanun çıkarılıp tehcir başlamadan önce Maraş- Zeytun bölgesindeki isyancı Ermenilerin Konya’da iskân edilmesi kararlaştırılmıştır. Bu kararın alınmasında vilayet genelinde yaşayan Ermeni sayısının oransal olarak azlığı ve mevcut Konya Ermenilerinin ayrılıkçı faaliyetlere karışmamış olması etkili olmuştur. Diğer taraftan tehcir döneminde Konya vilayeti ulaşım imkânları ve ekonomik kaynakları sayesinde diğer vilayetlerden yönlendirilen Ermeni kafilelerinin toplanma ve dağıtım merkezi hâline gelmiştir. Nitekim 1915 yılının Eylül ve Ekim aylarında Konya’ya sevk edilen Ermenilerin sayısı o kadar artmıştır ki Konya Valisi güvenlik endişeleri taşımaya başlamış ve hükûmetten yardım talep etmiştir. Tehcir edilen Ermenilerin sayısındaki artışa paralel olarak ortaya çıkan sorunlar ve alınan tedbirler neticesinde Konya vilayeti tehcirin panoramasını yansıtan bir yer hâline gelmiştir. Böylece Konya, hem tehcir öncesi Ermenilerin sevki ve yerleştirilmeleri hem de 27 Mayıs 1915 tarihli Kanun sonrası toplanma ve sevk edilmeleri bakımından tehcirin bütün boyutlarının yaşandığı bir vilayet olmuştur.
Bu makalede Konya’da Ermeni kafilelerin nasıl toplandığı, toplanma sırasında yaşananlar, vilayet genelinde kafilelerin karşılaştığı sorunlar, vilayetteki idari ve mahalli unsurlarla kafilelerin teması ve ilişkileri; ayrıca meselenin ekonomik boyutu, kısıtlamalar ve ihtida olayları, güvenlik tedbirleri ve tehcirin uygulaması sırasındaki özensizlikler, sağlık sorunları, tehcir sonrası dönüşlerin yansıması gibi tehcir merkezli gelişmeler ele alınmıştır. Daha önce yapılan çalışmalar incelenmiş, literatür taraması yapılmıştır. Yeni belgelerin yayımlandığı ve arşivde bulunan pek çok belgenin de henüz araştırmalarda değerlendirilmediği tespit edilmiştir. Hem daha önce değerlendirilmemiş hem de yeni yayımlanmış belgelerden de yararlanılmak suretiyle tehcirin öncesi, dönemi ve sonrasında Konya’daki gelişmeler ortaya konulmuştur.
Bu çalışmanın amacı; Ermeni kafilelerinin hangi yollar ve araçlarla Konya’da nasıl toplandığını belirlemek, toplanma sırasında ortaya çıkan gelişmeleri, vilayet genelinde kafilelerin karşılaştığı sorunları tespit etmektir. Ayrıca vilayetteki merkezî idare ve mahalli unsurlarla kafilelerin teması ve ilişkilerini, ekonomik sorunları, kısıtlamaları ve ihtida olaylarını, güvenlik tedbirlerini ve tehcirin uygulaması sırasındaki özensizlikleri, sağlık sorunlarını ve tehcir sonrası geri dönüşlerin Konya’daki etkileri gibi tehcir merkezli gelişmeleri incelemektir.
The Liman Von Sanders Mission Crısıs: Reactions To The Mission, The Stance Of The Ottoman Empire And Germany (November 1913–January 1914)
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2025, Cilt XLI, Sayı 111 · Sayfa: 1-56 · DOI: 10.33419/aamd.1699281
Özet
Tam Metin
This study aims to conduct a comparative analysis of the Ottoman Empire and Germany’s responses to the international reactions triggered by the arrival of the German Military Reform Mission, led by Liman von Sanders, in Istanbul. The research highlights the mission’s significance in reshaping pre-World War I power dynamics between rival blocs-with some diplomats even regarding it as a catalyst for the seeds of war- particularly focusing on its potential to provoke a conflict between Russia and Germany. It examines the factors that compelled Germany to modify the mission, the Ottoman Empire’s resistance to these changes, and ultimately questions whether these adjustments were imposed by Germany on the Ottomans or whether they constituted a strategic maneuver by the Committee of Union and Progress leadership to create political leverage amid diplomatic pressures.
The mission emerged following the Ottoman Empire’s request for a fully authorized German military delegation to reorganize its army, which had suffered a decisive collapse in the Balkan Wars. The primary point of contention revolved around Liman von Sanders’ appointment as the commander of the First Army Corps, which lay at the heart of Russia’s objections. This development, perceived as an expansion of Germany’s political and military influence over the Ottomans, provoked strong diplomatic protests from Russia and quickly escalated into an international crisis. Initially, Germany resisted these pressures alongside the Ottoman Empire, but mounting diplomatic tensions eventually forced Berlin to retreat. The Ottomans, too, opposed Germany’s demands for a period before ultimately conceding to the modifications.
The study argues that the mission marked a critical turning point not only in the modernization of the Ottoman military but also in the restructuring of Ottoman foreign policy and decision-making mechanisms in alignment with German interests. It demonstrates how power dynamics, diplomatic pressures, and military reform policies became deeply intertwined in Ottoman-German relations. As Germany expanded its military and political influence over the Ottomans during this process, this shift became a key factor influencing the Ottoman Empire’s decision to ally with Germany in World War I. In this regard, the study also seeks to provide a scholarly foundation for debates surrounding Liman von Sanders’ role in the Battle of Gallipoli.
1923-1960 Dönemlerinde Türkiye’den Hacca Gitmek: Politika, Organizasyon Ve Algı
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2025, Cilt XLI, Sayı 111 · Sayfa: 267-308 · DOI: 10.33419/aamd.1700567
Özet
Tam Metin
Türkiye’de hac ibadetinin 1923-1960 yılları arasındaki genel durumu, çok partili hayata geçilmesinden sonra hacca gideceklere döviz tahsis kararı, bunun basına ve meclise yansıyan halleri, 1953-1954 yıllarına kadar hacca ilişkin genel bir devlet organizasyonunun olmamasından kaynaklı hacı adaylarının karşılaştıkları güçlükler bu çalışmanın ana kapsamını oluşturmaktadır. 1945 yılında çok partili hayata geçilmesiyle birlikte iktidara talip olmanın beraberinde rekabeti ve halkın taleplerini eğilmeyi de gerekli kılması ve bunun partilerin siyasi söylem ve vaatlerine de yansımasının da etkisiyle bu döneme kadar çeşitli gerekçe ve nedenlerle kesintiye uğramış hac ibadetinin organize bir devlet hizmetine dönüşme süreci de bu çalışmanın ana konuları arasındadır. Süreç değerlendirilmeye çalışılırken devletçe yapılan hac organizasyonunun siyasi, iktisadi, ticari, uluslararası ilişkiler ve salgın hastalıklar gibi birçok duruma bağlı olarak değişkenlik gösterebildiği vurgulanmaya çalışılmıştır. Bu anlamda gerek Osmanlı Devleti’nin dağılmasının bıraktığı hac yollarının güvenliği meselesi gibi sorunlu alanlar, gerekse ulusal ve uluslararası yeni dengelerin organize bir haccın önündeki engelleri oluşturduğuna işaret edilmeye çalışılmıştır. Bu engellere, kuruluş ve kurumsallaşma döneminin ideolojik yaklaşımları, iktisadi şartları ve salgın hastalıklar gibi durumlar da ilave edildiğinde Türkiye’de uzunca bir dönem haccın organizasyonu mümkün olmamıştır. Ayrıca bu dönemde hac hususunda bir devlet organizasyonun yokluğu, hacı adaylarının uğurlanması ya da karşılanması gibi toplu uygulamalara sıcak bakılmaması gibi sebepler dolayısıyla hac ibadetinin genel itibariyle bireyselleştiği gözlemlenmiştir. Bu anlamda Türkiye’de hac uzun bir süre bireysel imkânlar üzerinden ve çoğu kere kaçak yollarla gerçekleşmiştir. Ancak bununla birlikte tek partili yıllar da dâhil olmak üzere Cumhuriyet döneminde resmi bir hac yasağı kararı alınmadığının da ifade edilmesi gerekir.
Çok partili yaşama geçilmesinden sonra yaşanan politika değişiminin etkisiyle dinî alanın rahatlatılmasına ilişkin alınan kararlardan hac ibadeti de payına düşeni almıştır. Demokrat Parti’nin (DP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) dönemi laiklik uygulamalarının daralttığı İslami alanın genişletilmesine ilişkin seçim vaatleri ve bunun kitleler üzerindeki etkisi dolayısıyla mevcut iktidar CHP bunun olası siyasi getirisini DP’ye bırakmak istememiş ve hacca gideceklere döviz tahsis kararı başta olmak üzere organize bir hac için çeşitli karar ve uygulamalara imza atmıştır. 1950 yılındaki iktidar değişikliği ile bunların kapsamı genişletilmiş ve bundan sonraki süreç aşamalı bir şekilde haccın devlet denetiminde bir organizasyona dönüşmesi şeklinde gerçekleşmiştir.
Hac ibadetinin tarihsel sürecinin Cumhuriyet dönemi henüz gerçek anlamda yazılmadığından alana ilişkin literatür oldukça yetersizdir. Dolayısıyla bu çalışma genel olarak Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet ve Osmanlı arşivleri, dönem basını, meclis tutanakları gibi birincil kaynaklardan faydalanılarak hazırlanmıştır. Bu çalışmanın bundan sonra yapılacak Cumhuriyet dönemi hac uygulamaları ve araştırmalarına kaynak ve fikir sağlaması hedeflenmektedir.
İngiliz İstihbarat Raporlarında Berlinbağdat Demiryolu (Temmuz-Ağustos 1917)
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2025, Cilt XLI, Sayı 111 · Sayfa: 131-180 · DOI: 10.33419/aamd.1700065
Özet
Tam Metin
Berlin-Bağdat Demiryolu, 19’uncu yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu topraklarında inşa edilen ve Almanya’nın yüklenici devlet olduğu bir projedir. Demiryolu, Alman emperyalizminin genişlemesi ve Orta Doğu’daki çıkarlarının sembolü haline gelmiştir. Büyük Britanya, 1890’lardan itibaren demiryolu projesini stratejik, iktisadi ve askerî bir tehdit olarak görmüştür. Demiryolu hattı, Osmanlı Devleti’nin Alman etkisi altına girmesi ve Almanya’nın Orta Doğu’da askerî, politik ve ekonomik gücünü artırma girişimi olarak yorumlanmış, hattın tamamlanmasının İngiliz sömürge yönetimi ve Hindistan’a yönelik bir tehdit oluşturabileceği öngörülmüştür. Birinci Dünya Savaşı esnasında Büyük Britanya tarafından Bağdat Demiryolu, Almanya’nın Osmanlı topraklarına kolayca asker ve mühimmat sevk etmesine olanak tanıyan bir altyapı sistemi olarak yakından takip edilmiş ve stratejik bir mesele olarak ele alınmıştır.
Çalışma, 18 Temmuz-22 Ağustos 1917 tarihleri arasında İstihbarat Mezopotamya (Irak) isimli Büyük Britanya istihbarat raporlarından oluşmaktadır. İstihbarat raporları, 1917 yılı kayıtlarından oluşması nedeniyle gerek Birinci Dünya Savaşı sürecinde Bağdat Demiryolu’nun gelişimini gerekse Osmanlı ordusunun günümüz Suriye ve Irak bölgesinde askerî hareketleri hakkında bilgi vermektedir. Araştırmanın temel hedefi, İngiliz istihbarat raporlarının içeriğini analitik bir çerçevede ele alarak, Bağdat Demiryolu’nun Birinci Dünya Savaşı’nda Mezopotamya cephesindeki kritik önemini İngiliz belgeleri üzerinden yeniden değerlendirmek ve literatürdeki boşluğu doldurmaktır. 1917 yılına ait İngiliz istihbarat belgeleri; demiryolunun inşa sürecini, Osmanlı askerî organizasyonunun bölgesel askerî hareketliliği üzerine bilgi toplama ve analiz etme faaliyetleri hakkında bilgi vermektedir. Bu nedenle çalışma, Büyük Britanya istihbaratının Osmanlı İmparatorluğu’nun Suriye ve Irak’ta yürüttüğü demiryolu inşaat faaliyetleri, mühendislik projeleri ve askerî harekâtlar hakkında topladığı bilgilerden oluşmaktadır. Büyük Britanya’nın yerel istihbarat raporları, Osmanlı İmparatorluğu’nun askerî stratejilerini ve altyapı projelerini belgeleyerek, saha ajanları aracılığıyla kritik gelişmeleri takip etmiştir. Demiryolu çalışmaları ve inşaatın ilerleyişi hakkında bilgi toplama çabaları, muhasımın askerî lojistik kapasitesi ve stratejik planları hakkında bilgi sahibi olma amacını taşımaktadır. Bahse konu istihbarat belgeleri, demiryolu inşaatının askerî ve stratejik açıdan ne kadar kritik bir öneme sahip olduğuna işaret etmesi açısından önemli bilgiler sunmaktadır. Çalışmada araştırma yöntemi olarak kaynak taraması, sınıflandırma, çözümleme, tenkit ve sentez sırası izlenmiştir.
Tahlisiye İdaresinin Türk Yönetimine Devri Ve Tasfiye İşlemleri
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2025, Cilt XLI, Sayı 111 · Sayfa: 223-266 · DOI: 10.33419/aamd.1700213
Özet
Tam Metin
XIX. yüzyılın ikinci yarısında bir Osmanlı müessesesi olarak kurulan ve yönetimi Bahriye Nezâretine bağlı İstanbul Liman Riyâsetine bırakılan Tahlisiye İdaresi, 1883 yılında hazırlanan nizamnameyle birlikte yabancı devletlerin kontrolüne açık bir hale gelmişti. Kapitülasyon haklarından yararlanan yabancı devletler, malî ve idarî anlamda etkili olmaya başlamışlardı. I. Dünya Savaşı’nda Türk yönetimine geçen kuruluş, Mütareke Dönemi’nde neredeyse tamamen İtilaf Devletleri’nin kontrolü altında kalmıştı. Ankara Hükûmeti, Lozan Konferansı’nın devam ettiği günlerde Tahlisiye İdaresinin yeniden Türk yönetimine alınması için harekete geçmişti. İtilaf Devletleri temsilcileriyle İstanbul’da yapılan görüşmeler sonucunda önce yönetim geri alınmış ve ardından da Tahlisiye Umum Müdürlüğü kurularak yabancı devletlerin etkinliğine son verilmişti. Aynı dönemde Osmanlı Bankasının Londra şubesinde tutulan mevduatın geri alınması için de çalışma başlatılmış; fakat bu durum hiç kolay olmamıştı. Uzun zamana yayılan çalışmalar uluslararası ilişkileri hareketlendiren bir gündem konusu teşkil etmişti. Sonuçta çetin geçen görüşme ve müzakerelerin ardından mevduatın geri alınması mümkün olmuştu. İşte bu makalenin amacını da yeni Türk Devleti’nin önemli bir kazanımı olan Tahlisiye İdaresinin tekrar Türk yönetimi altına girmesi sürecinde ve sonrasında yaşanan girişim ve gelişmeler oluşturmaktadır. Uzun ve zorlu bir diplomasi mücadelesine odaklanan çalışma, nitel araştırma yöntemlerinden birisi olan doküman analizi esasına dayalı olarak kapsamlı şekilde yürütülmüştür. Bu noktada elde edilen bilgi ve belgeler ayrı ayrı değerlendirilerek sürecin gelişimi ve ayrıntıları ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Çalışmanın ana malzemesini Türk Diplomatik Arşivi oluşturmakla birlikte diğer arşivler, süreli yayınlar ve telif eserlerden de yararlanılmıştır. Netice itibarıyla Millî Mücadele hareketinin siyasi ve askerî alanlardaki başarıları, Lozan Antlaşması’nda kapitülasyonların tamamen kaldırılması ve yeni Türk Devleti’nin yabancı devletlerin müdahalelerine son veren uygulamalarının da etkisiyle bu diplomasi mücadelesi olumlu şekilde son bulmuştu.
Ardahan’da Erken Cumhuriyet Dönemi’nde İnşa Edilen Lojmanlı Köy Okulları
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2025, Cilt XLI, Sayı 111 · Sayfa: 181-222 · DOI: 10.33419/aamd.1700112
Özet
Tam Metin
Eğitim kurumları, sosyal devletlerde kamusal bir görev olarak kabul edilmekte olup bu kurumlar devlet eliyle inşa edilmiştir. Yapım süreçlerinde dönemin sanat, mimarlık ve fikir akımlarının yanında geçmişten gelen devlet birikimleri etkin bir rol oynamıştır. Osmanlı Devleti’nin yerine kurulan Türkiye Cumhuriyet’i de kendinden önceki devletin bakiyesinden yararlanmıştır. Ancak Cumhuriyet’in sağlam temellere oturmasıyla birlikte kendi karakterini yansıtacak okul planları tasarlanmıştır. Bunun yanı sıra bir ulusu yeniden inşa etmek, rejimi özümsetmek ve kendini anlatmak üzere ülkenin dört bir köşesine gidecek öğretmenler yetiştirilmiştir. Köylere giden öğretmenler için hem ders anlatacakları okul hem de yaşamını ikame edecekleri bir ev ihtiyacı hâsıl olmuştur. Buna istinaden devlet, lojmanlı köy okulları modelini geliştirmiştir. Bu okulların tasarımında gerek yurt içinden gerekse yurt dışından ülkeye davet edilen mimarlar, köylerde inşa edilecek okullar için bir dizi çalışmalar yapmıştır. Ayrıca ülke genelinde lojmanlı köy okulları için tip-proje yarışmaları düzenlenmiştir. Dolayısıyla Erken Cumhuriyet Dönemi yapılarında belli bir plandan söz etmek mümkündür. Makalenin konusunu oluşturan lojmanlı eğitim yapıları da bu düzen içerisinde Ardahan’da inşa edilmiş Cumhuriyet Dönemi’nin karakteristik mimarisini yansıtan önemli eserlerdir. Bu çalışmayla, lojmanlı eğitim yapıları Ardahan özelinde tespit edilerek Türk Eğitim mimarisindeki önemi vurgulanmıştır. Lojmanlı köy okullarıyla ilgili doğrudan yayınlanmış bir çalışma bulunmamakla birlikte bazı kitap, makale ve tezlerde eğitim yapıları içerisinde bu tür eserler incelenmiştir. Söz konusu lojmanlı köy okulları ilk defa bu makalede detaylı bir şekilde ele alınarak tipoloji değerlendirmesine gidilmiştir. Bu kapsamda Ardahan il merkezi, ilçe ve köylerinde yaptığımız saha çalışmasında Erken Cumhuriyet Dönemi’ne ait beş lojmanlı köy okulu tespit edilmiştir. Bu okullar plan, malzeme ve cephe tasarımları açısından Anadolu’da inşa edilen benzer örneklerle karşılaştırılarak değerlendirilmiştir.