1401 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Son 10 yıl
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Artvin Arılı (Demirkapı) Yaylası Kaya Resimleri

Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 304 · Sayfa: 781-818 · DOI: 10.37879/belleten.2021.781
Tam Metin
Doğu Karadeniz’de yayla kültürünün yoğun biçimde yaşandığı yerlerden birisi olan Arılı Yaylası/Demirkapı, önemli bir kaya resim alanını barındırır. Benzerlerine Erzu- rum, Kars, Ardahan, Erzincan, Hakkâri, Ankara, Ordu ve İzmir’de rastladığımız kaya resimlerinin ortak özelliği, göçer kültürlerin günlük hayatlarına dair veriler sunmasıdır. 2019 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni ile bölgede gerçekleştirdiğimiz yü- zey araştırmalarında Artvin ili, Arhavi ilçesi, Arılı Yaylası’na yakın bir yerde; Namaz- gâh/Demirkapı adı verilen bir mevkideki kaya resimlerinde çalışmalar gerçekleştirdik. Kaya resimleri üzerinde fotoğraf ve çizim çalışmaları yapılmıştır. Kaya resimleri üze- rinde gerçekleştirdiğimiz çalışmalarda, resimlerin göçer kültürler ile ilişkili olduğu ve köklerinin Orta Asya’ya kadar uzandığı anlaşılmıştır. Bu çalışmada; kaya resimlerinin Doğu Anadolu-Kafkasya ve Orta Asya’daki benzerleri ışığında tanıtımları yapılmıştır.

The Ottoman State Between Urban Space and Environment: Preserving the Drinking Water of Istanbul

Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 304 · Sayfa: 933-966 · DOI: 10.37879/belleten.2021.933
Tam Metin
This study reveals the contribution of environmental and sanitarian factors to the shaping of the cities, particularly the Ottoman capital Istanbul. This paper, focusing on the second half of the 19th century, discusses the man-made environmental destruction, the water shortage that emerged as a result of uncontrolled urbanization and the Ottoman state’s evacuation process of the Belgrad, Kömürcü and Bahçecik villages due to the threat of disease. Thusly, this paper aims to shed light on the extent to which Ottoman urbanization was exposed to environmental influences.

VI./XII. Asırda Bir Abbâsî Veziri: Adudüddîn İbnü’l-Müslime’nin Siyasî ve İdarî Etkinliği

Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 303 · Sayfa: 423-461 · DOI: 10.37879/belleten.2021.423
Tam Metin
Abbâsî bürokrasisinde uzun yıllar görev yapmış bir aileye mensup olan Adudüddîn İbnü’l-Müslime babası İzzüddîn Abdullah b. Hibetullah’ın vefatıyla birlikte onun yerine üstâdârlığa tayin edilmiştir. Bundan sonraki süreçte etkinliği giderek artan Üstâdâr İbnü’l-Müslime, Vezir İbn Hübeyre’nin zehirlenerek aniden vefat etmesiyle bu makama atanması muhtemel en güçlü aday olarak öne çıkmıştır. Ancak Halife Müstencid, Adudüddîn İbnü’l-Müslime’nin yerine Bağdat’taki siyasî çevrelerle doğrudan bir irtibatı bulunmayan Vâsıt nâzırı (idareci/müfettiş) Ebû Ca‘fer Ahmed b. el-Beledî’yi vezirliğe tayin etmiştir. İdarî açıdan nüfuzunun engellenmek istendiğini anlayan İbnü’l-Müslime ise dönemin etkili şahsiyetlerinden Emîr Kutbüddîn Kaymâz’la ittifak kurmuş ve birlikte Müstencid’i bertaraf ederek Müstazî’yi tahta çıkarmışlardır. Müstazî de ilk icraat olarak İbnü’l-Müslime’yi vezirliğe, Emîr Kaymâz’ı ordu komutanlığına, İbnü’l-Müslime’nin oğlu Kemâlüddîn’i üstâdârlığa tayin etmiştir. Bu çalışma İbnü’l-Müslime ailesinin Abbâsî idarî tarihindeki en etkili şahsiyetlerinden olan Adudüddîn İbnü’l-Müslime’nin bir üstâdâr ve vezir olarak siyasî ve idarî hadiseler üzerindeki rolünü incelemeyi hedeflemektedir. Bunun için öncelikle Adudüddîn’in ailesi, yetişmesi, üstâdârlık yaptığı dönemde Halife Müstencid ve sabık vezir İbnü’l- Beledî ile ilişkileri, ayrıca Vezir İbn Hübeyre’nin zehirlenmesinde herhangi bir etkisinin olup olmadığı meselesi üzerinde durulmuştur. Ardından Müstencid’in öldürülmesi ve Müstazî’nin halife olmasındaki rolü, vezirliğe tayin edilmesi ve Emîr Kaymâz’la girdiği iktidar mücadelesi ele alınmıştır. Ayrıca konu bütünlüğünü sağlamak amacıyla, Adudüddîn İbnü’l-Müslime’nin çevresindeki şahısların birbiriyle ilişkilerine de işaret edilmiştir. Bu anlamda üstlendiği bürokratik görev sebebiyle dönemin nüfuz sahibi bir diğer şahsiyeti olan Sâhibülmahzen İbnü’l-Attâr’la Emîr Kaymâz arasındaki mücadeleye özellikle değinilmiştir. Son olarak İbnü’l-Müslime’nin Halife Müstazî ile arasının açılması ve öldürülmesi hakkında bilgi verilmiştir.

Cumhuriyet Türkiye’sine Geçiş Sürecinde Şûrâ-yı Devlet

Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 304 · Sayfa: 1025-1071 · DOI: 10.37879/belleten.2021.1025
Tam Metin
Osmanlı modernleşmesinin merkez teşkilatındaki değişim ve dönüşümünün bir parçası olarak yapısal reform sürecinin devamını temin maksadıyla Şûrâ-yı Devletin ihdas edildiği açıktır. Yarım asrı aşkın mücehhez ve mümtaz birikimi ile Cumhuriyet Türkiye’sine tevarüs eden Şûrâ-yı Devlet, 1868-1922 yılları arası dönemde sık sık yapısal değişim geçirmiştir. Günümüzde varlığını Danıştay olarak devam ettiren bu kurumun Cumhuriyet dönemindeki yapısını anlamak için, geçiş süreci olarak adlandırabileceğimiz II. Meşrutiyet ve Millî Mücadele Dönemindeki hukuki gelişmelerin ortaya konulması gerekmektedir. Özellikle Millî Mücadele yıllarında TBMM Hükûmeti, Şûrâ-yı Devletin geleceğini ve varlığını sorgularken, İstanbul’da bu Kurum çalışmalarına devam etmekteydi. Dolayısıyla bu geçiş sürecini İstanbul ve Ankara Hükûmetinin Şûrâ-yı Devlete bakışı üzerinden değerlendirmek gerekmektedir. Ankara’da Mecliste Şûrâ-yı Devlet üzerinden yapılan tartışmalar ve dönemin basınında yer alan haberler, heterojen bir imparatorluktan homojen üniter Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecinin sancılarını yansıtır niteliktedir. Şûrâ-yı Devlet ile ilgili daha önce tarafımızca yapılan çalışmada Millî Mücadele Dönemi İstanbul ve Anadolu basınıyla TBMM Zabıt Ceridelerinde Şûrâ-yı Devlete nasıl yaklaşıldığına ve bu bağlamda yaşanan tartışmalara yer verilememişti. Bahsi geçen çalışmanın eksikliği arşivde karşılaşılan yeni belgeler, basında yer alan haberler ve bu dönemde hayata geçirilen bazı hukuki düzenlemeler ışığında bu çalışmada giderilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede bu çalışmada II. Meşrutiyet ve Millî Mücadele yıllarında Şûrâ-yı Devletin geçirdiği değişim süreci; yapılan hukuki düzenlemeler, Osmanlı arşiv belgeleri, dönemin basını ve meclis zabıtları üzerinden tahlil edilmeye çalışılacaktır.

Did Andreas Vesalius’s De Humani Corporis Fabrica and/or Juan Valverde’s Historia De La Composicion Del Cuerpo Humano Really Influence the Anatomy Knowledge in the Ottoman Empire? A Preliminary Study on Shams al-Dīn ʿItāqī’s Tashrīh al-Abdān*

Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 303 · Sayfa: 545-575 · DOI: 10.37879/belleten.2021.545
Tam Metin
Aim of this study was to determine whether Vesalius and Valverde influenced Shams al-Dīn ʿItāqī considering the figures and several statements in Tashrīḥ al-Abdān wa Tarjamān Qibāla Faylasūfān. The statements and figures in illustrated copies of ʿItāqī’s book were examined and compared to those in Galen’s, Avicenna’s, Vesalius’s, and Valverde’s works, then the findings were evaluated. ʿItāqī’s book contains some figures only from Vesalius and/or Valverde’s works, but there is no new explanation related to issues such as the mandible, the sacrum, the rete mirabile, and the uterus. The Latin edition of Valverde’s book published in 1607 was probably the source of the Western-originated illustrations in the manuscript Hüsrev Paşa, Nr. 464 and of all the Western-based illustrations, except for the female figure in the manuscript of Istanbul University, Turkish Manuscripts, TY 2662. Spanish and/or Italian and/or Latin (1589) editions of Valverde’s book were the sources of most of the Western-originated illustrations, except the human skeleton figure in the manuscript of Prof. Uzluk’s personal collection. The information given by the works of Vesalius and Valverde has not influenced the explanations of ʿItāqī. ʿItāqī wrote his book according to the classical anatomical knowledge in the Islamic world of his era and he added Eastern- and Western-originated figures to his book to support/strengthen his statements. Or ʿItāqī work Tasrīḥ al-Abdān originally contained no illustrations. However, later, scribes/copiers added Eastern- and Western-originated anatomical figures to the book to support/strengthen statements at different times.

Tieion Akropolisi

Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 303 · Sayfa: 383-422 · DOI: 10.37879/belleten.2021.383
Tam Metin
Tieion antik kenti, Karadeniz kıyısının batı kesiminde, Kimi antik çağ yazarları tarafından Bithynia ile Paphlagonia arasında sınır olarak kabul edilen Billaos nehrinin (Filyos) hemen yakınında yer almaktadır. Yerleşim, antik ve modern kaynaklar tarafından MÖ 7. yüzyılın ikinci yarısında, Tios adında Miletoslu bir rahibin önderliğinde kurulmuş bir Miletos kolonisi olarak nitelendirilmektedir. Tieion Akropolisinde kazılar sonucunda ortaya çıkarılan MÖ 7. ve 6. yüzyıllara tarihlendirilen İonia seramikleri, yerleşimin Miletos tarafından kurulduğunu doğrulamaktadır. Bununla birlikte önemli bir liman kenti olan Tieion, Karadeniz’in ticaret yolları üzerinde, balıkçılık, şarap üretimi ve tahıl yetiştiriciliğinin ön plana çıktığı bir yerdi. Antik limanın mendirekleri, akropolisteki tapınağı, hamamları, su kemerleri ve tiyatrosuyla Tieion, tipik bir Roma kenti görünümündedir. Yukarı şehir çevresinde son yıllarda yürütülen kazı çalışmalarında kentin kuruluş dönemlerine ait yapı kalıntılarına rastlanmıştır. Bu yapılar dikdörtgen ya da yuvarlak şekilde açılmış bir çukurun içinde iptidai şekilde inşa edilmiş konutlardan oluşmaktadır. Bu konutların içlerinde ve çevrelerinde yapılan çalışmalarda, MÖ 7. yüzyılın son çeyreğine tarihlendirilen, Miletos yapımı Orta Yaban Keçisi II evresi olarak tanımlanan seramik parçaları bulunmuştur. Bu seramik gurubu ile aynı tabakalarda yerel olarak üretilmiş Phryg menşeili koyu gri, siyah ve kahverengi astarlı seramikler de ortaya çıkarılmıştır. Akropoldeki P1 konutunda ise Grek Koloni Çağı tabakalarının hemen altında, olasılıkla Attika Geç Geometrik Dönemi’ne tarihlendirilen pişmiş toprak bir at heykelciği parçası ile karşılaşılmıştır. Bir diğer at figürini parçası da aynı konutta başka bir lokasyonda bulunmuştur ancak, bu ikinci örnek gerek kil yapısı gerekse de stil bakımından yerel üretim olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca bu figürinlerle birlikte çok sayıda yerel imalat çanak çömlek de ortaya çıkarılmıştır. Böylece, Güney Karadeniz’de Grek Koloni Çağı ve Koloni Çağı öncesine dair somut kanıtlar ilk defa elde edilmiştir.

Kosova’ya Yapılan Çerkes Göçü ve İskânı (1864-1865)

Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 304 · Sayfa: 991-1024 · DOI: 10.37879/belleten.2021.991
Tam Metin
XVI. yüzyıldan itibaren Kafkasya’yı hâkimiyeti altına almaya yönelik bir politika izlemeye başlayan ve 1864 yılında Kuzey Kafkasya’yı işgal eden Rusya, bölgede yaşayan Çerkesleri Osmanlı Devleti topraklarına göç etmeye zorlamıştır. 1850’lerde başlayan Çerkes göçleri 1862-1865 yılları arasında yoğunlaşmış ve 1860’ların sonuna kadar devam etmiştir. Sürekli isyanların yaşandığı Balkanlar’da Çerkeslerin savaşçılığından yararlanmak ve Müslüman nüfusunu arttırmak isteyen Osmanlı Devleti, bu dönemde 400.000’den fazla Çerkes’i Rumeli’ye yerleştirmiştir. 9.000-11.000 civarında Çerkes de Kosova’ya iskân edilmiştir. Kosova’ya gelen Çerkesler burada köyler kurmuşlardır. Yeni vatanlarında tarım ve hayvancılıkla uğraşmaya başlamışlardır. Ancak, Kosova’ya yerleştirilen Çerkeslerin büyük bir kısmı burada kalıcı olmamıştır. Avrupa devletlerinin 23 Aralık 1876’da toplanan İstanbul Konferansı’nda Çerkeslerin Balkanlar’ı terk etmesini istemesi ve 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Kosova’da yaşayan Çerkeslerin bir kısmının Anadolu’ya ve Ortadoğu’ya göç etmesine sebep olmuştur. Kosova’da geriye kalan Çerkeslerin büyük çoğunluğu da Balkan Savaşları sırasında ve sonrasında bölgeden ayrılmıştır. Bu çalışmada, 1864-1865 yıllarında Kosova’ya yapılan Çerkes göçü ve iskânını hazırlayan gelişmeler, göç ve iskân sırasında karşılaşılan sorunlar ve bu sorunların çözümü için izlenen politikalar ele alınmıştır.

On the Similarity of Colonialist Policies Implemented Against the Ottoman Empire and the Far East: The Bargains Over Korea After the Shimonoseki Agreement

Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 304 · Sayfa: 967-990 · DOI: 10.37879/belleten.2021.967
Tam Metin
The industrialized Western powers, seeking free trade, raw materials and market, turned their faces to the underdeveloped states of the Middle and the Far East in the 19th century. First Ottoman Empire, then China and Japan became the targets of this process in a short time. Ottoman Empire was transformed into a semi colony between 1856-1881. After China’s defeat against Japan, the French and British diplomats had discussed repeating the policy which they implemented against Ottoman Empire after the Crimean War in 1853-1856, for China. Colonial effects had begun with trade agreement in Ottoman Empire and continued with changes in judiciary, land laws and increasing the rights of foreigners. Also Japan, who learned how to be a colonialist from British Empire, captured the sovereignty and made changes to judicial and social laws in Korea. In this study, we emphasized that the colonial policies were the same everywhere in both the Near East or the Far East. The Archival documents show the similarities to colonial policies implemented in the Ottoman Empire and Korea. The main source of the findings in this study is the diplomatic correspondence of British diplomats in the region, in the National Archives.

Faḍlallāh Al-Ḥurūfī and His World: Power, Religion, and Sufism

Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 303 · Sayfa: 463-505 · DOI: 10.37879/belleten.2021.463
Tam Metin
This article discusses Faḍlallāh al-Ḥurūfī’s relations with political and religious circles in detail from his early youth when he left Astarabad, until his execution at the behest of Mīrānshāh, Timur’s son, in 796/1394. The common opinion of why Faḍlallāh was executed is considered to be either his superstitious ideas or his pursuit of some messianic, and thus power-related, goals. We tried to find some clues to confute such stereotypical approaches. To this end, we tried to determine Faḍlallāh’s view and stance in regard to power by taking into consideration his relationships with statesmen. It was the ʿulamāʾ and the sufis who played the most critical and significant role in Faḍlallāh’s relationships with commoners and statesmen, as well as in his execution. That is why we have placed special emphasis on Faḍlallāh’s ties with the ʿulamāʾ and sufi circles. We discuss how the ʿulamāʾ and sufis tried to disqualify the other flourishing rival groups in the period leading up to Faḍlallāh’s execution.

The Independence Process of Bulgaria and the First Ambassador of the Ottoman Empire to Sofia, Mustafa Asım Bey

Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 304 · Sayfa: 1073-1104 · DOI: 10.37879/belleten.2021.1073
Tam Metin
In this study, the reaction of the Ottoman Empire to the declaration of independence of Bulgaria, the first ambassador of the Ottoman Empire in Bulgaria, Mustafa Asım Bey and his activities are discussed. The study examines the diplomatic activities of the Ottoman Empire against Bulgaria in the period between the autonomy process of Bulgaria and the independence process, the process of recognition of Bulgaria’s independence, the diplomatic relations established with Bulgaria, the biography of Mustafa Asım Bey, the first Ambassador of the Ottoman Empire to Sofia, and his approach to the problems between the two countries. In the article, documents from the Ottoman Archive of Directorate of State Archives (BOA), documents from the Bulgarian State Archives, periodicals and literature were used.