166 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Son 1 yıl
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Yeniçeri Kıyafeti Üzerine Bir Değerlendirme

Arış · 2024, Sayı 25 · Sayfa: 33-55 · DOI: 10.32704/akmbaris.2024.196
Tam Metin
Yeniçeriler, Osmanlı ordusunun önemli ve özel askerî birlikleridir. Bu seçkin birliğin kıyafetleri de kendilerine özgüdür. Osmanlı arşivleri, Osmanlı dönemine ait minyatürler, Avrupalı seyyahların ya da elçilerin anlatımları ve yaptıkları gravürler incelendiğinde bu kıyafetin son derece önemli olduğu ve statü göstergesi olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu kıyafetlerin özellikleri, Türk kültüründeki yeri ve tarihi süreçteki değişimi bu makalenin konusudur. Yeniçeri kıyafetleri birkaç parçadan oluşmaktadır. Bu kıyafetin en önemli parçası keçeden imâl edilen başlıktır. Bu başlıklara yeniçeri börkü/yeniçeri keçesi denmektedir. Başlıklar da birkaç parçadan oluşmaktadır. En önemli parçası alın kısmında bulunan silindirik metal bölümdür. Avrupalı görgü şahitlerinin aktardıklarına göre yeniçerilerin üst giysilerinin ve başlıklarının savaş ve barış zamanlarında farklı olduğu anlaşılmaktadır. Alt giyim olarak çakşır denilen, tozluklu ve paçalı olmak üzere çeşitleri bulunan bir giysi kullanmaktadırlar. Çuhadan imâl edilen dolamalar ise yeniçerilerin üst giysisidir. Bu üst giysisinin cübbe veya kaftan olarak adlandırıldığı anlaşılmaktadır. Aynı zamanda baranî adı verilen yağmurluklar da üst giysilerinden biridir. Baranîler de çuhadan imâl edilmiştir. Bunlara zemistanî adı da verilmektedir. Pabuçlar hakkında ise sınırlı bilgi edinilebilmektedir. Kuşkusuz II. Mahmud döneminde yeniçeri ocağının ortadan kaldırılması bunlara ait olan kıyafetlerinde hızlı şekilde yok olmasına neden olmuş ancak Avrupa’da yer alan müzelerde sınırlı sayıda örnek günümüze ulaşmıştır. Bu giyim öğeleri, II. Mahmud’un yeniçeri teşkilâtını kapattığı 1826 yılına kadar yeniçeriler tarafından kullanılmıştır.

Kırsal Mimari Miras Araştırması: Çavdarhisar Evleri

Arış · 2024, Sayı 25 · Sayfa: 57-83 · DOI: 10.32704/akmbaris.2024.197
Tam Metin
Kütahya’nın Çavdarhisar ilçe sınırları içinde yer alan Aizanoi Antik Kenti’nde 2011-2020 yılları arasında yürütülen arkeolojik kazı çalışmalarının yanı sıra 2012-2015 yılları arasında Türk İslam Dönemi araştırmaları da yapılmıştır. Bu araştırma kapsamında eski ilçe merkezini oluşturan dört mahallede, saha ve ofis olmak üzere iki aşamalı olarak ilerleyen faaliyetler gerçekleştirilmiştir. Bunlardan saha faaliyetleri sırasında karşılaşılan örneklerin yerinde tespiti yapılmış, plan-kroki örnekleri alınmış ve fotoğrafları çekilmiştir. Sahadan elde edilen ham veriler, ofis çalışmaları sırasında işlenerek kendi içinde gruplara ayrılmış ve envanter numarası verilerek arşivlenmiştir. Çalışmaların tamamlanmasının ardından toplam üç cami, yirmi beş ev, yirmi beş tahıl ambarı ve on fırının tespiti yapılmıştır. Belirlenen kültür varlıklarının sayısal dağılımına bakıldığında önemli bir bölümünü evlerin oluşturduğu görülür. Moloz taş malzemeli yığma duvarlar ile yer yer hımış duvarlar kullanılarak inşa edilen evler, zemin ve birinci kattan meydana gelmektedir. İç ve dış sofalı plan tipindeki evlerin dışarıdan sade görünümlerine karşın içeride oldukça kaliteli ahşap işçiliğe sahip yüklük, dolap, tavan gibi mekân ögeleri bulunmaktadır. Bu çalışmada mahallelerin meydana gelmesinde önemli bir rolü olan ve antik kent ile iç içe geçmiş yerleşimin dokusunu oluşturan Çavdarhisar evleri ele alınmıştır. Kırsal mimari mirasın önemli örneklerinden olan Çavdarhisar evlerinin plan, cephe ve süsleme açısından değerlendirmeleri yapılarak karakteristik özellikleri üzerinde durulmuştur. İncelenen yirmi beş evin on üçü dış sofalı, on ikisi iç sofalı (karnıyarık) plan tipinde olduğu tespit edilmiştir. İç sofalı plan tipindeki evlerde bu plan tipinin farklı varyasyonları görülmezken dış sofalı plan tipinde beş farklı uygulamayla karşılaşılmaktadır. Evlerin sokağa bakan cephelerinin kat çıkması şeklinde ileriye doğru taşırılması Çavdarhisar evlerinin neredeyse tamamında görülmektedir. Dıştan oldukça yalın görünüme sahip evlerin odalarındaki yüklük ve tavanlarında yer alan ince ahşap işçilikli süslemelerin özgün örnekler olduğu tespit edilmiştir. Kültürel mirasın yok olmadan önce belgelenmesi ve Türk sivil mimari literatürüne kırsal mimari bağlamında katkı sağlaması, çalışmanın özgün değerini ortaya koymaktadır.

Sivas – İlbeyli Kazası Müdürü (1862-?) Şekerzade Osman Ağa’nın Menşurlu’daki Köy Odası

Arış · 2024, Sayı 25 · Sayfa: 105-126 · DOI: 10.32704/akmbaris.2024.199
Tam Metin
Köy odaları, geçmişten günümüze kadar devam eden önemli Türk mimarlık geleneklerinden biridir. Geçmişte köy halkının birlikte veya köydeki zengin ailelerden bir ya da birkaçının inşa ettirdiği köy odaları; günümüzde taziye evi, köy konağı, konuk odası, köy odası gibi isimlerle varlığını devam ettirmektedir. Günümüzde köy odaları; düğün, cenaze, bayram vb. zamanlarda halkın toplanma ihtiyaçlarını karşılayarak eski köy odası geleneğini devam ettirmektedir. Köy odalarının temelde halkın toplanma ve konaklama ihtiyaçlarına hizmet ettiği bilinmektedir. Bu odalar, Türk kültürünün en belirgin özelliklerinden olan konukseverlik ve dayanışma olgularını gözler önüne seren önemli mekânlardır. Mimarî açıdan dış cephede genellikle gösterişten uzak bir görünüme sahip olan köy odaları, iç mekân süslemeleri ile dikkat çekmektedir. Bu çalışmada, Sivas’ın Merkez ilçesine bağlı Menşurlu köyünde yer alan Şekerzade Osman Ağa’nın odası incelenmiştir. Oda, içerisinde yer alan ve yapıyla çağdaş olduğu düşünülen ahşap çerçeveli “Mâşallâh Teâla” kitabesindeki tarihe göre 1880-1881 yıllarında inşa edilmiştir. Doğu- batı doğrultuda dikdörtgen planlı oda nim sekili ve tek katlı olarak inşa edilmiştir. Kaba yonu taş, moloz taş ve ahşap malzemeler ile inşa edilen yapının içerisinde yoğun ahşap süsleme kompozisyonları yer almaktadır. Günümüze değin çeşitli tahribat ve tadilatlar geçirmiş olan odanın inşa edildiği dönemde ahşap süslemelere ek olarak duvar resimlerine de sahip olduğu iç mekânda günümüze gelebilen tek parça ağaç tasvirinden anlaşılmaktadır. Sivas İlbeyli köylerinde benzer örnekleri bulunan “nim sekili” planda inşa edilmiş ve geleneksel konut mimarisinin ahşap bezeme özelliklerini barındıran bu yapı, günümüzde kaderine terkedilmiş durumdadır. Köy odasının aslına uygun biçimde restore edilerek yeniden kullanıma açılması elzemdir. Tanzimat Dönemi’ne ait, banisi ve tarihi belli olan bu önemli halk mimarisi örneği koruma altına alınarak gelecek nesillere aktarılmalıdır.

16. Yüzyıl Osmanlı Hikâye Kültüründe Samek Ayyâr ve Münih Nüshası (Bayerische Staatsbibliothek Cod. Turc 202)

Arış · 2024, Sayı 25 · Sayfa: 85-104 · DOI: 10.32704/akmbaris.2024.198
Tam Metin
Makalenin konusunu Türkçe Dâsitân-ı Samek Ayyâr hikâyesinin bugün Bayerische Staatsbibliothek’te bulunan nüshası (Cod.turc.202) oluşturur. Fars edebiyatının meşhur hikâyelerinden Samek Ayyâr anlatısının Türkçe tercümesi olan eser, içerik, boyut, sayfa düzeni ve sahip olduğu tasarım özellikleri ile ilk kez tanıtılacaktır. Eserin giriş metni kitabın tercüme ve üretim tarihi üzerine kıymetli veriler sunar. Kitabın 16. yüzyıl sonlarında Osmanlı sarayında tasarlanmış Türkçe resimli Kıssa-i Ferruhrûz (British Library Or.3298) ve Kıssa-i Şehr-i Şatrân (İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi T9303) hikâyeleri ile içerik bakımından ilişkili olduğu anlaşılmıştır. Dasitan-ı Samek Ayyâr hikâyesi Osmanlı coğrafyasında üretilmiş resimli nüshaların ardında yatan yaratım sürecinin anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Bugün Bodleian Library’de bulunan 14. yüzyıla tarihlendirilen Farsça Samek Ayyâr hikâyesinin birbirini izleyen 3 cilt halinde hazırlanmış ve resimlenmiş nüshası, anlatının içeriğinin yoğun ve uzun olduğunu ortaya koyar. Bu durum hikâyenin ne kadarının Osmanlı edebiyat ortamına yerleştiği fikrini irdelemeye de izin verir. Osmanlı edebiyatında Samek Ayyâr hikâyesinin kendine ne zaman yer bulduğu ve hikâyenin hangi ciltlerinin Türkçeye tercüme edildiği konusu şimdiye dek tartışılmamıştır. Çalışma, Samek Ayyâr hikâyesinin İran edebiyat ortamından Osmanlı kültür-sanat dünyasına yolculuğunu anlamayı ve anlatının Türkçe nüshaları ile olan ilişkilerini aydınlatmayı amaçlar. 16. yüzyıl hükümdarların, saraylıların ve bürokratların desteği ile resimli ve resimsiz hikâye türünde el yazmalarının üretilmesi ve tüketilmesi konusunda oldukça hareketli bir dönem olarak öne çıkar. Bu makale 16. yüzyıl Osmanlı kültür- sanat ortamında Samek Ayyâr anlatısının yerini anlamayı hedefler.

“İnce Minareli Medrese” Taçkapısı Yahut Dârû’l-Mûlk Konya’nın “Zafer Kapısı” (Bâbü`n-Nasr): Bir Yorum

Arış · 2024, Sayı 25 · Sayfa: 127-163 · DOI: 10.32704/akmbaris.2024.200
Tam Metin
Selçuklu başkenti Konya’da, vaktiyle Selçuklu Sarayı’nın da bulunduğu İç Kale’yi çevreleyen sur tahkimatının dışında ve “Alâeddin Tepesi”nin batı kanadı üzerinde yer alan ve “Sâhib Âtâ Dâr’ûl-hadîsi” ya da daha yaygın olarak “İnce Minareli Medrese” gibi adlarla bilinen yapı, bugüne kadar pek çok çalışmaya konu edilmiş; başta, bânîsi Sâhib Âtâ Fahrū’d-dîn Ali olmak üzere, planı ve özellikle taçkapısı ile yapının mimarı olduğu düşünülen Kelûk bin Abdullah üzerine de çeşitli değerlendirmeler yapılmıştır. Medresenin doğu cephesinin ortasında ve âdeta yapıdan bağımsız bir kütle olarak yükselen anıtsal taçkapısı, tezyinat ve plastisitesiyle, hiç kuşkusuz, Selçuklu çağının en dikkat çekici tasarımlarından biridir ve bu hâliyle müstâkil bir çalışmaya yeniden konu edilmeye muhtaçtır. Medresenin doğu cephesinden çıkma yapan taçkapı, gerisindeki dikdörtgen planlı bir bina kütlesine bağımlı prestijli ve anıtsal bir yapı ögesidir. Hâlihazırda 10.00 m.ye varan bir yüksekliğe sahip olan taçkapının cephe yüzeyi, geniş kuşatma kemeriyle çevrelenen içbükey kavisli derin nişi ile olduğu kadar, cephe kompozisyonunu çevreleyen celî sülüs yazıları ve kabartma olarak işlenmiş çeşitli tezyinî ögeleriyle, fasat düzenini heykelsi bir görünüme kavuşturan yüksek bir geometrik tasarım ve olağanüstü bir yaratıcılık örneği olarak özellikle öne çıkar. Kapı açıklığını örten kemerin ayakları ile taçkapının dikdörtgen prizmal kütlesini iki yandan sınırlandıran enli ve içbükey profilli bordürler üzerine celî sülüs ile istiflenmiş Fetih ve Yâsîn sûrelerinin sarmal bir düzenle birbirine düğümlenerek oluşturdukları mutlak simetri, bütün kütle tasarımının, yazı üzerine kurulduğunu ve taçkapının da özellikle yazı unsurunu öne çıkaran bir inşâ faaliyetinin ürünü olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, taçkapıda, özellikle yazı unsurunun öne çıkartılmış olmasına bakılarak, bu anıtsal yapı ögesinin, bir medreseden ziyâde, Selçuklu başkenti Konya’da, Sultanlığın gücünü bir “kentsel simge” hâlinde kamusal alana yansıtan bir prestij yapısı, başka bir deyişle, Selçuklu Sultanlığının nişânesini taşıyan ve Ortaçağın görkemli anılarını hafızalardan silinmeyecek anıtsal bir “dervâze” görünümüne büründürerek canlandıran sıradışı bir tasarımın ürünü olduğuna kolaylıkla hükmedilebilir. Olağanüstü incelikli olarak, yüksek bir geometri bilgisiyle şekillendirilmiş taçkapıya esas anlam ve karakterini kazandıran en önemli ayrıntıların, muhakkak ki savaşla kazanılmış büyük bir zafer ve fethi kutsamak üzere celî sülüs ile istiflenmiş Fetih sûresi olduğu dikkate alınırsa, bu anıtsal kütlenin, vaktiyle, bir “Zafer Kapısı” (Bâbü`n-Nasr) olarak inşâ edilmiş olduğunu kabul etmemek için hiçbir sebep yoktur. “İnce Minareli Medrese”de, savaşla kazanılmış bir zafer ve önemli bir fethin anısına ithaf olunmak üzere tasarlanmış bir diğer yapı ögesinin de, medreseye adını veren “minare” olduğuna işâret edilmelidir. Dâr’ûl-Mûlk Konya’nın, 13.yüzyılın Ortaçağ kent panoramasında bilhassa öne çıkan ve kilometrelerce öteden algılanabilmesini sağlayan görkemli siluetiyle, sözkonusu “minare”nin, vaktiyle, medresenin mescidine âit bir yapı ögesi olmaktan ziyâde, uzak diyârlardan Selçuklu başkentine gelenleri karşılayan bir “Sultanî kentsel simge” olarak inşâ edildiği açıktır. Bu bağlamda, Selçuklu çağında, kenti batı yönünden hinterlandına bağlayan ve Sultan I.İzzeddîn Keykâvus tarafından dış surlara içten eklemlenmiş bir askerî garnizon olarak inşâ ettirilip sonradan Osmanlı çağında “Zindankale” adı verilen “Ehmedek”in de yer aldığı kent kapısından başlayıp batı-doğu istikâmetinde uzanarak Selçuklu Sarayı’nın bulunduğu şimdiki “Alâeddin Tepesi”ni tahkim eden sur çizgisine ulaşan ana yol güzergâhının nihâyetinde yer alan bu görkemli anıtın, muhakkak ki hendek üzerindeki bir köprü vasıtasıyla irtibatlandırıldığı ve İç Kale’ye batı yönünden dâhil olunmasını sağlayan “Zafer Kapısı”nın önünde ve yol aşırı karşısında aynı mevkide yükselen bir “Zafer Kulesi” olarak inşâ edildiğine şüphe duyulamaz.

Çuvaşça kur- ‘Görmek’ Fiili: Kiplik ve Kılınış Temelinde Bir İnceleme

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2024, Sayı 78 · Sayfa: 113-146 · DOI: 10.32925/tday.2024.122
Çuvaşça kur- ‘görmek’fiili, Çuvaşçada bazı zarf-fiiller ile zaman ve kip eklerini bünyesine alıp dil bilgiselleşerek birtakım işlevsel sözler ve analitik yapılarda izlenir. Örneğin kur- fiilinin Çuvaşçanın şimdiki-geniş zaman biçim birimi ile kalıplaştığı kuran ‘anlaşılan, görünüşe göre’ [< kur-at-ĭn ‘hh. görüyorsun’], bırakım kipi biçim birimi ile kalıplaştığı kurĭsĭn ‘bakarsın, aslında’ [< kur-ĭsĭn ‘hh. görse bari’], [-a] zarf-fiiliyle kalıplaştığı kura ‘göre, için’; kur- fiilinin dönüşlü gövdesi olan kurĭn- ‘görünmek’ fiilinin şimdiki-geniş zaman biçim birimi ile kalıplaştığı kurĭnat’ ‘anlaşılan, galiba’ [< kur-ĭn-at’ ‘hh. görünüyor’], gelecek zaman biçim birimi ile kalıplaştığı kurni̇ ̆ “galiba, anlaşılan” [< kur-ĭn-̇ ̆ ‘hh. görünecek] birtakım kiplik yorumlamalara izin veren işlevsel sözler olarak dikkat çekerler. Bunların dışında kur- fiili, {-sA} zarf-fiiliyle birleşerek Çuvaşçada {-sA kur-} biçiminde, kılınış bildiriminde bulunan bir art-fiil de oluşturur. Son olarak {-nĬ} kurĭnat’ ve {-ni} kurĭnat’ biçiminde kiplik analitik yapılara da kaynaklık eder. Kur- fiilinin kaynaklık ettiği işlevsel sözlerden kuran, kurĭsĭn, kurĭnat’, kurni̇ ̆, kura ile {-nĬ} kurĭnat’ ve {-ni} kurĭnat’ yapıları bilgi kipliği ile açıklanabilecek kiplik yorumlamalara izin vermektedir. {-sA kur-} biçimindeki analitik kurulum ise deneme kılınışını, eylemin özne için yapıldığı benlikçi (egotive) kılınış bildirimini ve kısa süreli yapılan eylemi işaretleyebilir. Bu yazıda kur- fiilinin yukarıda ifade edilen kiplik ve kılınışsal içeriklerinin detaylandırılıp dil bilgisel özelliklerinin bütünlüklü biçimde değerlendirilerek ortaya koyulması amaçlanmaktadır.

Hitap Evirmelerinde Dil Bilgisi Bakımından Sapma

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2024, Sayı 78 · Sayfa: 1-16 · DOI: 10.32925/tday.2024.117
Tam Metin
İlk yazılı kaynaklarından itibaren Türkçede sıkça yer bulan hitaplar, bir göndergeyi karşıdaki kişiye ya da kişilere seslenme yoluyla ileten dil birimleridir. İletişimde kişilerin yaş, cinsiyet, sosyal statü, akrabalık vb. ilişkilerine göre değişiklik gösteren bu birimler, dilin canlılığı ilkesi çerçevesinde sözceleme anındaki bağlam içerisinde kaynak ve hedefin karşılıklı durumlarına göre çeşitli biçim birimlerle çekimlenir. Ancak Türkiye Türkçesinde özellikle son dönem konuşma dilinde rastlanan bazı hitapların, kaynak ve hedefin iletişim anındaki karşılıklı rollerine uygun seçilmediği ve kaynak tarafından kullanılması beklenen / gereken biçim birimleri almadığı saptanmıştır. Kaynağın kendi rolüyle hedefe seslenmesi durumlarında hitap sözüne bazen küçültme ve daima iyelik eki getirilmektedir: anne(ciği)m, baba(cığı)m. Böylece rol sapmasının bir sonucu olarak iyelik ekini dilin kuralları doğrultusunda kullanmaya izni olan bireyin değil, izinsiz olanın kullandığı görülmektedir. Dil bilgisel açıdan olduğu kadar psikolojik açıdan da kusurlu görünen bu kullanımların yanlışlığına bakılmaksızın yaygınlaştığı açıktır. Bu çalışmada rol sapmasının yanı sıra dil bilgisel sapma görünümü de çizen bu seslenmelerin nasıl ortaya çıkmış olabileceği üzerinde durulmuştur. Günlük konuşma dilinden seçilen örnek cümleler, nitel olarak değerlendirilmiş olup konuyla ilgili dünya literatüründe bulunan görüşlere ek olarak Türkiye Türkçesi özelinde, en az çaba yasasının bir sonucudur önermesi tartışmaya açılmıştır. Çalışmada, söz konusu evrilmelere dil bilgisel ve anlamsal açıdan yaklaşılarak bu kullanımların galatımeşhur sayılabileceği üzerinde durulmuştur.

Tatar ve Başkurt Söz Yapımında Yeni Bir Birleşik Ek: +lıklı / +lěklě

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2024, Sayı 78 · Sayfa: 43-70 · DOI: 10.32925/tday.2024.119
Tam Metin
Söz yapımının fonetik, morfolojik, söz birleştirme, söz gruplarının birleşik söze evrilmesi, ek yardımı ile birleşik sözlerin oluşumu, tür ve işlev değişikliği, kısaltmalar gibi çok çeşitli yolları vardır. Türk dilinin yapısı gereği bunların en aktif olanı ise şüphesiz morfolojik yoldur. Ekler, frekanslarına göre üretken, az üretken veya ölü olarak sınıflandırılırlar ve gramerlerimizde ya alfabetik ya da frekansları bakımından sıralanırlar. Frekansları dışında yapı bakımından da eklerin çeşitli tasnifleri vardır. Bunlar, en temelde basit ve birleşik ekler olarak tanımlanırlar. Birleşmelerinin ne zaman gerçekleştiği tam olarak belirlenemeyen birleşik eklerin genel olarak yazı dili tarihinin ilk ve orta dönemlerinde oluştuğu ifade edilir. Ancak bu durum, dilin sürekliliği bağlamında içinde bulunduğumuz zamanın dilin var oluş süreci olarak kabul edilmediğinin de bir göstergesidir. Hâlbuki ek birleşmeleri, bu devamlılık içerisinde yakın dönemde de meydana gelebilir. Bu makale, bir ek birleşmesinin birkaç yönden karşılaştırmalı olarak nasıl tespit edilebileceğine dair yöntem ortaya koymayı hedeflemektedir. Tatar ve Başkurt edebî dillerinde tespit edilen ve insana dair nitelikleri ifade etme işleviyle kullanılan +lIklI (+lIk+lI) ekinin varlığına işaret edilmektedir. +lIk ekinin başka eklerle birleşerek yeni biçimler meydana getirdiğini gösteren örnekler farklı çalışmalarla da ortaya koyulmuştur. Çalışma sırasında tercih edilecek terimde ortaya çıkabilecek belirsizliğin önüne geçmek amacıyla birleşik ek, ek kalıplaşması, ek yığılması terimlerinin kapsamı üzerine düşüncelere yer verilmiştir. Bu düşünceler ışığında +lIklI eki, birleşik bir ek olarak tanımlanmıştır.

Dîvânu Lugâti’t Türk’te Bir Hapaks Örneği Şekirtük İfadesi Üzerine Etimoloji Denemesi

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2024, Sayı 78 · Sayfa: 71-88 · DOI: 10.32925/tday.2024.120
Tam Metin
Kâşgarlı Mahmud’un 11. yüzyılda kaleme aldığı Dîvânu Lugâti’t-Türk (DLT), Türk dilinin zenginliğini ve Ortaçağ Türk dünyasının kültürel mirasını yansıtan önemli bir başyapıttır. Bu kapsamlı eser, dönemin Türkçesinin kelime hazinesini, dil bilgisi kurallarını ve lehçeler arasındaki farkları detaylı bir şekilde incelemektedir. Kâşgarlı, dilin gramer yapılarını titizlikle analiz etmiş ve bu kuralları ilk kez sistematik bir biçimde açıklamıştır. Eserde, kelime tanımları, anlamları, kullanımları ve kökenlerine dair zengin bilgiler verilmiş; ayrıca mitolojik ve tarihî unsurlar da kapsamlı bir biçimde ele alınmıştır. Türk boylarının dil ve kültür özellikleri, dönemin sosyal ve kültürel bağlamı içinde incelenmiş ve bu analiz, eserin evrensel değerini artırmıştır. Bu çalışmada, DLT’de ‘hapaks’ olan şekirtük ‘antep fıstığı’ kelimesi etraflıca ele alınmıştır. Kelimenin etimolojik çözümlemesi, tarihî ve çağdaş lehçelerdeki kullanımlarına dair incelemelerle desteklenmiştir. Kelimenin etimolojisi hakkında çeşitli görüşler bulunmaktadır. İlk görüş kelimenin çigir (~şiGir) ikincisiTürkçe kökenli çiğit sözcüğünden türediği görüşünü savunur. Üçüncü görüş ise kelimenin İranî kökenli çiğit sözcüğünden türediğini ileri sürer. Çalışmada bu üç farklı görüş değerlendirildikten sonra kelimenin kökeni hakkındakiönerimiz verilecektir. Sonuçta ilgilitüm değerlendirme ve tahliller bir araya getirilerek kelime hakkında bir etimoloji denemesi yapılacaktır.

Oğuz Grubu Yazı Dilleri ve Ağızlarında Yeterlik Kategorisi

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2024, Sayı 78 · Sayfa: 89-112 · DOI: 10.32925/tday.2024.121
Tam Metin
Yeterlik, bir eylemin mümkün veya muhtemel olup olmadığının bildirildiği kategoridir. Tarihî ve çağdaş Türk dili alanında yeterlik kategorisinin işaretleyicileri, lehçeleşme seyri ve dil ilişkileri gibi birtakım faktörlere bağlı olarak çeşitlenmiştir. Çağdaş Oğuz alanlarında olumlu ve olumsuz yeterlik için temelde üç tip dizilişten bahsedilebilir: -A bil- ve -AmA- (< -A uma-); -A bil- ve -A bilme- ~ -AmmA- (~ vd.); -p ~ -A bil- ve -p ~ -A bilme-. -A bil- ve -AmA- (< -A uma-) dizilişleri, Türkiye Türkçesinin yazı dili ile Batı ve Kuzeydoğu grubu ağızlarında, Kıbrıs Türk ağızlarında; Balkan (Rumeli) Türk ağızlarında; Suriye Türk ağızlarında; Gagavuz Türkçesinin yazı dili ile ağızlarında kullanılmaktadır. -A bil- ve -A bilme- ~ -AmmA- (~ vd.) dizilişleri, Azerbaycan Türkçesi yazı dili ve ağızlarında; Irak Türk ağızlarında; Türkiye’deki Doğu Grubu ağızlarında; Sungur Türkçesinde; Kaşkay Türkçesinde ve Horasan Türkçesinde yerleşmiştir. -p ~ -A bil- ve -p ~ -A bilme- dizilişleri ise Türkmen Türkçesi ve Harezm Oğuz alanlarında hâkimdir. Diğer taraftan resmî ve baskın dillerle bir arada kullanılan Oğuz alanlarında kopyalanmış sistemler de yaygınlaşmıştır. Örnek olarak İran sahasında Güney Azerbaycan, Sungur, Kaşkay ve Horasan ağızlarında Farsçadaki yeterlik sisteminden kopyalanmış olan başar- ~ başarma- + kip eki + esas fiil + istek ~ emir eki dizilişi yer almaktadır.