800 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Son 5 yıl
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Kam Alkış ve Kargışlarında Su Kültünün Karakteristiği

Erdem · 2025, Sayı 88 · Sayfa: 101-125 · DOI: 10.32704/erdem.2025.88.101
Tam Metin
Yaşamış olduğu çevreyi; hayatı devam ettirme noktasında temel unsurlardan biri olarak kabul eden Türkler, doğadaki her varlığın bir ruhu olduğuna inanmış ve bunlara kutsiyet atfetmişlerdir. İnsanın doğayı anlamlandırma çabası doğadaki toprak, hava, ateş ve su gibi dört ana ögenin anlamlı kılınmasını sağlamıştır. Bu dört unsurdan biri olan su etrafında çeşitli uygulamalar ortaya çıkmıştır. Türk kültürünün en eski temel kültlerinden biri olan su, yaratılış mitlerinden itibaren türlü görünümleriyle dikkat çekmekte ve pek çok ritüelde yer almaktadır. Kutsama, cezalandırma, şifa, korunma, arındırma gibi olgularda suya değişik anlamlar yüklenmiştir. Böylelikle Türk toplum hayatında suya karşı saygı, korku, umut gibi farklı duygular oluşmuş ve davranışlar gelişmiştir. Türk toplumlarında ortak bir simgeyi barındıran su yaşamın sürdürülmesinde aslî unsurlardan biri şeklinde belirmektedir. Su, insanlar için zaman zaman farklı amaçlara hizmet etmiştir. Bazen doğuşu bazen ölümü bazen ise var oluşu simgelemiş olan suyla birey ve toplum böylece farklı şekiller ve bağlamlarda çeşitli biçimlerde iletişim kurmuşlardır. Suyun kutsal olma özelliğinden dolayı onu kirletmek yasaklanmıştır. Bu eylemi yapanların ise su iyeleri tarafından cezalandırılacağına inanılmıştır. Türk dünyasında ortak bir kült olarak ortaya çıkan su gündelik hayatta farklı etkiler uyandırmıştır. Su kültü hem bolluk bereket gibi nitelikleriyle hem de hastalık verme gibi özellikleriyle ön plana çıkmıştır. Bu yüzden su iyesini kızdırmamak ve onu memnun etmek gerekmiştir. Aksi durumda farklı sonuçlara neden olacağı düşünülmüştür. Bu suyun hem kutsal olma özelliğini göstermekte hem de her ne kadar başlangıçta bir kaos içerisinde yer alsa da aslında kaostan kozmosa giden bir düzeni sağladığı görülmektedir. Farklı anlatılar suyla ilgili çeşitli inançlara kaynaklık etmiştir. Tanrı’ya yakın olmak isteyen insan, su kültüne tanrısallık atfetmiştir. Sonrasında bu kült Tanrı’yla insan arasında bir araç görevi üstlenmiştir. Su anlatılarda hem kutsiyet ve tanrısallık hem de yok edici ve cezalandırıcı gibi nitelikler taşımaktadır. Her iki yönüyle bir bütünlük içerisinde çeşitli uygulamalarla toplum hayatına ve insan davranışlarına yön vermiştir. Toplum hayatının en önemli ögelerinden biri olan suya Türk sözlü anlatılarında da sıkça yer verilmiştir. Bu anlatılardan biri olan alkış ve kargışlarda su kültüne ait izler çok fazla görülmektedir. Kutsiyet atfedilen su, kamların veya şamanların ritüellerinde alkış ve kargışların icrasında kullanılmaktadır. Bu çalışmada Tuva, Altay-Teleüt, Altay-Sayan, Uygur, Kırgız-Kazak, Şor Türklerinden seçilen örnek metinlerde suyun kam alkış ve kargışlarındaki işlevi üzerinde durulmuştur. Kam alkış ve kargışlarından seçilen bu örnek metinlerden hareketle suyun hangi özelliğiyle ortaya çıktığı belirlenmiştir. Geçmişten günümüze su etrafında geliştirilen ritüellerin alkış ve kargışlara ne şekilde yansıdığı ve hangi nitelikleriyle ön plana çıktığı tespit edilmiştir.

III. Ahmed Kitaplığındaki Katı’ Tekniğinde Yapılmış Yazma Eser Kapak İçlerinin İncelenmesi

Erdem · 2025, Sayı 88 · Sayfa: 81-100 · DOI: 10.32704/erdem.2025.88.081
Tam Metin
Cilt; bir kitap veya mecmuanın yapraklarını dağılmaktan korumak için yapılan koruyucu kapağa denilmektedir. Ön ve arka kapaklar, miklep, sertab, sırt, iç kapaklar ve şiraze cildin bölümlerini oluşturur. Cilt kapakları kullanılan malzemeye göre sınıflandırılır ve süsleme tekniklerine göre incelenirler. Derinin ince ince oyularak altın zemin üzerine yapıştırılması suretiyle yapılan süsleme müşebbek veya katı’ şemse adını alır. Cilt kapak içleri deri oyma olarak karşımıza çıkar ve sonraları kâğıt oymacılığı şeklinde devam eden katı’ sanatı ile ilgili yapılan araştırmalarda genellikle kâğıt oymalar üzerinde durulmuş, deri oymacılığı araştırmalar yeterince yer bulamamıştır. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkiye’nin en zengin yazmalarına sahip bir ihtisas kütüphanesidir. III. Ahmed Kitaplığı da bu kütüphane içerisinde yer almaktadır. Bu makalenin konusu III. Ahmed Kitaplığında bulunan katı’ tekniğinde yapılmış yazma eser kapak içleridir. III. Ahmed Kitaplığında yer alan 15 ve 16. yüzyıl tarihli olan 5 cildin (TSMK, A.242, A.3169, A.1357, A.21, A.1585) kapak içi bezemesinde katı’ sanatı tespit edilmiş ve betimsel araştırma yöntemi kullanılarak tezyinatları açısından incelenmiştir. III. Ahmed Kitaplığındaki ciltlerin niteliği, cilt sanatı açısından bilimsel olarak tanıtılması amaçlanmıştır. Cilt sanatının önemli bir bölümünü oluşturan kapak içi süslemeleri açısından yapılan çalışmalardaki eksiklikleri gidermek, dönem özelliklerini belgelemek, Türk sanatı açısından oldukça önemlidir. Yazma eserlerin katı’ sanatlı kapak içlerinde mühür ya da mücellitlerle ilgili bilgiye rastlanmamıştır. Ciltlerin kapak içleri kahverengi ve vişne çürüğü renk deri ile kaplanmıştır. Kapak içlerinde bordür, köşebent, şemse, salbek, miklep, sertab bölümlerinde katı’ tekniği görülür. Ayrıca iç kapak üzerinde yer alan şemse ve miklepteki dendanlı form uygulaması, köşebentlerde Baba Nakkaş üslubunda içeriye doğru kıvrımların yer alması, Fatih döneminin özelliklerindendir. Şemseler dışında tam zeminli ciltler de bulunmaktadır. Kitapların kapak içleri genellikle lacivert, mavi, yeşil, altın, sülyen, siyah zemin üzerinde derinin oyulması ile yapılmış katı’ tekniği tezyinata sahiptir. Katı’ uygulamalarının deri üzerinde geleneksel motiflerin nasıl bir tasarımla uygulanmış olduğunun bilinmesi adına yapılan tespitlerde ayrıca önem arz etmektedir. Desenlerde Selçuklu tezyinatını devam ettiren rumi motifi, bitkisel motif kullanılmış ve 15. yüzyılda kullanılmaya başlanan bulut motifi de rumi motifinin yanına eklenmiştir. Yazma eser iç kapaklarının diğer kütüphanelerdeki örneklerle de karşılaştırması yapılmıştır. 15 ve 16. yüzyıl cilt iç kapak bezemelerinde yüzyıllar arası geçişler çok keskin değildir. Her yüzyılda bir önceki yüzyılın geleneğinin devamıyla birlikte şekil ve bezeme bakımından katı’ sanatlı yazma iç kapaklar, dış kapak tarzında yapılmış, dönemin cilt üslubu ve tezyinat programını yansıtmaktadır.

İki Yeşil Susamuru Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri İsimli Romanda Bir Cezalandırma Şekli Olarak Terk Etme Düşkünlüğü

Erdem · 2025, Sayı 88 · Sayfa: 163-180 · DOI: 10.32704/erdem.2025.88.163
Tam Metin
Buket Uzuner’in İki Yeşil Susamuru, Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri isimli eseri, asıl kişi Nilsu’nun şahsında insan varlığını tehdit eden unsuru, terk etme düşkünlüğü olarak görünüşe çıkaran bir romandır. Terk etme düşkünlüğü, bütün dikkatini varlığa (elde olana) adamak yerine, elde olmayana bağımlı kalmak ve içsel veya dışsal bir şeyleri, kendini veya insanları, pragmataya uymadığı için cezalandırmak demektir. Cezalandırma durumu, daima elde olmayana bağlı ve bağımlı olmayı işaret eder. İçinde olunan ancak farkında olunmayan bu duruma, kendini yeterince bilmeme veya kendilik cehaleti içinde olma da denilebilir. Hem bir cezalandırma düşkünü olmayı hem de bunun farkında olmamayı işaret eden bu durum, ayrıca varlığı (elde olanı) sahipsiz bırakma gibi bir tavrı içerir ve çok sık tekrarlanarak yapılanır. İntikamcı olduğu için de bırakılma gibi istisnasız herkesin başına gelen hadiseleri, bir saldırı olarak anlayıp yorumlar ve ona benzer nitelikte bir eylemle karşılık vermeyi içerir. Söz konusu bu kısırdöngü, aynı anlayıp yorumlama şekli işlediği müddetçe yapılanıp normalleşir ve giderek hiç fark edilmez hâle gelir. Özünü kısaca bu şekilde ifade edebileceğimiz bir terk etme düşkünlüğü içinde olan ancak onun farkında olmayan Nilsu, romanın asıl kişisidir ve on dört yaşında iken ebeveyni tarafından terk edilmiş birisidir. İlk gençlik yıllarında ödüllendirilmeyi beklerken terk edilen ve derin bir hayal kırıklığına uğrayan Nilsu, aslında yeni bir imkân olan bu hadiseyi cezalandırılma olarak anlar, yorumlar ve daima öyle hatırlar. Zamanla yapılanan bu durumun iç dünyasındaki yansımalarını bir dereceye kadar bilir ancak onu bütünüyle bilmez. Bütünüyle değil de kısmen bilinen bu durum ise bir yöneticiye dönüşerek onun varlıkla (elde olanla) uyumlu olmasını da insanlarla uzun soluklu ilişkiler kurmasını da engeller. O, bu durum içinde iken Selen ile arkadaş, Mike ve Teoman ile sevgili olur. Onlarla kurduğu ilişkiler esnasında ise üç defa sınır duruma gelir ve açılan olanaklar arasından seçimler yapmak zorunda kalır. Ardı ardına gerçekleşen bu seçimler esnasında ise iki esas olanak vardır karşısında: O, ya ceza kesme düşkünlüğünü aşacak ya da durumu olduğu gibi bırakacaktır. Olanakların sınırında duran Nilsu, değişip dönüşmeyi ve kendisini aşmayı değil, durumunu olduğu gibi bırakmayı seçer. Onun açılan olanağı kapatmasının esas nedeni, içinde olduğu ancak farkında olmadığı terk etme (ceza kesme) düşkünlüğü durumudur. Bu çalışmada Nilsu’nun seçimlerinin öncelikli nedeni olarak ceza kesme düşkünlüğü işaret edilmiştir.

Halep’te Hazırlanmış 18. Yüzyıl’a Ai̇t Hayvanlar ve Bi̇tki̇ler Hakkında Bi̇r El Yazması: El-ʿÖmeri̇’ni̇n Mesāli̇kü’l Ebṣār Fī Memālīkü’l Emṣār’ı

Arış · 2025, Sayı 26 · Sayfa: 157-172 · DOI: 10.32704/akmbaris.2025.207
Tam Metin
Bu makale, Şamlı yazar Şihabüddin el-ʿÖmeri’nin (ö. 1349) ansiklopedik eseri Mesālīkü’l-ebṣār fī memālīkü’l-emṣār’ın, hayvanlar ve bitkilerle ilgili bölümlerinin resimli iki nüshasını karşılaştırmalı olarak inceler. İncelenen nüshalardan biri, 1710 tarihli olup University of Pennsylvania Kislak Center koleksiyonunda (Schoenberg 447), diğeri ise 1600-1602 yıllarında hazırlanmış ve Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Revan koleksiyonunda (TSMK R. 1668) kayıtlıdır. Her ikisi de beşyüzü aşkın resim içerir. Daha erken tarihli olan Topkapı nüshasının resimleri, 16. yüzyıl Avrupası’nda yayımlanan botanik kitaplarından, özellikle de Siena’lı tabip Pietro Andrea Mattioli (ö. 1578) ve Segovia’lı tabip Andres Laguna’nın (ö. 1559) tarafından yapılan Dioscorides’ in De materia medica çeviri ve şerhlerinden etkilenmiştir. Mattioli birinci yüzyılda aktif olan Yunanlı hekim ve bitkibilimci Dioscorides’in (ö. 90) eserini hem İtalyanca’ya çevirmiş, hem de orijinal edisyonlardan yararlanarak Latince’ye çevirmiştir. Laguna da bu eserin, bitkibilimci Jean Ruelle’in (ö. 1537) Latince çevirisine dayanarak ve ayrıca buradaki hataları bularak, yine orijinal edisyonlara da dayanarak İspanyolca çevirisini yapmıştır. Laguna da Mattioli de, Dioscorides’in bu meşhur eserini sadece çevirmekle kalmamışlardır, ayrıca kendi gözlemlerini, çağdaşlarının bilgilerini ve yeni keşfedilen bitkilerle ilgili bilgileri de eklemişlerdir. Bu eserler, o dönemde Avrupa’da yaygın olup Halep gibi kozmopolit bir merkeze ulaşmış ve Topkapı nüshasına kaynaklık etmiş olabilir. Topkapı nüshasının da 18. yüzyıl başına kadar Halep’te bulunmuş olması muhtemeldir. Bu iki nüshanın resimlerinin birbirine büyük ölçüde benzerliği, Topkapı nüshasının da Halep’te üretilmiş olabileceğini düşündürmektedir. Makalenin devamında, el-ʿÖmeri’nin eseri ve Pennsylvania nüshasının fiziksel özellikleri açıklanarak, Topkapı nüshasıyla karşılaştırmalı olarak bazı resimler ayrıntılı biçimde incelenmektedir.

Keles Yörükleri Kadın Kıyafetlerinde Kimlik Ve Teknik Özellikler: Saha Çalışmasına Dayalı Bir İnceleme

Arış · 2025, Sayı 26 · Sayfa: 115-155 · DOI: 10.32704/akmbaris.2025.206
Tam Metin
Geleneksel Anadolu Türk kıyafetleri, köklü tarihî ve toplumsal birikimi ile geçmişle günümüz arasında kültürel bir köprü kuran önemli varlıklarımızdandır. Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan süreçte özellikle konar-göçer Oğuz boylarına ait Türkmen ve Yörük giysileri, ortak kültürel unsurlar barındırmakla birlikte bölgesel olarak farklı biçim ve özellikler göstermektedir. Bu giysiler, yalnızca estetik değer taşımakla kalmayıp; renk, desen ve formlarıyla atalarımızın giyim kuşam anlayışını, bireyin toplumsal statüsünü, yaşını, medeni halini ve ekonomik yaşam biçimini ortaya koyan benzersiz kültürel miras öğeleri olarak öne çıkmaktadır. Toplumların yaşadığı coğrafi konum, tarihsel geçmiş ve sosyoekonomik şartlar giyim ihtiyaçlarını şekillendirmektedir. Bu araştırmada, Bursa’nın ilinin Keles ilçesi ve bağlı dağ köylerinde yaşayan Yörük kadınlarının yüzlerce yıl değişmeden devam etmiş giysilerinin kültürel kökenini ve teknik özelliklerini incelenmektedir. Geleneksel kadın giysileri, canlı renkleri ve el işçiliğiyle dikkatimizi çekmiş, analiz edilerek kayıt altına alınmaya değer görülmüştür. Çalışmayla kültürel değerlerin korunmasına katkı sağlarken, moda tasarımı alanında yenilikçi tasarımlara ilham kaynağı olması hedeflenmiştir. Araştırma kapsamında, Keles ilçesi yetkilileri ziyaret edilmiş, Belediye başkanı ve Halk Eğitim Merkezi yetkililerinin yönlendirmesiyle çevre köyler ziyaret edilmiştir. Yörede bulunan Belenören, Kıranışıklar, Sorgun, Kocakovacık köyleri ve Halk Eğitim Merkezi olmak üzere beş farklı bölgede araştırma yapılmıştır. Toplam 13 adet giysi ve giyim eşyası incelenmiş; sahiplerinden elde edilen bilgiler doğrultusunda belgelenmiş ve fotoğraflanmıştır. Her bir parçanın türü ve kullanılan malzemeleri, işlevsel kullanım biçimlerine göre belirlenmiş; dikiş teknikleri analiz edilmiş, tasarımların teknik çizimleri hazırlanmış ve tüm bulgular sistematik biçimde kayıt altına alınmıştır.

Samsun Orta Mektebi̇ne İli̇şki̇n Bi̇r Arşi̇v Dosyası

Arış · 2025, Sayı 26 · Sayfa: 93-113 · DOI: 10.32704/akmbaris.2025.205
Tam Metin
Tanzimat sonrası Osmanlı bürokratik sisteminde yapılan reformlar neticesinde eğitim sistemi ile ilgili radikal dönüşüm süreci de başlamıştır. Bu süreç yüzyılın ikinci yarısında çıkarılan kanunlar ve talimatnameler ile hukuki zemine de oturtulmuş ve imparatorluğun hemen her noktasına sirayet edecek biçimde uygulanması için çaba gösterilmiştir. Rüşdiye, İdadi, Sultani gibi farklı kademelerde açılan eğitim kurumlarının başta nüfus yoğunluğu büyük olan kentlerde açılmasının yanı sıra pek çok seyrek nüfuslu yerleşim alanlarında da mekteplerin açıldığı arşiv belgelerinden takip edilebilmektedir. Mektepler kimi zaman bağımsız bir yapı olarak inşa edilmekte, kimi zamansa başka bir kamu yapısının ya da kiralanan bir konağın kullanıldığı görülmektedir. İmparatorluğun son yıllarında eğitim kurumlarının hem nitelikli fiziki mekanlardan yoksun olduğu hem de nitelikli öğretmen ve personele yoğun bir şekilde ihtiyaç duyduğu bilinmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında ise bu sorunların aşılması için ciddi bir mesainin harcandığı söylenebilir. Çıkartılan kanunlarla birlikte eğitim sisteminde değişime gidilmiş, ihtiyaç duyulan fiziki mekân ile ilgili girişimler yapılarak pek çok okul inşa edilmiştir. Bir yandan da İmparatorluktan miras kalan eğitim yapılarının işlevini sürdürdüğü görülür. Bu kapsamda Maarif Vekaleti tarafından eğitim yapılarının mevcut durumlarını öğrenmek üzere sual varakası olarak da adlandırabileceğimiz bir dosya hazırlanmıştır. Ayrıca dosya ekinde mektep binalarıyla ilgili görseller ve planlar da talep edilmiştir. Detaylı bilgisi istenen yapılar arasında Samsun Orta Mektebi de bulunmaktadır. Çalışmamız kapsamında Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi bünyesinde yer alan Samsun Orta Mektebi’ne ilişkin hazırlanan 1928 tarihli sual-cevap dosyası detaylarıyla incelenecek, plan şeması ve fotoğrafı eşliğinde yapının mimari kurgusu tartışılacaktır.

Origins of the Ottoman Maritime Police (1883-1908)

Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 315 · Sayfa: 603-639 · DOI: 10.37879/belleten.2025.603
Tam Metin
This study examines the evolution of the Ottoman Maritime Police from the mid-XIXth century, when it was founded, to the early years of the Second Constitutional Era, highlighting the development of coastal security responsibilities within the Ottoman police structure. Initially managed by Ottoman military officers in the classical period, coastal security shifted to civilian roles such as safety boatmen and porters, especially after the abolition of the Janissary Corps. Legal reforms in the Union and Progress Era marked a significant restructuring aimed at addressing smuggling, etc., establishing the Maritime Central Office under the supervision of the Istanbul Police. The primary responsibilities of the Ottoman Maritime Police included ensuring coastal security, preventing smuggling, and administering entry permits for travelers. With the inclusion of motorized vessels in their inventory, they have become an integral part of maritime security. This research emphasizes the role of the Ottoman Maritime Police in adapting to the security needs that have emerged within the framework of Turkey’s modern law enforcement forces and their legacy. Using the Presidency of the State Archives, the Ottoman Archives, the General Directorate of Security Archives, and various periodicals, this article traces the development of the Ottoman Maritime Police, focusing on its duties, operational challenges, and organizational changes.

Kitâbü’l-Gunya Üzerine Yeni Bir Değerlendirme

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2025, Sayı 79 · Sayfa: 1-20 · DOI: 10.32925/tday.2025.126
Bir fıkıh kitabı olan Kitâbü’l-Gunya, Eski Anadolu Türkçesinin önemli eserlerinden biridir. Eserin ilmî neşri Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi 4006 numarada kayıtlı tek nüshasından hareketle Muzaffer Akkuş tarafından 1995 yılında yapılmıştır. Akkuş incelemesinde eserin dil özelliklerinde birtakım arkaik unsurlar tespit etmiş ve eseri Anadolu Türkçesinin kuruluş devrinde Eski Türk yazı dili ile Oğuz-Kıpçak özelliklerinin bir arada görüldüğü karışık lehçe özellikli metinlerden saymıştır. Ancak Tezcan (1995), eser üzerinde yaptığı ayrıntılı dil incelemesinden elde ettiği bulgular neticesinde eserin Harezm Türkçesi ile yazılmış bir kaynaktan Eski Anadolu Türkçesine aktarıldığını belirtmiştir. Bu çalışmanın amacı ise Semih Tezcan tarafından öne sürülen varsayımı hem somut kanıtlarıyla temellendirmek hem de Tezcan’ın kullandığı dil ölçütlerini farklı bakış açısıyla değerlendirerek ve yeni kanıtlar ekleyerek daha ileri bir öngörüye ulaşmaktır. Önce eserin Harezm Türkçesi ile yazılı bir nüshasına ait gün yüzüne çıkarılan iki sayfasının çeviri yazısı ile Eski Anadolu Türkçesine aktarılmış nüshasına denk gelen kısım karşılaştırmalı verilmiştir. Bu karşılaştırmada metin üzerinde dikkat çeken özelliklerden bahsedilmiştir. Daha sonra Tezcan’ın eseri Harezm Türkçesiyle ilişkilendirdiği dil verileri yeniden değerlendirilmiş ve bu verilere yeni kanıtlar da eklenerek eserin doğrudan Harezm Türkçesinden aktarılmadığı ve eserin başka bir tarihî Türk yazı dili ile yazılmış nüshasının olması gerektiği öne sürülmüştür.

Mükemmeli Adlandırma Yöntemi Olarak Türkçede Paragonlar: Tanım, Şekillenme Özellikleri ve İşlevleri

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2025, Sayı 79 · Sayfa: 149-172 · DOI: 10.32925/tday.2025.132
Tam Metin
Paragonlar, bir türün/kategorinin en mükemmel, en kusursuz veya en ideal ya da bunların tam aksine en kötü örneklerini temsil eden dil unsurlarıdır. Bu mükemmelliği veya en kötü olma durumunu, diğer bir ifadeyle, uçlara konumlandırılmış bulunmayı ifade etme işlevi yüklenen yapılar olarak dilde kullanım alanı bulurlar. Varlıklar, kavramlar veya olgular arasında çeşitli karşılaştırmalar yapmak ve bir varlığı, kavramı veya olguyu başka bir varlık, kavram veya olguyla mukayese ederek tanımlama noktasında paragonlardan faydalanılabilir. Daha çok metaforik/metonimik kullanımlar içerisinde değerlendirilen paragonlar genellikle kişi adları, marka/model adları, yer adları gibi özel adlardan oluşturulsa da önemli tarihler veya en üst makam, mevki veya ünvan ifade eden genel adlar da paragonlaştırılabilir. Paragonlaştırılan bir unsur aynı veya farklı kategorilerden üyelerin veya olguların mukayese edilmesinde ve tanımlanmasında kullanılarak dinleyici/okur üzerinde daha etkili ve kalıcı bir aktarım işlevini yerini getirir. Genellikle [bir şey(ler)in X’i] formülüyle kullanım şeması şekillenen ancak bu şema dışında farklı yapılanmalarla da gerek yazılı gerek sözlü dilde ortaya çıkabilen paragonlu ifadeler iletişimde çeşitli işlevleri yerine getirirler. Bu çalışmada öncelikle, Türkçe ve Türk dil bilimi araştırmaları kapsamında yeni bir terim olma niteliği taşıyan paragon tanımlanıp açıklandıktan sonra ad bilimindeki yerine değinilmiş, Türkçede yer alan örneklerden hareketle paragonların nasıl şekillendikleri, dilde ve iletişimde ne gibi işlevleri yerine getirdikleri, yapısal ve anlamsal özellikleri, sınıflandırmalarının nasıl yapılacağı gibi hususlar irdelenmiştir. Bunların yanı sıra paragonlaştırılmaya elverişli unsurların neler olduğu ve bunların hangi etkenlere göre belirlendikleri, kalıcılıkları, değişebilirlikleri, bilinirlikleri, derecelendirilmeleri gibi konulara da değinilmiş, çeşitli örneklerle birlikte paragonların veya paragonlaştırılan unsurların karakteristikleri aktarılmaya çalışılmıştır.

Kosova’daki Türkçe Söz Varlığının Tamamlayıcısı Olarak Karadağ

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2025, Sayı 79 · Sayfa: 113-130 · DOI: 10.32925/tday.2025.130
Tam Metin
Türkiye Türkçesinin tarihine veya bugününe yönelik araştırmalar için Batı Rumeli ağızlarının önemli katkıları vardır. Türkiye Türkçesi incelemelerine genel olarak sunulan katkıların yanında, Batı Rumeli içinde yer alan komşu alt bölgelerin karşılaştırılması, Batı Rumeli bölgesinin tarihî rekonstrüksiyonunda ve tamamlanmasında kullanılabilir. Bölgenin kendi içinde de doğu komşusu Kosova’daki Türk ağızları için Karadağ’ın tamamlayıcı olmasından söz edilebilir. Karadağ Türk ağızlarının dil özellikleri, Batı Rumeli’nin anlaşılmasına fayda sağlayabileceğini göstermiştir. Bu çalışmada bir dilin ağızlarının söz varlığını anlamada birbirine komşu ağızların yardımcı olabileceği düşüncesinden hareketle komşu iki devlet olan Karadağ ve Kosova’da bulunan Türk ağızlarının birbirini tamamlayabileceği anlatılmaya çalışılmıştır. Çalışmanın kapsamı çerçevesinde konuya söz varlığı açısından bakılmıştır. İnceleme Karadağ’dan Kosova’ya doğru bir seyirde yapılmıştır. Araştırma yerlerini somutlaştırmak için Karadağ’dan Eski Bar ağzı, Kosova’dan da Prizren ağzı örnek olarak alınmıştır. Tarama ve inceleme neticesinde iki Türk ağzından bazı sonuçlar ortaya çıkarılmıştır. Elde edilen sonuçlar üç grupta sınıflandırılmıştır. Birinci grupla saha tecrübeleri ve taramalar neticesinde Karadağ’da derlenen bazı sözlerin Kosova’da kullanımda olmadığı anlaşılmıştır. Söz varlığı açısından geçişi de göstermesi bakımından önemli olan ikinci grupta Kosova’da kısmen farklı olan sözler yer almıştır. Üçüncü grup ise Karadağ’da derlenen ancak Kosova’da kullanım sıklığı yüksek ve düşük olan sözleri içermiştir. Böyle bir çalışma ile ağızların tarihî veya çağdaş döneminin değerlendirilmesinin mümkün olabileceği ortaya konmuştur.