742 sonuç bulundu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- Osmanlı Devleti 25
- Ottoman Empire 25
- Osmanlı 23
- Dokuma 21
- Ottoman 21
Mehir’in Klasik Türk Şiir Evrenindeki Algısı
Erdem · 2022, Sayı 83 · Sayfa: 73-90 · DOI: 10.32704/erdem.2022.83.073
Özet
Sanat, tarihin hemen her döneminde, toplumun bütün kesimlerini kucaklamaya çalışır; kültürel değerleri yansıtma, paylaşma, taşıma ve aktarma görevini üstlenir. Gelenek farklı coğrafyaları birleştirirken inanç ve düşünce sistemleri de toplumu birbirine bağlar. Bununla bağlantılı olarak uygarlık dokusundan topluma zengin olay, olgu ve durumların sözlü ve yazılı ürünlere farklı tür ya da şekillerde aksetmesinin tespiti sıklıkla yapılmaktadır. Bu ortak değerlerin varlığı ve kullanım şekli, edebî eserlerin aracılığıyla en mühim taşıyıcılar olarak varlık gösterirler. Aileyi birleştiren ve huzur tesisine yardım eden maddî varlık, sermaye ve hak paylaşımının önemi, gelenekten modern dünyaya doğru gündemini korumaktadır. Edebî eserler de, kendine özgü dil ve kavram kullanımıyla farklı türlerle kültürel taşıyıcılığın çok yönlülüğünü yansıtır. Edebî eserlerin hemen her türünde, doğrudan veya dolaylı olarak evlilik kurumunun başlangıcından itibaren törenleri, eğlenceleri, gelenekleri, dinî ve hukukî yönü farklı olay ve olgular içinde ele alınabilmektedir. Evlenecek çiftler arasında kadına veya kadının ailesine verilen kalın, başlık parası veya mehir de edebî metinlerde yok sayılmaz; zamanı, şekli, azamî haddi gibi teknik bilgileri de içerecek şekilde yer alabilmektedir. Türk - İslam kültüründe mehir, evlenecek kadının malıdır ve onun inisiyatifinde dilediği tasarrufa da yetkisi vardır. Kendi içinde belli hukuksal kuralları ve yaptırımları olan mehirin klasik Türk edebiyatının bütün nazım şekillerinin anlatım özelliklerine uyum sağlayarak bilhassa kullanılması dikkat çeker. Klasik Türk edebiyatı metinlerinde kalın, başlık parası yerine, mehir ve kabin kavramlarının, İslamî hükümleri öne çıkararak değer bulması önemlidir. Klasik Türk edebiyatında mehir, evlenecek kadının müstakil ve şahsî bir hakkı olarak toplumsal yaptırım kadar, mecaza ve teşbihe dayalı kullanımıyla da öne çıkar. Gazellerde toplumsallığın yanında bireyin iç huzurunu yakalaması için mehir, mazmun olarak yüceltilir. Gazellerde mehir; dünyayı, insanı, aşkı, sevgiyi, şefkati anlatmak için kullanılır. Şairler mehirin evlilikte maddî bir getirisi olmasına rağmen, duygu ve düşünce arasında çelişkiye sebep olmadığını ispatlarlar. Mehir, mesnevilerde iki sevgilinin kavuşmasında, temel değerlerdendir. Bu durum mehiri, bir tabu olmaktan çıkarır, toplumun olağan işleyişiyle alakasını önceler. Mesnevilerde gerçek veya metafizik yaklaşımlar, mehirin kadın ve erkek arasındaki evlilik akdi münasebetiyle uygulanma hakikatini ve paylaşım düzeyini değiştirmez. Hukuksal bu olgunun aşk mesnevilerin varlığındaki süreklilik, mehirin toplum bilincini diri tutması açısından önem arz eder.
Bu çalışmada toplumsal düzenden uzak olduğu düşünülen klasik Türk şairlerinin aile, kadın ve erkek arasında bir gereklilik olarak gördükleri mehire, insana ait bir değer olarak bakmaları gazel ve mesnevilerden örnekler açıklanmaktadır. Beyitlerle mehir konusunun kültürel değerlerin taşıyıcısı ve ailenin teşekkülü, devamlılığı için tabii olarak ele alınmasına da dikkat çekilmektedir.
Yabancılaşmayı Bir Karakter Üzerinden Okumak: Peyami Safa’nın “Meral”i
Erdem · 2022, Sayı 83 · Sayfa: 111-134 · DOI: 10.32704/erdem.2022.83.111
Özet
Yabancılaşma kavramı, toplum içerisinde yaşayan ve diğer bireylerle iletişim halinde olan kişinin, inandığı değerlerin, sahip olduğu düşüncelerin, hayat algısının; çevresiyle uyuşmamasından doğan bir çatışma hali sonucunda yavaş yavaş değişmesi ve kendini bulunduğu ortama ait hissetmemesi durumudur. Çeşitli düşünürler ve sosyologlar tarafından tanımlanan bu kavram hakkında incelemeler yapan bir isim de Melvin Seeman’dır. O, yabancılaşmayı beş boyut eşliğinde incelemiştir. Bunlar güçsüzlük, anlamsızlık, kuralsızlık, soyutlanma ve kendine yabancılaşmadır. Güçsüzlük, bireyin zihnindeki düşünceleri gerçekleştirmek için harekete geçememesi; anlamsızlık, varlığına ve dünyaya değer ifade eden bir anlam yükleyememesi; kuralsızlık, zihninde tasarladığı hedeflere ancak kuralları çiğneyerek ulaşabileceğini düşünmesi; soyutlanma, içinde yaşadığı topluma ve onun değerlerine bir anlam yükleyememesi ve kendine yabancılaşma, geleceğe dönük beklentileri birer birer yok olduktan sonra, derin bir ümitsizlik ve yalnızlığa düşmesidir. Sanat alanında eserlere çeşitli şekillerde yansıyan yabancılaşma, Türk edebiyatında da kendine yer bulmuştur. Bu çalışmada Peyami Safa’nın “Yalnızız” adlı romanının kişilerinden biri olan Meral karakteri, eserde bu konuyu en belirgin şekilde yansıtan karakter olarak Seeman’ın yabancılaşma teorisine göre incelenecektir.
Meral karakteri bu doğrultuda incelendiğinde onun, kişisel özgürlük alanının sınırlandırıldığı endişesiyle bazı toplumsal kuralları ve değerleri çiğnediği, ahlaki olmayan durumlar içerisinde yer aldığı, ailesinin ve Samim’in tasvip etmediği arkadaşlıklar içinde bulunduğu görülmektedir. Samim’in ona yaptığı uyarılar ve ikisinin, hayat hakkındaki sohbetleri; kendisine karışılmasından, yaptıklarına müdahale edilmesinden hoşlanmayan Meral için bunaltıcı olmaktadır. Meral’i bunaltan etkenler; çevresindekiler tarafından hürriyetinin kısıtlanması yani iradesinin kontrol edilmek istenmesinin yanı sıra, yalnızlaşması hem de kalabalık içerisindeyken bile yalnız hissetmesidir. Meral’in, içine düştüğü kötü durumlar ve bu durumların, çevresindekiler tarafından tasvip edilmemesi ve özellikle de ağabeyi tarafından gördüğü baskı dolayısıyla kendisini değersiz, öz varlığını anlamsız hissettiği görülmektedir. Yaptıklarından dolayı zaman zaman vicdan azabı çekse de, kendi kendine yaptığı sorgulamalara cevap bulamayan Meral hayatını ve bu hayatı çekilmez hale getirdiğini düşündüğü kuralları anlamsız bulmaya başlamıştır. Karşısına çıkan zorluklarla mücadele etmek için gücünün kalmadığını düşünerek, sonunda öz varlığına dahi yabancılaşan Meral, kendisini sınırsız bir özgürlüğe kavuşturacağını düşündüğü kaçış düşüncesini gerçekleştiremeyince ölümü, kurtuluş için tek çare olarak görmüştür. İntiharı düşünmesine rağmen, romanın sonunda bir kaza sonucu yanarak ölen Meral’den geriye kalan not; onun yok oluşa sürüklenmesinin en önemli nedeninin hakikatte dünyadaki yalnızlığı olduğunu göstermektedir. İçine düştüğü yabancılaşma onu yalnızlığa, ümitsizliğe, kaçış ve ölüm düşüncesine doğru sürüklemiştir.
Yaşayan Kültürel Miras: Sermayelendirme ve Değerleme
Erdem · 2022, Sayı 83 · Sayfa: 91-110 · DOI: 10.32704/erdem.2022.83.091
Özet
Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren ana hatları belirginleşen yeni iktisadi düzende ayakta kalabilmenin yollarından birinin de boş zaman, kültürel özgünlükler ve ekonomik yaratıcılık temelli üretimden geçtiğini keşfeden toplumlar, kültürel miras ekolojilerinden de bir kaynak olarak sürdürülebilir biçimlerde nasıl yararlanabilecekleriyle yakından ilgilenmeye başlamıştır. Böylece kültürel miras unsurlarının hem yenilik, teknoloji, hız, ilerleme ve gelecek kavramlarıyla ilişkilendirilen modernleşme projesini yavaşlattığını hem de bağlamında korunması, muhafazası ve gelecek nesillere aktarımı için sarf edilen kaynaklar (zaman, iş gücü ve para) bakımından önemli bir gider alanı olduğunu savlayan yaklaşımlar da tedricen tedavülden kalkmıştır. Bunların yerine kültürel mirasın yöresel, bölgesel ve ulusal ekonomilere katkı sağlama potansiyelini edimselleştirici politikalar ikame edilmiş ve bu konuda görece kısa sürede geniş bir literatür dâhi oluşturulmuştur. Bu gelişmelere rağmen yaşayan mirasın ekonomik değere nasıl tahvil edilebileceğiyle ilgili pratik metodolojilerin, modellerin ve stratejilerin geliştirilmesi ve uygulanması hususlarında ise henüz yeterince yol katedilebilmiş değildir. Kültürel miras yönetimiyle de doğrudan alakalı olan bu eksikliğin giderilmesi amacıyla son birkaç yıldır Pierre Bourdieu’nun yeniden içeriklendirdiği sermaye teorisinin yaşayan mirasın ekonomik sermayeye çevrimine nasıl katkı sağlayabileceği sorgulanmaktadır. Kültürel mirası, sermaye teorisi özelinde yorumlayan bu güncel perspektif, somut veya somut olmayan kültürel kaynakların ekonomik değere tahvilinde ise değerleme pratiklerinden yararlanmaktadır. İşte mirasbilim alanındaki bu güncel yönelime katkı sağlamayı amaçlayan ve Bourdieu’nun sermaye teorisinin bir mercek gibi kullanılacağı bu çalışmada da önce yaşayan mirasın özüne yaklaşılarak (zoom in) bir kültürel sermaye formu olduğu gösterilecek, sonra uzaklaşılarak (zoom out) bu sermaye formunun küresel miras endüstrisi, pazarı, piyasası ve ekonomisi alanında uluslararası aktörler arasında süren güç oyunlarındaki rolü ve etkisi hakkında değerlendirmeler yapılacaktır. Bir sonraki bölümde ise kültürel değerleme sürecinin temel aşamalarına, uygulamalı halkbilimi kapsamında sıkça tartışılan geleneksel kültüre yönelik yaygın ticarileştirme stratejilerine ve yaşayan kültürel mirasın değerlemesi açısından da kritik bir önem arz eden yaratıcılık temelli kültür politikalarına değinilecektir. Son olarak kültürel yaratıcı endüstrilerin yaşayan mirasın değerlemesine, korunmasına ve sürdürülebilirliğine ne şekilde katkı sağladığına dairçözümlemelere yer verilecektir.
Hedonic Consumption and Meta Needs: a Investigation on AlGhazali
Erdem · 2022, Sayı 83 · Sayfa: 135-152 · DOI: 10.32704/erdem.2022.83.135
Özet
Like any productive activity, the phenomenon of consumption itself is an individual and social action like other productive activities in consumer societies. People express this action with different conceptual definitions for different reasons. In hedonic consumption, people attribute meanings to the act of purchasing and the product they buy, and they see consumption as an important purpose of life. The person may feel unhappy if the meaning and importance attributed to a particular brand in these societies is not completed by owning it. The pleasure of meeting him is, unfortunately, momentary; with hedonic adaptation, the person has to chase other pleasures. The effort to convey a message to the social environment through the symbolic meanings of the goods and services consumed by the person is seen as worthless by Ghazali, who prioritizes meeting the commodity needs. Ghazali’s view of human psychology is transpersonal, and Ghazali does not consider the physical aspect of man apart from his psychological and biological aspects, spiritual or spiritual aspects. Ghazali sees man as a being with the potential for continued development, especially regarding his spiritual aspect. It sees humanization not as a biological growth but as a psychological and spiritual deepening. Ghazali’s goal of maturing man is to lead him to his spiritual depth and religious orientation. Ghazali argues that not meeting the spiritual needs of man will create a deep feeling of “emptiness,” “nothingness,” and “spiritual hunger” in him. Ghazali, who argues that those who see the products they consume as status symbols do not have individual values, even that they are idiots of fame, aims to turn people towards their spiritual or meta-needs. Ghazali, who prioritizes commodity needs, sees hedonic consumption as a consumption frenzy stemming from ordinary life or the folly of fame. For Ghazali, who prioritizes meta-needs, hedonic consumption is not a simple shopping or an act of meeting needs but a pathological condition that should be questioned. Based on the assumption that a happy life is possible to the extent of consumption, hedonic consumption is a simple pleasure appealing only to the biological side of a person for someone who prioritizes meta-needs. This research focuses on two themes. The first is hedonic consumption; an act people do for desire, pleasure and imitation, not because of their needs. The other is the meta needs, which, like Ghazali, do not see the needs as endless and unlimited and consider it necessary to meet the physical needs of the person at a minimum level and turn to psychological needs. In this research, both the hedonic consumption act was questioned at the conceptual level and aimed to examine the concept of “meta-need,” which does not give more meaning to human needs than it deserves. In this way, what should be the main purpose and priority of the historical march of man through Ghazali will be questioned.
Trabzon’da Günümüze Ulaşmayan Saraçzade / Hacı Pir Medresesi ve Mimarisi
Erdem · 2022, Sayı 83 · Sayfa: 185-212 · DOI: 10.32704/erdem.2022.83.185
Özet
Trabzon’da, Ortahisar Mahallesinde bulunan ve Saraçzade / Hacı Pir Efendi Medresesi olarak bilinen medrese günümüze gelmemiştir. Yapıdan günümüze, Ortasaray, Ortahisar ya da Saraçzade Mescidi olarak bilinen kısmı ve avlu kapısı ulaşmıştır. 18.yüzyılda mevcut olduğu anlaşılan yapı 19.yüzyılın ortalarında yaşanan yangında harap olmuştur. Bu tarihten sonra, yapıya adını veren ve aynı zamanda medresenin müderrisi olan Hacı Pir Efendinin girişimleriyle yeni baştan inşa edilmiştir. Büyük oranda padişahın katkılarıyla; mescid ve kütüphane ile birlikte inşa edildiği anlaşılan medresenin planı ve mimarisi hakkında bilgiler çok sınırlıdır. Medresenin mescidi için valide sultanın da katkı sağladığı arşiv belgelerinde geçmektedir.
Günümüze gelmeyen medresenin projesi, Osmanlı Arşivinde mevcuttur. Projede medresenin kat planları ve cephe görünümüne yer verilmiştir. Yapının dikdörtgen plan şemasında, revaklı, açık avlulu, iki katlı bir medrese olduğu anlaşılmaktadır. Mekanlar her iki katta avlu etrafında, üç yönde dolanan revak dizisinin arkasına gelecek şekilde, “U” düzeninde yerleştirilmiştir. Medresenin günümüze ulaşan mescidi, avlunun köşesinde yer almaktadır. Medreseye giriş, alt katta, güney duvarı ortasındaki kapı açıklığından sağlanmaktadır. Medresenin alt katındaki mekanlar güney, doğu ve kuzey yönde yerleştirilmiştir. Kuzey yöndeki mekanların ise avluya ve dışarıya açık dükkan şeklinde düzenlendiği görülmektedir. Planda mekanlar tek tek tanımlanmıştır. Aynı zamanda medreseye gelir getirmesi amacıyla inşa edildiği anlaşılan dükkanlar alt katta yer almaktadır. Medresenin projede tanımlandığı haliyle inşa edilip edilmediğini tespit etmek zordur.
Medresenin ilave ve onarımlarla günümüze gelebilen mescidi, dikdörtgen planlı ve kiremit kaplı çatı ile örtülüdür. Mescidin, aynı zamanda medresenin batı duvarı, üzerinde niş ve açıklıklar bulunan Bizans yapısına ait olması muhtemel bir duvardır. Mescidin doğu yönünde, medresenin kapısından, yani güney yönden girişi bulunan, kapalı bir son cemaat yeri düzenlemesi vardır. Son cemaat yerinin doğu duvarı, bu yöndeki medrese mekanına ait olmalıdır. İnşa kitabesi de bu duvar üzerinde bulunmaktadır. İç mekanda kuzey yönde, ortada ahşap bir dikmeyle taşınan ahşap kadınlar mahfili vardır. Mescidin harim mekanı, barok karakterde süslemelere sahip mihrap dışında sadedir.
Bu makalede, Osmanlı Arşivi’nden elde edilen belgeler ışığında, yapının yangın sonrası inşa süreci ve mimarisi değerlendirilecektir. Geç dönem Osmanlı medreselerinin bir örneği olduğu anlaşılan medresenin planı ilk defa bu çalışmada tanıtılacak ve ayrıntılı bir şekilde incelenecektir.
Eski Yunan ve Roma Dünyasında Yargılanan Bitki Uzmanı Kadınlar: Φαρμακίς / Venefica
Belleten · 2022, Cilt 86, Sayı 307 · Sayfa: 827-842 · DOI: 10.37879/belleten.2022.827
Özet
Tam Metin
Eski Çağ’da kadınların, farmakolojik bilgiye ve ilaç hazırlama becerisine sahip olduklarını gösteren kanıtlar mevcuttur. Bu kadınların bilgilerini nereden ve nasıl edindikleri tam olarak bilinmemekle birlikte, Eski Çağ’ın birçok meslek alanında olduğu gibi bu alanda da aile içi eğitimin ön planda olduğu muhtemeldir. Zira şifacılık alanında kadınların aile üyelerinden mesleki bilgiyi edindiklerini ve bu bilgilerini hastaları iyileştirmek için kullandıklarını gösteren pek çok edebi ve epigrafik kanıt mevcuttur. Buna rağmen tragedya ve komedilerde bitki uzmanı kadınlar, aşk iksiri ve zehir hazırlarken yani genellikle farmakolojik bilgilerini kötü amaçlar için kullanırken, erkekler ise şifalı ilaçlar hazırlarken betimlenmektedir. Bu yargının bir sonucu olarak Eski Çağ’da bitki uzmanı kadınlardan bazıları yargılanmış ve ağır bedeller ödemek zorunda kalmıştır. Nitekim bu durum, bir takım soru işaretlerini ortaya çıkarmaktadır. Acaba kadınların farmakolojik bilgilerine yönelik yaratılan negatif algı, onların bitki ve ilaçlar konusundaki bilgi birikimlerini kontrol altında tutma çabasının eril bir sonucu mudur? Bitki uzmanı kadın yargılamalarına değinen eski edebi kaynaklarda kadınların, pharmakis ve venefica yani cadı olarak tanımlanması bir ön kabul olarak, yargılanmalarına neden olmuş mudur? Eski Çağ’da bitki uzmanı kadınlar, hangi şartlarda yargılanmış hatta özelde bu kadınların yargılanmalarına yönelik doğrudan hukuki bir düzenleme yapılmış mıdır? Bu çalışmada eski edebi, epigrafik ve modern kaynaklar irdelenerek mümkün olduğu ölçüde bu ve benzeri soruların cevapları aranmaktadır.
Yuan Hanedanı’nın Annesi: Çabi Hatun
Belleten · 2022, Cilt 86, Sayı 307 · Sayfa: 843-860 · DOI: 10.37879/belleten.2022.843
Özet
Tam Metin
Toluy oğlu Kubilay Han’ın ikinci eşi Çabi Hatun, Çingiz Hanedanı içindeki en önemli ailelerden biri olan Dey Seçen sülalesinden, “imparatorluğun dayısı” lakaplı Alçi Noyan’ın kızıydı. Zekâsı, becerikliliği, tutumluluğu, çalışkanlığı ve merhameti sayesinde 1240’lı yıllardan itibaren ön plana çıktı ve Kubilay’ın en değer verdiği eşi hâline geldi. Kocasının Moğol İmparatorluğu’nun güçlü bir üyesi olma sürecinde onun en yakın danışmanlarından biri olan Çabi Hatun, Möngke Han’ın ölümü sonrasında Kubilay’a verdiği tavsiyeleriyle taht mücadelesinde önemli bir avantaj elde etmesini sağladı. Kubilay’ın küçük kardeşi Arık Buka’nın saf dışı bırakılmasında da büyük bir etkisi olan Hatun, 1260 yılında Yuan Hanedanı’nın imparatoriçesi sıfatını elde etti. Kubilay Han’ın ilk dört oğlu, Dorçi, Cimgim, Mangkala ve Nomogan’ı dünyaya getirdi. Ailesinin meşhurluğu ve kişisel melekeleri ile öne çıkan Çabi Hatun, ailesinin Şamanist olmasına rağmen erken dönemde Tibet Budizmi’ni benimsedi. Kubilay Han’ın da bu dine girmesinde büyük bir rol oynayan Çabi Hatun, Tibet Budizmi’ni Yuan Hanedanlığı’nın resmî dinî olmasını sağladı. Öldüğü 1281 yılına kadar devletin siyasi, askerî, idari ve mali bütün konularında cesur bir şekilde Kubilay Han tarafından dikkate alınan görüşlerini belirtti.
Acemhöyük ve Erken Tunç Çağı Anadolu Ticaret Ağları
Belleten · 2022, Cilt 86, Sayı 307 · Sayfa: 779-825 · DOI: 10.37879/belleten.2022.779
Özet
Tam Metin
Bu makalede Acemhöyük Erken Tunç Çağı tabakalarında bulunmuş seramik, taş, tunç ve kemikten imal edilmiş bazı buluntular ile aynı dönem tabakalarında tespit edilen zooarkeolojik bulgular ele alınmıştır. Anadolu Erken Tunç Çağı ticaret ağlarının tanımlanmasında yararlanılan buluntu grupları arasında yer alan Acemhöyük örnekleri, arkeolojik değerlendirmeye tabi tutularak Anadolu ve yakın çevresindeki benzerleri ile karşılaştırılmıştır. Bu değerlendirme ve karşılaştırmalar, Acemhöyük’ün MÖ III. binyılın ortalarından itibaren farklı bölgelerle kültürel ve ticari bağlar kurduğunu ortaya koymuştur. Yerleşimin farklı tabakalarında çok sayıda örneği bulunan Batı Anadolu etkili/kökenli seramikler, Acemhöyük’ün bu bölgeyle güçlü bağlar kurduğuna işaret etmektedir. Çalışmada kısaca değinilen zooarkeolojik veriler ise Erken Tunç Çağı Anadolu toplumlarının ekonomik altyapısına dair dikkat çekici ipuçları elde edilmesini sağlamıştır. Arkeolojik ve zooarkeolojik verilerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda ortaya çıkan tablo ise MÖ III. binyılın ikinci yarısında Anadolu toplumlarının sergilediği sosyo-ekonomik hareketliliğin Acemhöyük’e güçlü bir şekilde yansıdığını ve yerleşimin ticari ağlar üzerinde rol alan anahtar merkezlerden biri olduğuna işaret etmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’ndan Önce Hınçak Partisi’nin İki Kongresi ve Savaş Kararı
Belleten · 2022, Cilt 86, Sayı 307 · Sayfa: 1007-1033 · DOI: 10.37879/belleten.2022.1007
Özet
Tam Metin
Ermenilerin dünya genelinde önemli siyasi teşekküllerinden olan Hınçak Cemiyeti, Osmanlı Devleti’ne karşı illegal bir yapıda doğmuş ve gelişmiştir. İkinci Meşrutiyetin ilanıyla siyasal bir parti hâline dönüşen ve legal hâle gelen Hınçak Cemiyeti, Balkan Savaşları sırasında Doğu Anadolu ıslahatı konusunda Rusya ve İngiltere’nin destekleriyle Osmanlı Devleti’ne karşı eski eylemlerine dönme kararı almıştır. Bir yandan ıslahat meselesi bir yandan İttihat ve Terakki iktidarına olan güvenin sarsılması, cemiyetin öz-savunma için silahlanma çalışmalarında etkili olmuştur. 1913 Ağustos’unda Köstence’de gerçekleştirilen Hınçak Kongresi, Ermenilerin hızla silahlanması gerektiği ve İttihat ve Terakki Fırkası liderlerine karşı suikast düzenlenmesi kararlarıyla ön plana çıkmıştır. Bu karara itiraz eden İstanbul merkezli yapılanma ise 1914 Temmuz’unda İstanbul’da bir kongre düzenleyerek eski karara sadık kaldığını göstermek istemiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından hemen önce Hınçak Partisi’ne karşı Osmanlı Hükûmeti’nin aldığı takip kararları, tutuklamalar, yargılamalar ve gönüllü hareketinin doğuşunda Hınçak Partisi’nin etkisi, sevk ve iskân kararının alınmasında önemli bir etkendir. Hınçak Partisi’nin kongreleri ve savaş öncesi yargılamalar daha önce herhangi bir çalışmada ele alınarak incelenmemiştir. Hınçak Partisi’nin 6. ve 7. kongresine ve Birinci Dünya Savaşı’ndan önce bu fırkaya ait tutuklamalarla ilgili belgelerin ve yargılamalara ait tutanakların bir kısmı T.C. Genelkurmay Başkanlığı tarafından sekiz cilt hâlinde yayınlanmıştır. Bu belgeler ve tutanaklar Ermeni Sorununun önemli bir boyutunu göstermesi açısından önem arz etmekle beraber üzerinde tahlil ve değerlendirmelerin yapılması gerekmektedir. Bu çalışmada, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce Osmanlı hükûmetlerinin Hınçak Fırkası ile ilişkileri ve soykırım iddialarının bir de bu çerçeveden ele alınması gerektiği üzerinde durularak, konu ile ilgili arşiv belgeleri ve yayınlanmış tutanaklardan istifade edilmiştir. Çalışmanın temel hedefi, 1915 olaylarının başlangıcı sayılabilecek, ancak gözden kaçırılan bir döneme tümevarım yöntemiyle açıklık getirebilmektir.
Serbest Cumhuriyet Fırkası Denemesinin Uluslararası Yansımaları: Türk Dış Politikasında Değişim Tartışması
Belleten · 2022, Cilt 86, Sayı 307 · Sayfa: 1077-1116 · DOI: 10.37879/belleten.2022.1077
Özet
Tam Metin
Türk siyasal hayatındaki gelişmelerin uluslararası yansımaları akademik çalışmalarda ilgi gören bir konudur. Gerek Tanzimat ve Islahat Fermanları ile Kanun-i Esasinin ilan edilmesinin gerekse Cumhuriyet döneminin önemli siyasal gelişmeleri olarak çok partili siyasal hayata geçiş ve darbe süreçlerinin uluslararası ilişkiler boyutu literatürde çokça incelenmiştir. Serbest Cumhuriyet Fırkasını (SCF) uluslararası ilişkiler bağlamında ele alan yeterli sayıda çalışma ise bulunmamaktadır. Bu çalışma; SCF’nin Türk siyasal hayatındaki hikayesini belirli bir ülkenin arşiv belgeleri üzerinden incelemenin ötesinde, çeşitli ülkelerin arşiv kaynakları üzerinden karşılaştırmalı bir yöntemle uluslararası sistem içerisinde SCF’nin nasıl değerlendirildiği sorusuna eğilmekte ve konuya uluslararası sistemin yapısı bağlamında dış politika perspektifli bir cevap aramaktadır. Çalışmanın neticesinde Türkiye’de bir muhalefet partisinin kuruluşunun uluslararası alanda, ehemmiyeti Türkiye sınırlarını aşan bir siyasi hadise olarak değerlendirildiği sonucuna ulaşılmıştır. İki savaş arası dönemde uluslararası politika alanında etkin olan tüm aktörler tek parti sisteminin terk edilmesi ve SCF’nin kuruluşunu Türk dış politikasında, özellikle de Türk Sovyet ilişkilerinde önemli bir değişimin habercisi olarak değerlendirmişlerdir. Diğer taraftan SCF’nin uluslararası arenadaki yankılarının dönemin siyasal yapısına uygun bir biçimde alternatif dünya görüşleri ve ülkelerin kendi dış politika stratejileri dâhilinde oluştuğu ve bu noktada İngiltere, Fransa ve ABD ile Sovyetler Birliği, İtalya ve Almanya’nın SCF’ye bakışı arasında ciddi bir fark olduğu çıkarımına ulaşılmıştır. Çalışma içerisinde Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Arşiv Belgeleri (Türk Diplomatik Arşivi-TDA), ABD Arşiv Belgeleri (NARA), İngiltere Arşiv Belgeleri (TNA), yayınlanmış SSCB arşiv belgeleri ve dönemin basınından yararlanılmıştır.