788 sonuç bulundu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- Osmanlı Devleti 27
- Ottoman Empire 26
- Osmanlı 24
- Dokuma 23
- Weaving 23
1967 Türk Harb-İş Federasyonu Grevi Ve Ulusal Basına Yansımaları
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2025, Cilt XLI, Sayı 111 · Sayfa: 381-418 · DOI: 10.33419/aamd.1700734
Özet
Tam Metin
İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişen Türk-Amerikan ilişkileri sonucunda Türkiye’nin birçok yerinde Amerikan askerî üsleri kuruldu. Söz konusu üslerdeki askerî ve sivil personelin lojistik ihtiyacının karşılanması için ABD yönetimi Tumpane Şirketi’yle anlaştı. Tumpane Şirketi, Amerika’dan getirdiği personel dışında iki ülke arasında yapılan anlaşmalar gereği Türk işçi de çalıştırmak zorundaydı. Türk işçilerinin sosyal haklarının korunması amacıyla Tumpane Şirketi’yle Türk sendikaları arasında düzenli olarak toplu iş sözleşmesi yapılmaktaydı. Bu süreç her iki taraf arasında birtakım sıkıntıların yaşanmasına neden olmaktaydı. 1967 yılı itibarıyla işverenle toplu iş sözleşmesi yapma hakkı bağlı sendikalar tarafından Türk Harb-İş Federasyonuna verildi. Federasyon ile ilgili şirket arasında Haziran 1967 tarihinde gerçekleştirilen toplu iş sözleşmesi görüşmeleri olumsuz bir şekilde sonuçlandı. Uzlaştırma Kurulunun devreye girerek federasyonla Tumpane Şirketi arasında bir anlaşma sağlama çabaları da bir sonuç vermedi. Bunun üzerine federasyon anayasal hakkını kullanarak Eylül 1967 tarihi itibarıyla grev kararı aldı. Bu süreçte Türkiye’deki Amerikan üslerinde görev yapan Amerikalı askerlerle Tumpane Şirketinin grev gözcüsü işçileri arasında gerginlikler yaşanmaktaydı. Amerikan Silahlı Kuvvetleri bu gerginlikleri yatıştırmak yerine grev kırıcı bir tutum sergilemekteydi. Bu tutum federasyonun Tumpane Şirketi’yle görüşme sürecinin sertleşmesine ve aynı zamanda uzamasına yol açtı. Mevcut hükûmet, Türkiye’de düzenlenecek olan NATO tatbikatı nedeniyle grevi millî güvenliği bozucu olarak nitelendirerek 30 gün süreyle erteledi. Federasyon da bu kararın iptali yönünde Danıştay’a dava açtı. Danıştay grevi erteleme kararını reddetti. Yüksek Uzlaştırma Kurulunun devreye girmesiyle de federasyon ve Tumpane Şirketi arasında anlaşma sağlanarak toplu iş sözleşmesi yapıldı. Böylelikle Türk Harb-İş Federasyonu şirketten talep ettiği hakların birçoğunu almış oldu.
Bu çalışmanın amacı 1967 yılında yaşanılan bir grev olayı üzerinden hükûmet, muhalefet ve sendika üyeleri ile Türkiye’deki üslerde görev yapan Amerikalı askerlerin grev sürecinde sergiledikleri tutumları belirleyebilmektir. Bu amaçla dönemin ulusal gazete ve dergilerinde verilen demeçler, söyleşiler ve yorumlar dikkate alınarak grev olayı öncesi ve sonrasıyla birlikte araştırılıp irdelenmiştir. Çalışma dönemi içinde Türkiye’de grev hareketleri yoğun bir şekilde yaşanmakta ve basında geniş bir şekilde yer almaktaydı. Bu nedenle araştırmanın kapsamı daraltılmış ve örneklem yönteminin kullanılması tercih edilmiştir. Böylece derinlemesine incelenen bir olaydan hareketle dönemin profili çizilmeye çalışılmıştır.
1939 Türk-İngiliz-Fransız İttifakı’nın Yıl Dönümleri Üzerinden İkinci Dünya Savaşı Türk Dış Politikasına Bakmak
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2025, Cilt XLI, Sayı 111 · Sayfa: 309-354 · DOI: 10.33419/aamd.1700650
Özet
Tam Metin
Devletler, toplumlar ve bireyler için yıl dönümleri; o devletin, toplumun, bireyin duygu durumunu, dünya görüşünü ve çeşitli meselelere yönelik yaklaşımını anlamamız açısından önemli ipuçları vermektedir. Bazı günlerin hatırlanması ve kutlanması sadece geçmişi hatırlamak isteğiyle sınırlı kalmayıp o ülkenin sosyal, kültürel, siyasi yaklaşımına da ışık tutmaktadır. Dolayısıyla yıl dönümleri yalnızca geçmişi değil içinde bulunulan zamanı anlamak açısından da önem taşımaktadır. Bu çalışmada, 19 Ekim 1939 tarihli Türk-İngiliz-Fransız Karşılıklı Yardım Antlaşmasının -Üçlü İttifak- İkinci Dünya Savaşı yılları içerisindeki yıl dönümleri ele alınacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin dış politikadaki en ciddi sınavlarından birisi belki de birincisi İkinci Dünya Savaşı sürecidir. Bu büyük savaşta kendisini güvene almak isteyen genç Türkiye Cumhuriyeti savaşın başlamasından yalnızca 39 gün sonra savaşan taraflardan İngiltere ve Fransa ile Üçlü İttifak olarak da anılan bir karşılıklı yardım antlaşması imzalamıştır. Bu ittifakla Türkiye savaşın başı itibariyle tarafını belirlemiştir. Ancak savaşın henüz ilk yılında yaşanan beklenmedik gelişmeler Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu gözden geçirmesini zorunlu kılmıştır. Bu bağlamda Üçlü İttifak’a Türkiye’nin gerek devlet ricali açısından gerekse başta basın olmak üzere kamuoyu açısından yaklaşımı farklılaşmıştır. Yaklaşık altı yıllık savaşın ilerleyen yıllarda seyrinin değişmesi de Üçlü İttifak’a olan yaklaşımı yeniden değiştirmiştir.
Savaşın değişen gidişatı içerisinde Türk basını ittifaka nasıl yaklaşmıştır, sorusu büyük bir anlam taşımaktadır. Bu bağlamda yıl dönümlerinde ittifakın kutlanması ya da kutlanmaması yahut tüm bunların derecesi ve içeriği savaşın seyri içerisinde Türk dış politikasını takip etmek açısından büyük öneme sahiptir. Devlet ile basının iç içe geçtiği tek partili bir rejim içerisinde basın yalnızca bir iletişim aracı değil aynı zamanda iktidarın sesi ve hatta propaganda aracıdır. Bu bakımdan basına bakmak aynı zamanda iktidarın meseleye olan yaklaşımına da bakmak olacaktır. Çalışmada, İkinci Dünya Savaşı devam ederken Üçlü İttifak’ın yıl dönümüne tekabül eden günlerde dönemin önde gelen gazetelerinde çıkan haberlere ve yazılara odaklanılmıştır. Cumhuriyet Arşivi ve Türk Diplomatik Arşivi’nden elde edilen belgelerle ve döneme ait hatıratlarla çalışma desteklenmiş ve Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki dış politikasının seyri anlaşılmaya çalışılmıştır.
Dışişleri Bakanlığı Türk Diplomatik Arşiv Belgeleri Işığında Fas’ın Bağımsızlık Süreci Ve Türkiye
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2025, Cilt XLI, Sayı 111 · Sayfa: 355-380 · DOI: 10.33419/aamd.1700717
Özet
Tam Metin
Coğrafi olarak önemli bir konumda olan Fas, 1912 yılında İspanya ve Fransa arasında paylaşılarak bu ülkelerin himayesi altına girmiştir. Ancak bu tarih aynı zamanda Fas’ta bağımsızlık mücadelelerinin de başlangıcı olarak kabul edilebilir. Bu mücadele zamanla büyümüş ve Fas’ın bağımsızlığı ile sonuçlanmıştır. Fas’ın bağımsızlık sürecinde Sultan V. Muhammed ve İstiklal Partisi büyük rol oynamıştır. Fas’taki etkinliğini kaybetmek istemeyen Fransa, bağımsızlık yanlılarına karşı sert bir politika izlemiştir. Bu amaçla Fransa’nın politikalarına aykırı hareket ettiği gerekçesiyle Marekeş Paşası el-Glavi ile Sultan’ı tahtından indirip sürgüne göndermiştir. Ancak bu gelişme Fransa’nın beklediği gibi sonuçlanmamış ve sonuçta Fas’ın bağımsızlık mücadelesi için bir milat olmuştur. Sultanlarının sürgüne gönderilmesi Fas halkının istiklal mücadelesine desteğini arttırmıştır. Başta Mısır olmak üzere Arap devletleri Fas’ın mücadelesine destek vermiş, kamuoyunun da baskısıyla konunun uluslararası camiada ses bulmasını sağlamışlardır. Fas’ın bağımsızlığı için Türkiye’den de yardım talepleri olmuştur. Türkiye, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) karşısında Batılı devletlerle iyi ilişkiler kurma arzusunda olduğu bu dönemde gelişmeleri yurtdışı misyonlarından gelen bilgiler ışığında değerlendirmiş, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütüne (NATO) girişinin ardından da konjonktüre uygun bir politika geliştirmeye çalışmıştır. Dolayısıyla Türkiye, kendisi de bir bağımsızlık savaşı sonunda kurulmuş olsa da Fas’taki mücadelede dış politik hedeflerine uygun, realist bir politika izlemeye çalışmıştır. Fas’ın bağımsızlığının tanınmasının hemen ardından ise Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Sultan V. Muhammed’e bir telgraf göndererek ikili ilişkileri olumlu bir hava içerisinde geliştirmek istediğini göstermiştir. Bu çalışmada Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı Türk Diplomatik Arşivi’nden elde edilen arşiv belgeleri ile yerli-yabancı telif ve tetkik eserler kaynak olarak kullanılarak 1956 yılında bağımsızlığına kavuşan Fas’ın, bu süreçte verdiği mücadele ve Türkiye’nin izlediği politika ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Hamzatepe Kazılarından Ele Geçen Ünik Bir Silindir Mühür
Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 15-28 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.015
Özet
Tam Metin
Kahramanmaraş ili, Elbistan ilçesinin 10 km kuzeybatısında yer alan Hamzatepe, Karahüyük Mahallesi’nin hemen batısında, modern evlere bitişik bir konumdadır. Bazı kesimleri kayalıklarla kaplı doğal bir tepe olan bu merkez, 380x380 m boyutlarında ve 48 m yüksekliğindedir. Hamzatepe’nin doğu kenarında Hurman suyu akmakta, bunun diğer yakasında ise Elbistan Karahöyük yer almaktadır. Elbistan Ovası’nın güneybatı kesiminde ve Şar Dağı’nın kuzeyinde bulunan bu iki merkez, Ceyhan Nehri’ne akan Hurman suyunun iki yakasında karşı karşıya konumlanmıştır. Elbistan Karahöyük kazılarının 2015 yılında yeniden başlamasından sonra Hamzatepe’de yapılan yüzey araştırmaları, tepenin kuzeydoğu kesiminde bir mezarlık alanının bulunduğunu ortaya koymuştur. 2017 yılından itibaren kazılmaya başlanan bu alan, genel olarak Orta Demir Çağı’na tarihlendirilen ve çoğunlukla kremasyon türü gömülerin yapıldığı urne mezarlardan oluşmaktadır. Hamzatepe 2018 yılı kazılarında ele geçen bir silindir mühür, üzerinde yer alan figürlerin özgün bir kompozisyon sergilemesi bakımından önem taşımaktadır. Söz konusu figürler birbiriyle ilişkisi olmayan üç grup altında toplanmaktadır. Birinci grup, mührün ortasında karşılıklı duran bir çift erkek ve dişi sfenks ile bunların ayakları altında yatan ölü bir erkek geyikten oluşmaktadır. İkinci grup, sfenkslerin yanında, stilize bir ağacın iki yanında karşılıklı duran bir çift grifondan meydana gelmektedir. Üçüncü grup ise sfenkslerin altında, sağa ve sola doğru yürüyen bir çift erkek aslan betimlemesidir. Her ne kadar Orta Demir Çağı’na tarihlendirilen bir mezarlık alanında bulunmuş olsa da Hamzatepe mührü daha çok Orta Tunç Çağı’na ait özellikler ortaya koymaktadır. Tasvir edilen figürlerin yakın benzerlerinden hareketle, bu mühür, Assur Ticaret Kolonileri Çağı’nda, Eski Suriye stilinde üretilmiş olmalıdır.
Anadolu’nun Bilinen En Eski Taş Heykelcikleri: Kızılin Figürinleri
Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 1-14 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.001
Özet
Tam Metin
Kızılin, Antalya ili Döşemealtı ilçesi Yağca Mahallesi’ne bağlı Çakmak mevkisinde yer alan bir Epi-paleolitik yerleşimidir. Deniz seviyesinden 407 metre, Kızılin Deresi’nden 35 metre ve hemen önündeki Tufa Ovası’ndan 107 metre yüksektedir. Yerleşim, Kızılin Deresi olarak anılan dar bir vadinin girişinde yer alır. Kızılin bu bölgedeki tek Epi-paleolitik yerleşim değildir. Bölgede Kızılin ile birlikte Öküzini, Karain-B ve Çarkini Epi-paleolitik yerleşimleri de bulunmaktadır. Sürtmetaş aletler, denizel yumuşakçalardan boncuklar ve kemik aletler önemli arkeolojik kalıntılar arasındadır. Bununla birlikte ele geçen arkeolojik materyallerin çoğunluğunu yontmataş buluntular oluşturmaktadır. Kızılin’in üst seviyeleri, geometrik mikrolitlerin daha sık görüldüğü bir buluntu topluluğu ile temsil edilir. Bu tabakalar Jeolojik Seviye IIa olarak isimlendirilmiştir ve açık kırmızı renktedir. Bu seviyelerin en önemli buluntuları arasında, kumtaşından yapılmış 2 adet insan figürini yer almaktadır. Bu figürinlerden biri gövdesi kırık ve noksan olan bir insan başıdır. Figürinin cinsiyeti belli olmamakla birlikte, bir kadın başını andırmaktadır. Diğer figürin tamdır ve yapışık ikizleri temsil eden bir insan figürini niteliğindedir. Kızılin’de daha alt seviyelere doğru inildiğinde, geometrik mikrolitlerin azaldığı ve hatta geometrik olmayan mikrolitlerin baskın olduğu bir yontmataş endüstri ile karşılaşılmaktadır. Bu tabakalar ise Jeolojik Seviye IIb olarak isimlendirilmiştir. Bu tabaka koyu kırmızı renktedir. Kızılin arkeolojik katlaşımı, karbon 14 (AMS) yöntemi ile MÖ (cal.) 19455 ile 13621 arasına tarihlendirilmiştir.
Aşağıseyit Höyük Geç Tunç Çağı Tabakalarında Bulunan Altın Boya Astarlı Seramikler
Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 29-58 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.029
Özet
Tam Metin
Aşağıseyit Höyük, Denizli ili, Çal ilçesi sınırları içinde bulunan Aşağıseyit Mahallesi’nin yaklaşık 1,5 km güneydoğusunda yer almaktadır. Höyükte 2021 yılı itibarıyla başlanan kazı çalışmalarında, bugüne kadar Helenistik ve Roma tabakaları ile Geç Tunç Çağı’nın evrelerine ilişkin yapı katları gün yüzüne çıkarılmıştır. Bu makalenin konusunu oluşturan altın boya astarlı seramikler, İç Batı Anadolu’da MÖ 2. binyıl boyunca yaygın bir biçimde görülmektedir. Aşağıseyit Höyük’te Geç Tunç Çağı tabakalarında bulunan bu altın boya astarlı seramiklerin, tüm seramik repertuvarı içerisinde önemli bir mal grubu olduğu anlaşılmaktadır. Höyükte tespit edilen altın boya astar uygulaması, en yoğun çanaklar üzerinde görülmektedir. Höyük’te tespit edilen altın boya astarlı seramiklerde yapılan analizler, yüksek derecelerde pişirildikleri ve yerel üretim olabileceklerine dair veriler sunmaktadır. Pişirim sıcaklıkları yaklaşık 800-850℃ olarak tahmin edilmektedir. Arkeometrik analizler sonucunda elde edilen tüm bu veriler ve bu seramiklerin Orta Tunç Çağı örnekleri ile gösterdiği içerik benzerliği, söz konusu mal grubunun yerel üretim olduğu düşüncesini baskın kılmıştır. Aphrodisias, Beycesultan, Asopos Tepesi’nin yanı sıra Aşağıseyit Höyük’te de bu mal grubu yoğun bir oranda tespit edilmiştir. Asopos Tepesi’nde olduğu gibi Aşağıseyit Höyük’te de bu mal grubundaki seramiklerin yerel üretim olduğunun ortaya konulması, altın boya astar uygulanan seramiklerin Yukarı Menderes Havzası’nda gelişen yerel beğenilerin bir yansıması olarak yorumlanabileceğini ortaya koymaktadır.
Hadrianopolis Güney Nekropolü’nde Ele Geçen Sandalet (Caligae) Raptiyeleri
Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 97-112 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.097
Özet
Tam Metin
Ayakkabı, insanlık tarihiyle birlikte doğa koşullarından korunma ve örtünme ihtiyacının bir sonucu olarak giyimin önemli bir parçası hâline gelmiştir. İnsanoğlu giyimi keşfettiği andan itibaren ayaklarını dış etkenlerden koruma gereksinimi duymuş ve bu gereksinim zamanla ayakkabının ortaya çıkmasına öncülük etmiştir. Ayakkabı, sadece ayakları korumakla kalmayıp, zaman içinde toplumsal statü, milliyet, meslek ve rütbe gibi pek çok farklı konumu da simgeleyen önemli bir göstergeye dönüşmüştür. Roma İmparatorluğu’nda da ayakkabılar, işlevsel kullanımlarının yanı sıra bireylerin sosyal statüsünü ve ekonomik gücünü yansıtan önemli kültürel göstergelerden biri olmuştur. Bu çalışmanın odak noktasını oluşturan sandal raptiyeleri, Karabük ili, Eskipazar ilçesi sınırları içerisinde yer alan Hadrianopolis Antik Kentinin Güney Nekropol alanında gerçekleştirilen arkeolojik kazılar sırasında tespit edilmiştir. Söz konusu nekropol, Dört Nehir Kilisesi’nin güneyinde, Balkayası olarak adlandırılan kayalık bir topografyada konumlanmaktadır. 2018 yılında başlatılan sistematik kazı çalışmaları, hâlen devam etmektedir. Kalkerli bir dokuya sahip olan kayalık alanda, çeşitli tiplerde mezarlar tespit edilmiştir. Nekropol alanının en önemli özelliklerinden biri, Roma ve Bizans Dönemleri boyunca kesintisiz bir kullanım sergilemesidir. Yürütülen sistematik kazı çalışmaları sonucunda günümüze kadar toplam 286 adet kaya mezarı belgelenmiştir. Özellikle 2020-2021 yılları arasında gerçekleştirilen kazı sezonlarında, M-46, M-63, M-84 ve M-116 olarak numaralandırılan mezarların içerisinde, 149 adet sandalet raptiyesi ele geçmiştir. Antik kent kazılarında sıklıkla karşılaşılan bu raptiyelerin, Roma askerî ayakkabısı olarak bilinen caligae ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Raptiyeler, bulundukları mezarların arkeolojik konteksti ve stratigrafik verileri doğrultusunda tarihlendirilmiş; ayrıca Antik Dönem ölü gömme gelenekleri içerisindeki işlevsel ve sembolik rolleri bakımından değerlendirilmiştir.
Some Observations on the Architecture of the Roman Theatre of Iznik (Nicaea)
Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 113-142 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.113
Özet
Tam Metin
The ancient city of Nicaea, located in the Iznik district of Bursa, preserved its feature of being an important center from the Hellenistic Period to the Ottoman Period. In the city, where most of the remains from the Roman period have either been damaged or lie buried beneath the traditional residential area, the most monumental structure attesting to this period is the theatre. The first reliable information regarding the construction stages of the theatre has been obtained through the correspondence between historian and writer Plinius the Younger, who was appointed as the governor of Bithynia, and Emperor Trajan. All details mentioned in the letters, including the changes and additions made during the construction stages, have been confirmed through recent excavations. The Nicaea theatre is the only example within Türkiye’s borders where seating rows (ima cavea) have been fully restored using vault and arch technology. The trapezoidal vaults supporting the lower cavea, the barrel vaults supporting the middle cavea, and the pillars supporting the upper cavea contribute to the structure of the building while also facilitating human circulation. Built with meticulous craftsmanship, the Nicaea theatre is a structure that reflects Roman characteristics while also embodying a uniquely Anatolian identity when compared to its contemporaries. As such, it possesses architectural heritage value that must be preserved. Especially; It stands out with its features such as having reliable historical information about the construction stages, hosting different cultural layers, designing in a hybrid plan, being elevated with a vaulted infrastructure, and having a basilica space, which is not common in Anatolian theatres. In 2024, The Recording, Restitution, and Restoration Project of the Roman Theatre at Nicaea have been applied to protect the multi-layered character, prevent physical destruction and transfer to the future generations in accordance with conservation principles.
Metropolis Tiyatrosu’nun Doğu Analemma Dolgusunda Tespit Edilen A Mekânı: Roma Yapı Mühendisliğiyle Planlanan İşlevsel Bir Uygulama
Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 73-96 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.073
Özet
Tam Metin
Metropolis Antik Kenti’nde bugüne kadar yürütülen kazı ve araştırmalarda, Helenistik Dönem kent ölçeğinde tespit edilen en büyük yapı, kentin kurulu olduğu tepenin güney yamaçlarında planlanan tiyatrodur. MÖ 2. yüzyılın ortalarında inşa edilen tiyatro, koilon, orkestra ve skene gibi birimleriyle Helenistik tiyatro mimarisinin en iyi korunmuş örneklerinden biridir. Roma İmparatorluk Dönemi’nin farklı süreçlerinde tiyatroda gerçekleştirilen ekleme ve düzenlemelerle, yapının birimlerinde değişiklikler meydana gelmiştir. Bunlardan biri, koilonun doğu analemma dolgusunda gerçekleşmiştir. 2018 yılında dolgu alanında yapılan arkeolojik kazılar sonucunda “A Mekânı” olarak tanımlanan yapıyla karşılaşılmıştır. Çalışmanın konusu, bu mekânın fonksiyonu ve bulunduğu alanla ilişkisi üzerinde temellendirilmiştir. Ayrıca malzeme, teknik ve işçilik özellikleriyle, A Mekânı’nın tiyatrodaki inşa süreci araştırılmış, arkeolojik kontekst buluntularının da yardımıyla yapının MS 1. yüzyılın ilk yarısında inşa edildiği değerlendirilmiştir.
Balatlar Kilisesi’ndeki Erken Bizans Dönemi Opus Sectileleri
Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 143-164 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.143
Özet
Tam Metin
Balatlar Kilise olarak tanınan yapı kalıntısındaki arkeolojik kazı çalışmaları, ilk olarak 2010 yılında Gülgün Köroğlu’nun başkanlığında başlamıştır. 2010-2021 yılları arasında, Roma hamamının vestibül (giriş), frigidarium (soğukluk), tepidarium (ılıklık), caldarium (sıcaklık) ve palaestra (oyun/spor alanı) bölümlerinde çalışmalar gerçekleştirilmiştir. 2019 yılı itibarıyla hamamın doğu kesiminde yer alan XVIII, XIX ve XX numaralı mekânlarda kazı çalışmaları başlatılmıştır. Öncelikle Roma hamamının caldariumu olan VIII numaralı mekân, 5 ya da 6. yüzyıl başlarında yeniden düzenlenip kiliseye çevrilmiştir. Latin Haçı planlı caldariumun (VIII numaralı mekân) doğu kesiminde, ortada bir kapı, iki yanda niş olan duvar düzenlemesi değiştirilip XVIII numaralı mekâna içte ve dışta yarım daire planlı bir apsis eklenmiştir. Kazı çalışmaları sırasında yapılan stratigrafik incelemeler, apsisin inşa evreleri, plan özellikleri ve tarihlendirilmesi hakkında önemli veriler sunmuştur. Bu kesimde gerçekleştirilen çalışmalarda, apsis ve bema zemininin opus sectile tarzında mermer plakalarla kaplı olduğu, mermer plakaların henüz belirleyemediğimiz bir tarihte söküldüğü fakat yatak harcının korunarak günümüze ulaştığı görülmüştür. Genelde geometrik kompozisyona sahip opus sectile döşemesi, farklı kompozisyonlardan ve panolardan oluşan bir mimari özelliğe sahiptir. Opus sectile panoların kompozisyon düzenlemeleri, 5-6. yüzyıllara tarihlenen örneklerle benzer özellikler taşımakta olup hamamın kiliseye dönüştürülmesi sırasında, apsisin inşasının ardından apsis zemin döşemesi olarak yapılmış olmalıdır. Bu çalışmada, opus sectile zemin döşemesinin kompozisyon anlayışının çözümlenmesi, tarihlendirilmesi ve çağdaş örneklerle karşılaştırılarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.