328 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Son 2 yıl
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Anadolu’nun Bilinen En Eski Taş Heykelcikleri: Kızılin Figürinleri

Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 1-14 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.001
Tam Metin
Kızılin, Antalya ili Döşemealtı ilçesi Yağca Mahallesi’ne bağlı Çakmak mevkisinde yer alan bir Epi-paleolitik yerleşimidir. Deniz seviyesinden 407 metre, Kızılin Deresi’nden 35 metre ve hemen önündeki Tufa Ovası’ndan 107 metre yüksektedir. Yerleşim, Kızılin Deresi olarak anılan dar bir vadinin girişinde yer alır. Kızılin bu bölgedeki tek Epi-paleolitik yerleşim değildir. Bölgede Kızılin ile birlikte Öküzini, Karain-B ve Çarkini Epi-paleolitik yerleşimleri de bulunmaktadır. Sürtmetaş aletler, denizel yumuşakçalardan boncuklar ve kemik aletler önemli arkeolojik kalıntılar arasındadır. Bununla birlikte ele geçen arkeolojik materyallerin çoğunluğunu yontmataş buluntular oluşturmaktadır. Kızılin’in üst seviyeleri, geometrik mikrolitlerin daha sık görüldüğü bir buluntu topluluğu ile temsil edilir. Bu tabakalar Jeolojik Seviye IIa olarak isimlendirilmiştir ve açık kırmızı renktedir. Bu seviyelerin en önemli buluntuları arasında, kumtaşından yapılmış 2 adet insan figürini yer almaktadır. Bu figürinlerden biri gövdesi kırık ve noksan olan bir insan başıdır. Figürinin cinsiyeti belli olmamakla birlikte, bir kadın başını andırmaktadır. Diğer figürin tamdır ve yapışık ikizleri temsil eden bir insan figürini niteliğindedir. Kızılin’de daha alt seviyelere doğru inildiğinde, geometrik mikrolitlerin azaldığı ve hatta geometrik olmayan mikrolitlerin baskın olduğu bir yontmataş endüstri ile karşılaşılmaktadır. Bu tabakalar ise Jeolojik Seviye IIb olarak isimlendirilmiştir. Bu tabaka koyu kırmızı renktedir. Kızılin arkeolojik katlaşımı, karbon 14 (AMS) yöntemi ile MÖ (cal.) 19455 ile 13621 arasına tarihlendirilmiştir.

Aşağıseyit Höyük Geç Tunç Çağı Tabakalarında Bulunan Altın Boya Astarlı Seramikler

Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 29-58 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.029
Tam Metin
Aşağıseyit Höyük, Denizli ili, Çal ilçesi sınırları içinde bulunan Aşağıseyit Mahallesi’nin yaklaşık 1,5 km güneydoğusunda yer almaktadır. Höyükte 2021 yılı itibarıyla başlanan kazı çalışmalarında, bugüne kadar Helenistik ve Roma tabakaları ile Geç Tunç Çağı’nın evrelerine ilişkin yapı katları gün yüzüne çıkarılmıştır. Bu makalenin konusunu oluşturan altın boya astarlı seramikler, İç Batı Anadolu’da MÖ 2. binyıl boyunca yaygın bir biçimde görülmektedir. Aşağıseyit Höyük’te Geç Tunç Çağı tabakalarında bulunan bu altın boya astarlı seramiklerin, tüm seramik repertuvarı içerisinde önemli bir mal grubu olduğu anlaşılmaktadır. Höyükte tespit edilen altın boya astar uygulaması, en yoğun çanaklar üzerinde görülmektedir. Höyük’te tespit edilen altın boya astarlı seramiklerde yapılan analizler, yüksek derecelerde pişirildikleri ve yerel üretim olabileceklerine dair veriler sunmaktadır. Pişirim sıcaklıkları yaklaşık 800-850℃ olarak tahmin edilmektedir. Arkeometrik analizler sonucunda elde edilen tüm bu veriler ve bu seramiklerin Orta Tunç Çağı örnekleri ile gösterdiği içerik benzerliği, söz konusu mal grubunun yerel üretim olduğu düşüncesini baskın kılmıştır. Aphrodisias, Beycesultan, Asopos Tepesi’nin yanı sıra Aşağıseyit Höyük’te de bu mal grubu yoğun bir oranda tespit edilmiştir. Asopos Tepesi’nde olduğu gibi Aşağıseyit Höyük’te de bu mal grubundaki seramiklerin yerel üretim olduğunun ortaya konulması, altın boya astar uygulanan seramiklerin Yukarı Menderes Havzası’nda gelişen yerel beğenilerin bir yansıması olarak yorumlanabileceğini ortaya koymaktadır.

Hadrianopolis Güney Nekropolü’nde Ele Geçen Sandalet (Caligae) Raptiyeleri

Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 97-112 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.097
Tam Metin
Ayakkabı, insanlık tarihiyle birlikte doğa koşullarından korunma ve örtünme ihtiyacının bir sonucu olarak giyimin önemli bir parçası hâline gelmiştir. İnsanoğlu giyimi keşfettiği andan itibaren ayaklarını dış etkenlerden koruma gereksinimi duymuş ve bu gereksinim zamanla ayakkabının ortaya çıkmasına öncülük etmiştir. Ayakkabı, sadece ayakları korumakla kalmayıp, zaman içinde toplumsal statü, milliyet, meslek ve rütbe gibi pek çok farklı konumu da simgeleyen önemli bir göstergeye dönüşmüştür. Roma İmparatorluğu’nda da ayakkabılar, işlevsel kullanımlarının yanı sıra bireylerin sosyal statüsünü ve ekonomik gücünü yansıtan önemli kültürel göstergelerden biri olmuştur. Bu çalışmanın odak noktasını oluşturan sandal raptiyeleri, Karabük ili, Eskipazar ilçesi sınırları içerisinde yer alan Hadrianopolis Antik Kentinin Güney Nekropol alanında gerçekleştirilen arkeolojik kazılar sırasında tespit edilmiştir. Söz konusu nekropol, Dört Nehir Kilisesi’nin güneyinde, Balkayası olarak adlandırılan kayalık bir topografyada konumlanmaktadır. 2018 yılında başlatılan sistematik kazı çalışmaları, hâlen devam etmektedir. Kalkerli bir dokuya sahip olan kayalık alanda, çeşitli tiplerde mezarlar tespit edilmiştir. Nekropol alanının en önemli özelliklerinden biri, Roma ve Bizans Dönemleri boyunca kesintisiz bir kullanım sergilemesidir. Yürütülen sistematik kazı çalışmaları sonucunda günümüze kadar toplam 286 adet kaya mezarı belgelenmiştir. Özellikle 2020-2021 yılları arasında gerçekleştirilen kazı sezonlarında, M-46, M-63, M-84 ve M-116 olarak numaralandırılan mezarların içerisinde, 149 adet sandalet raptiyesi ele geçmiştir. Antik kent kazılarında sıklıkla karşılaşılan bu raptiyelerin, Roma askerî ayakkabısı olarak bilinen caligae ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Raptiyeler, bulundukları mezarların arkeolojik konteksti ve stratigrafik verileri doğrultusunda tarihlendirilmiş; ayrıca Antik Dönem ölü gömme gelenekleri içerisindeki işlevsel ve sembolik rolleri bakımından değerlendirilmiştir.

Some Observations on the Architecture of the Roman Theatre of Iznik (Nicaea)

Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 113-142 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.113
Tam Metin
The ancient city of Nicaea, located in the Iznik district of Bursa, preserved its feature of being an important center from the Hellenistic Period to the Ottoman Period. In the city, where most of the remains from the Roman period have either been damaged or lie buried beneath the traditional residential area, the most monumental structure attesting to this period is the theatre. The first reliable information regarding the construction stages of the theatre has been obtained through the correspondence between historian and writer Plinius the Younger, who was appointed as the governor of Bithynia, and Emperor Trajan. All details mentioned in the letters, including the changes and additions made during the construction stages, have been confirmed through recent excavations. The Nicaea theatre is the only example within Türkiye’s borders where seating rows (ima cavea) have been fully restored using vault and arch technology. The trapezoidal vaults supporting the lower cavea, the barrel vaults supporting the middle cavea, and the pillars supporting the upper cavea contribute to the structure of the building while also facilitating human circulation. Built with meticulous craftsmanship, the Nicaea theatre is a structure that reflects Roman characteristics while also embodying a uniquely Anatolian identity when compared to its contemporaries. As such, it possesses architectural heritage value that must be preserved. Especially; It stands out with its features such as having reliable historical information about the construction stages, hosting different cultural layers, designing in a hybrid plan, being elevated with a vaulted infrastructure, and having a basilica space, which is not common in Anatolian theatres. In 2024, The Recording, Restitution, and Restoration Project of the Roman Theatre at Nicaea have been applied to protect the multi-layered character, prevent physical destruction and transfer to the future generations in accordance with conservation principles.

Metropolis Tiyatrosu’nun Doğu Analemma Dolgusunda Tespit Edilen A Mekânı: Roma Yapı Mühendisliğiyle Planlanan İşlevsel Bir Uygulama

Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 73-96 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.073
Tam Metin
Metropolis Antik Kenti’nde bugüne kadar yürütülen kazı ve araştırmalarda, Helenistik Dönem kent ölçeğinde tespit edilen en büyük yapı, kentin kurulu olduğu tepenin güney yamaçlarında planlanan tiyatrodur. MÖ 2. yüzyılın ortalarında inşa edilen tiyatro, koilon, orkestra ve skene gibi birimleriyle Helenistik tiyatro mimarisinin en iyi korunmuş örneklerinden biridir. Roma İmparatorluk Dönemi’nin farklı süreçlerinde tiyatroda gerçekleştirilen ekleme ve düzenlemelerle, yapının birimlerinde değişiklikler meydana gelmiştir. Bunlardan biri, koilonun doğu analemma dolgusunda gerçekleşmiştir. 2018 yılında dolgu alanında yapılan arkeolojik kazılar sonucunda “A Mekânı” olarak tanımlanan yapıyla karşılaşılmıştır. Çalışmanın konusu, bu mekânın fonksiyonu ve bulunduğu alanla ilişkisi üzerinde temellendirilmiştir. Ayrıca malzeme, teknik ve işçilik özellikleriyle, A Mekânı’nın tiyatrodaki inşa süreci araştırılmış, arkeolojik kontekst buluntularının da yardımıyla yapının MS 1. yüzyılın ilk yarısında inşa edildiği değerlendirilmiştir.

Balatlar Kilisesi’ndeki Erken Bizans Dönemi Opus Sectileleri

Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 143-164 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.143
Tam Metin
Balatlar Kilise olarak tanınan yapı kalıntısındaki arkeolojik kazı çalışmaları, ilk olarak 2010 yılında Gülgün Köroğlu’nun başkanlığında başlamıştır. 2010-2021 yılları arasında, Roma hamamının vestibül (giriş), frigidarium (soğukluk), tepidarium (ılıklık), caldarium (sıcaklık) ve palaestra (oyun/spor alanı) bölümlerinde çalışmalar gerçekleştirilmiştir. 2019 yılı itibarıyla hamamın doğu kesiminde yer alan XVIII, XIX ve XX numaralı mekânlarda kazı çalışmaları başlatılmıştır. Öncelikle Roma hamamının caldariumu olan VIII numaralı mekân, 5 ya da 6. yüzyıl başlarında yeniden düzenlenip kiliseye çevrilmiştir. Latin Haçı planlı caldariumun (VIII numaralı mekân) doğu kesiminde, ortada bir kapı, iki yanda niş olan duvar düzenlemesi değiştirilip XVIII numaralı mekâna içte ve dışta yarım daire planlı bir apsis eklenmiştir. Kazı çalışmaları sırasında yapılan stratigrafik incelemeler, apsisin inşa evreleri, plan özellikleri ve tarihlendirilmesi hakkında önemli veriler sunmuştur. Bu kesimde gerçekleştirilen çalışmalarda, apsis ve bema zemininin opus sectile tarzında mermer plakalarla kaplı olduğu, mermer plakaların henüz belirleyemediğimiz bir tarihte söküldüğü fakat yatak harcının korunarak günümüze ulaştığı görülmüştür. Genelde geometrik kompozisyona sahip opus sectile döşemesi, farklı kompozisyonlardan ve panolardan oluşan bir mimari özelliğe sahiptir. Opus sectile panoların kompozisyon düzenlemeleri, 5-6. yüzyıllara tarihlenen örneklerle benzer özellikler taşımakta olup hamamın kiliseye dönüştürülmesi sırasında, apsisin inşasının ardından apsis zemin döşemesi olarak yapılmış olmalıdır. Bu çalışmada, opus sectile zemin döşemesinin kompozisyon anlayışının çözümlenmesi, tarihlendirilmesi ve çağdaş örneklerle karşılaştırılarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Kale-Yukarı Mezarlık Alanında Heykel, Balbal, Taş Baba Geleneğinin Yansımaları

Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 197-214 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.197
Tam Metin
Denizli-Muğla kara yolunun 70. kilometresindeki Eski Kale (Tabae Antik Kenti)’de yerleşim yerinin dar olması her dönemde defin için ciddi sıkıntılara sebep olmuştur. Bu yüzden Türk-İslam Dönemi’nde de kent halkı definlerini yapmak için Denizli-Muğla karayolu ile ikiye ayrılmış durumdaki Kavaklıpınar mevkinde bulunan Kale-i Tavas Mezarlığı’nı kullanmışlardır. 2015 yılından itibaren düzenli olarak çalışmaların yürütüldüğü Kale-i Tavas Yukarı (Doğu) Mezarlık’ta, kültürel miras niteliğinde dört binden fazla mezar taşı tespit edilmiştir. Bunların arasında, Türklerin İslamiyet öncesi dönemlerine ait gelenek ve kültürlerini yansıtan; geometrik bezemeli, damgalı ve insan siluetli/formlu özellikleriyle bizi Orta Asya’ya götüren mezar taşları ayrı bir grup olarak dikkat çekmektedir. Özellikle Orta Asya coğrafyasında Türklerin balbal, taş heykel (taş baba) geleneğinin temsilcisi olarak gördüğümüz on bir mezar taşı, bu çalışmanın ana konusunu oluşturmaktadır. Bahsi geçen mezar taşları, yüzeylerindeki bezeme, form ve gövde özelliklerine göre tasnif edilerek açıklamaları çizim ve fotoğraflarla desteklenmiştir. Taşlar, taşıdıkları nitelikler doğrultusunda kıyafet unsurları barındıranlar, takı tasvirleri içerenler, kazıma tekniğiyle oluşturulmuş insan siluetlerine sahip olanlar ve belirgin insan uzuvlarıyla şekillendirilmiş örnekler olmak üzere alt gruplar hâlinde incelenmiştir. Bu taşların öncülleri ve benzer örnekleri, Orta Asya’dan başlayarak Kafkaslar, Karadeniz havzası ve Türkiye sınırları içerisinden seçilmiş örneklerle karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır. İslamiyet öncesi dönemlerden günümüze kadar sürdürülen bu geleneğin, farklı inanç sistemlerinden geçerek nasıl devam ettirildiği, çalışma kapsamında değerlendirilmiştir.

Amorium Kenti Kazılarında Bulunan Orta Bizans Dönemi (10-11. Yüzyıl) Pişmiş Toprak Kandilleri

Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 165-196 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.165
Tam Metin
Bu çalışmanın konusunu, Amorium kenti kazılarında tespit edilen bir grup çark yapımı pişmiş toprak kandil buluntusu oluşturmaktadır. Çeşitli mekânların aydınlatılmasında kullanılan pişmiş toprak kandiller, genellikle el yapımı, kalıp yapımı ve çark yapımı olmak üzere üç farklı teknikle üretilmişlerdir. Orta Bizans Dönemi’nde, bu üç teknikten biri olan çark yapım tekniğinin yoğun şekilde kullanıldığı görülmektedir. Nitekim birçok merkezde, çark yapım tekniği ile açık formda üretilen kandillerin sırlı ve sırsız örneklerini tespit etmek mümkündür. Söz konusu merkezlerden biri olan Amorium, bu kandil tipinin yoğun olarak ele geçtiği kentlerden biri olma özelliği ile dikkat çekmektedir. Bu yoğunluk, kandil buluntularına ilişkin yapılan çalışmalara katkıda bulunması açısından önemli bir veridir. Amorium kandil buluntuları, kentin Aşağı Şehir bölümünde yer alan A Kilisesi, Büyük Mekân ve Büyük Bina-Doğu (BBD) ile Yukarı Şehir bölümünde yer alan İç Sur ve Bazilika B alanlarında ele geçmiştir. Toplamda 57 adet olan kandiller, form ve hamur yapıları göz önünde bulundurularak ayrıntılı şekilde tanıtılmıştır. Ayrıca ele geçtikleri alanlardaki tabakalar ve diğer merkezlerde tespit edilen benzer örnekler dikkate alınarak tarihlendirilmiştir.

İbraim Paşi’nin “Şeytan Esirliğinde” Adlı Hikâyesi ve Sovyetler Birliği’nin Yeryüzünde Yarattığı Cehennem: Gulag Kampları

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2025, Sayı 59 · Sayfa: 53-82 · DOI: 10.24155/tdk.2025.247
Tam Metin
Almanya’daki Nazi hükûmetinin 1933’ten itibaren siyasi muhaliflerini hapsetmek için kullandığı toplama kampları, milyonlarca insanı sistematik olarak öldürmek için tasarlanan yerlerdir. Sovyetler Birliği’nde özellikle Stalin hükûmeti tarafından cezalandırılan kişilerin gönderilmesi için oluşturulan Gulag sistemi, Nazi Almanya’sının toplama kamplarıyla benzer özellikler gösterir. “Yeryüzündeki cehennem” olarak tabir edilen Gulag kampları; Sovyetler Birliği’nde savaş esirleri, siyasi ve sıradan suçluların sürgüne gönderilerek ölüme terkedildiği çalışma kamplarıdır. Yüzlerce Türk aydını, çoğu zaman gerekçe gösterilmeden bu ölüm kamplarına gönderilerek ağır şartlar altında çalışmak zorunda bırakılmış ve birçoğu kamptayken zorlu koşullara dayanamayarak hayatını kaybetmiştir. Kırım’da 1944 yılında gerçekleştirilen etnik temizlikle halk geçersiz sebeplerle sürgüne gönderilirken aydın şahsiyetler “işgalci Nazi askerleriyle iş birliği yapma” gibi suçlamalarla “halk düşmanı” ilan edilerek Gulag çalışma ve esir kamplarına sürgün edilmiştir. Kırım Tatarı yazar İbraim Paşi’nin 1998 yılında yayımlanan Canlı Nişan romanının sonunda yer verdiği “Şeytan Esirliğinde” adlı hikâyesinde bu toplama kampları ele alınarak dönemin karanlık panoraması çizilmektedir. Hikâyede, Sovyet rejiminin insanların hayatında açmış olduğu ve doldurulması imkânsız boşluklara, suçsuz olmasına rağmen rejim tarafından katledilen aydınların mücadelelerine değinilmiştir. Anlatıdaki önemli olgulardan birisi de yazarın hayatındaki belirli dönem ve olayların esere yansıtılmasıdır. Bu çalışmada İbraim Paşi’nin “Şeytan Esirliğinde” adlı hikâyesi yazar-eser ilişkisi açısından ele alınarak incelenmiş, eser içerisinde tarihe kaynaklık eden ve bahsedilen dönemleri aydınlatan önemli olgular çözümlenmiştir.

Folklorik Tarih ve Edebiyat İlişkisi Bağlamında Cıbaş Kainçin’in “Baaludañ Baalu” (En Değerli) Hikâyesi

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2025, Sayı 59 · Sayfa: 1-32 · DOI: 10.24155/tdk.2025.245
Tam Metin
Modern Altay edebiyatının beslendiği en önemli kaynaklardan biri Altay folklorudur. Bu edebiyatın teşekkül ve gelişme dönemlerinde şair ve yazarlar, folklorun hemen her türünden sıklıkla faydalanmışlardır. Halk edebiyatı metinlerinin modern edebiyata uyarlanması konusunda en başarılı örneklerden biri, Cıbaş Kainçin’in “Baaludañ Baalu” (En Değerli) adlı hikâyesidir. Kainçin, bu eserinde birkaç varyantı bulunan bir efsaneyi çağdaş bir tarzda ele alıp modern edebiyata taşımıştır. Kainçin’in hikâyesine kaynaklık eden efsanelerin ana motifi olan kesik baş motifi, bu efsanelerin ortak Türk folkloruyla bağının kurulmasına yardımcı olacaktır. Dolayısıyla bu makalede bir yandan folklorun ve folklorik tarihin modern Altay edebiyatına etkileri Kainçin’in “Baaludañ Baalu” hikâyesi bağlamında ele alınıp incelenirken diğer yandan bu hikâyeye kaynaklık eden efsaneleri genel Türk folkloru içinde değerlendirme yoluna gidilmiştir. Araştırmacılar, Anadolu ve Balkanlarda teşekkül etmiş kesik başla ilgili efsanelerle genellikle 11. yüzyılda karşılaşıldığı ve bu efsanelerin 14. yüzyılda yazıya geçirildiği konusunda hemfikirlerdir. Makale içinde kesik başla ilgili metinleri verilen Altay efsanelerinin teşekkül tarihi ise 18. yüzyılın ikinci yarısıdır. Adı geçen yüzyılda Cungarya’nın dağılmasıyla birlikte üç egemen güç (Rus, Moğol ve Çin), bölgeye hâkim olma mücadelesi içine girmiştir. Ortaya çıkan savaşlar ve karışıklık durumu 1756’da Altay bölgesinin Ruslara bağlanmasıyla tamamlanmış olsa da yaşananlar, dönemle ilgili efsane metinlerinin ve folklorik tarihin oluşmasını sağlamıştır. Makalenin özünü de bu efsaneler ve folklorik tarih ile birlikte onların kaynak olarak kullanıldığı Kainçin’in “Baaludañ Baalu” hikâyesi oluşturmaktadır.