1401 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Son 10 yıl
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Klasik Türk edebiyatının söz algısının gösterge bilimi açısından değerlendirilmesi

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2020, Sayı 70 · Sayfa: 141-168 · DOI: 10.32925/tday.2020.46
Klasik Türk edebiyatına bakıldığında, gösterge kavramının "söz" kelimesiyle; göstergenin gösterilen boyutunun mana, gösteren boyutunun da "lafz" kelimeleriyle karşılandığı söylenebilir. Bu yaklaşıma tarihî süreç içinde baktığımızda klasik Türk edebiyatında XVII. yüzyıla kadar, "söz" kavramının tam olarak bir gösterge şeklinde yorumlanmadığını; çoğu eserde "söz" ile "lafz" kavramlarının birbirinin yerine geçtiğini görürüz. Sözün bir gösterge olarak açıklanışı ancak XVI. yüzyılda sistemleşme yoluna girer. XVII. yüzyıla gelindiğinde şairler, "söz"e gösterge bilimi açısından bakarlar. Bu bağlamda divanlar tarandığında şiirlerde geçen "söz", "lafz" ve "mana" kelimelerinin sayısında XVII. yüzyılda bir artış olur. Örneğin Nef'î'nin yaklaşık 4.300 beyitlik divanında "söz" 172 beyitte geçerken "lafz" 17, "mana" da 236 beyitte geçer. Bu rakamlar bu çalışma için taranan farklı yüzyıllardan alınan on divanda geçen "söz", "lafz" ve "mana" kelimeleriyle ilgili sayısal verilerden çok daha yüksektir. Bu noktada şair Nef'î'nin "söz", "lafz" ve "mana kavramları üzerinde çok düşündüğü sonucuna ulaşılır. Nef'î'nin şiirleri incelendiğinde, Nef'î'ye göre gösterge "söz"dür ve göstergenin düşünsel kavram boyutu İslam'ın dinî değer dünyasına dayanmalıdır. Bu değerlere de "mana" denilmektedir. "Lafz", bu noktada işitimsel koddur ve göstergenin düşünsel kavram boyutu, diğer bir ifadeyle manası olmadığı sürece lafzın bir değeri yoktur. Böylece XIX. yüzyılda yaşayan F. Saussure'ün gösterge ile ilgili düşüncelerini XVII. yüzyılda şair Nef'î, kısmen de olsa düşünmüş ve bu düşüncelerini şiirlerinde dile getirmiştir, diyebiliriz. Çalışmanın önemi de bu açıdan değerlendirilmelidir.

Ebu’n-nasr Sâmânî ve 19. yüzyılda yazılmış bir Uveysi tezkiresi üzerine

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2020, Sayı 70 · Sayfa: 79-139 · DOI: 10.32925/tday.2020.45
Türklerin Müslümanlığı kitleler hâlinde ve devlet kimliğiyle kabulleri, 10. yüzyılda Volga Bulgarları ve Karahanlılar döneminde gerçekleşmiştir. Dine intisapta erken dönemde yaşananları er-Rıhle, el-Kâmil, Mülhakâtü's-Sürâh, Târîhu Kâşgar, Hudûdü'l-Âlem gibi Türkçe dışındaki dillerde yazılmış seyahatname, tarih ve coğrafya kitaplarından öğrenmek mümkün olmaktadır. Söz konusu dönemi anlatan Türkçe eserler, genellikle menakıpname ve tezkire niteliğindedir. Telif veya çeviri olan bu eserlerin istinsah tarihleri ise oldukça geç dönemi işaret etmektedir. Bu çalışmada incelenen Uveysi tezkiresi, H 1219 (1804) yılında istinsah edilmiş olup 75a-83a sayfaları arasında Ebu'n-Nasr Sâmânî, 83a-102b'de ise Sultan Satuk Buğra Han menkabelerini içermektedir. British Library Or. 8161'deki Ebu'n-Nasr Sâmânî menkabesinin ilk yayını olan bu çalışmada yazmanın muhtelif nüshaları ve bunlara dair bilimsel yayınlar değerlendirilmiş, tarihî zeminde Türklerin İslam'a intisabı üzerinde durulmuştur. Makalede, mezkûr dönem hakkında menkabevi bilgi kaynağı olan, British Library Or. 8161'de mahfuz Tezkire-i Buğra Han yazmasında yer alan Ebu'n-Nasr Sâmânî metninin çeviri yazısı ve Türkiye Türkçesine aktarımı yapılmıştır. Ayrıca üzerinde çalışılan bölümün dil bilgisi özellikleri ortaya koyulmuştur. Yazmanın genelinde Çağatayca ögelerin hâkimiyeti söz konusudur ancak bilhassa manzumelerde 14. yüzyıl Doğu Türkçesinin dil özelliklerinin de korunduğu saptanmıştır. Bu bakımdan, Farsça bir metinden çeviri olan yazmanın erken bir çeviri ve geç bir istinsah olduğu söylenebilir.

Yesevi şairi Şems-i Asi’nin Yetimnamesi

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2020, Sayı 70 · Sayfa: 29-78 · DOI: 10.32925/tday.2020.44
Bu makalede öncelikle Yesevi şairi Şems-i Asi'ye ait Yetimname adlı manzumenin Arap harfleriyle yazılmış Ankara ve Leningrad nüshaları kullanılarak tenkitli metni, Doğu Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktarımı, gramatikal dizini ve sözlüğü hazırlanmış; çalışmanın sonuna ise A nüshasının tamamı, B ve C nüshalarından ise birer yaprak verilmek suretiyle tıpkıbasım eklenmiştir. Özellikle Dizin-Sözlük bölümü, bütün sözcükler yer alacak şekilde hazırlanıp biçim bilgisi yönünden incelenmiş ve Türkçe sözcüklerin ses yapısı bakımından tarihî gelişimlerini ortaya koyabilmek amacıyla Eski ve Orta Türkçedeki biçimlerini gösterecek şekilde tanıklama yoluna gidilmiştir. Ayrıca çalışmanın Giriş kısmında Doğu Türkçesinin (yaygın adıyla Çağatay Türkçesinin) dil özelliklerini yansıtan nüshaların ses bilgisi, biçim bilgisi ve söz varlığı bakımından farklılıkları tablo hâlinde ortaya konmuştur. Bu dil verileri kullanılarak nüshaların eskicilliği hakkında bazı sonuçlara varılmıştır. Yapılan değerlendirmeler sonucunda B nüshasının eskicil özellikler gösterdiği, A nüshasının yenicil özellikler taşıdığı, C nüshasının ise iki nüsha arasında A nüshasına daha yakın olduğu görülmüştür.

Eski Uygurca Buddhāvataṁsaka-sūtra tefsirine ilişkin fragmanlar (13, 14 ve 19. Yapraklar)

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2020, Sayı 70 · Sayfa: 7-27 · DOI: 10.32925/tday.2020.43
Bu çalışmanın konusunu oluşturan Sanskritçe Buddhāvataṁsaka- sūtra "çiçek bezeme sūtrası" Çinceye Huayan jing adıyla tercüme edilen Budist bir eserdir. Bu eser temelinde Çin'de Budizm'in Huayan ekolü ortaya çıkmıştır. Bu ekol Çin'de gelişen on üç Budist ekolden biri olup Korecede Hwaŏm ve Japoncada Kegon adıyla bilinir. Bu yazı daha önce neşri gerçekleştirilmemiş Eski Uygurca Buddhāvataṁsaka-sūtra tefsirine ilişkin fragmanlar hakkındadır. Bugün bu fragmanlar Berlin Brandenburg Bilimler Akademisi Turfan Koleksiyonu'nda sırasıyla U 1323 (T I D), U 1326 (T I 2) ve U 1329 (T I L 4) arşiv numaralarıyla korunmaktadır. Bunlar Doğu Asya Budizmi olarak da bilinen Budizm'in Yogācāra kolundan gelişen Faxiang ekolüne ait metin parçalarının bulunduğu en az otuz bölümden oluşan bir derleme eser niteliğinde Eski Uygurca bir yazma eserin 20. bölümün 13, 14 ve 19. yapraklarını oluşturmaktadır. Bu çalışma mevzubahis yaprakların yazı çevirimini, harf çevirisini, Türkiye Türkçesine aktarmasını, metne ilişkin notlarını ve dizin-sözlüğünü içermektedir.

Yeniçeri Teşkilâtına Dair Bir Risale (Değerlendirme-Karşılaştırmalı Metin)

Belleten · 2020, Cilt 84, Sayı 301 · Sayfa: 983-1044 · DOI: 10.37879/belleten.2020.983
Tam Metin
Yeniçeri Ocağı’nın tarihini ve kanunlarını incelemek, araştırmak için mümkün mertebe ilk el kaynakların tespit edilip tetkik edilmesi, ocağın tarihî gelişimini ve değişimini takip etmek açısından mühimdir. Bu hususta ulaşılacak her kaynak bu amaç doğrultusunda araştırmacılara ışık tutacaktır. Bu eserlerden biri de şimdiye kadar tespit edilememiş olan, TTK (Türk Tarih Kurumu) Kütüphanesi Y/228 katalog numarası ve Avusturya Seferine Dair Bir Risale başlığıyla kayıtlı olan Yeniçeri teşkilâtına dair bir risaledir. Müellif veya müstensihini, yazılış tarihini tam olarak tespit edemediğimiz bu risale, Kanuni Sultan Süleyman’ın Avusturya seferine dair kısa bir giriş ile başlamakta, ordunun içinde bulunduğu durumdan hareketle bir takım ocak kanunları, ocağın bünyesindeki iyileştirme ve tamir gibi imar faaliyetleri, muhtelif merasimler, terfi ve azillere dair anlatılar, kışlaların et ihtiyacı, ihtisap ağalığı vb. gibi hususları küçük ve çarpıcı hikâyelerle örneklendirerek anlatmaktadır. Risalenin bir nüshası, Süleymaniye Kütüphanesi’nde Esad Efendi No: 3622’de kayıtlı bir mecmua içerisinde yer almaktadır. İkinci nüsha ise, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi No: 3293’te kayıtlı bir mecmua içerisinde bulunmaktadır. Bu eser, risalenin bir nüshası olduğu bilinmeksizin çeşitli araştırmalarda kaynak olarak kullanılmıştır. Şimdiye kadar tespit edilemeyen TTK nüshası ise, araştırmacılar tarafından bilinmediği için herhangi bir çalışmada zikredilmemiştir. Biz bu çalışma vesilesiyle, İstanbul Üniversitesi nüshası ve TTK nüshasını tespit ederek bilim âleminin istifadesine sunduk, hem de mevcut nüshaların metin karşılaştırmasını yaparak, risalede değinilen konuları birinci ve ikinci el kaynaklardan faydalanarak detaylı olarak izah etmeye çalıştık.

Geleneksel Kazak Kültüründeki Koç Kültüyle İlgili Etnoarkeolojik İncelemeler

Belleten · 2020, Cilt 84, Sayı 301 · Sayfa: 907-958 · DOI: 10.37879/belleten.2020.907
Tam Metin
Kazak ve diğer Türk soylu halkların dünya görüşünde koç oldukça önemli bir kült hayvanı olarak kabul edilmiştir. Eski Kazak mezar taşlarına (koytas, koşkartas) çeşitli koyun/koç tasvirlerinin işlenmiş olması bu uygulamanın arkeolojik kazılarda ortaya çıkan kilden yapılmış koç figürleri ve kaya resimlerindeki (petroglif) çeşitli koyun/koç resimlerinde görülen geleneğe bağlandığını ve bu kültün köklerinin çok eski devirlere dayandığını ortaya koymaktadır. Antik çağlara ait kap kulplarının hayvan biçimli veya özellikle koyun/koçbaşı şeklinde biçimlendirildiği görülmektedir. Koyun/koç ile ilgili kültler, Eskiçağ’da Saka ve Kangli, Ortaçağ’da ise Oğuz ve Kıpçak boylarının yaşamlarında önemli yer tutmuştur. Koçun insanın ruhani düşüncesiyle ve yaşamının dönüşüm anlarıyla ilgili kutsal bir bağa sahip olduğu düşünülmektedir. Halk arasındaki efsane ve inançlara göre koç, gök ve ateşten yaratılmıştır. Bu inanç, birçok eski doğu halkları arasında İslamiyet öncesinde yaygın olan doğa tapınışı ile ilgilidir. Türk soylu halkların inancına göre koyun/koç, koruyucu özelliğinin yanı sıra kutsallara kurban edilebilecek kutsal bir hayvan niteliğindedir. Kazaklar ve Türk soylu halklar arasında evcil hayvanlara ait bazı kemiklerin mucizevî özelliklere sahip olduğu şeklinde, ilginç gelenekler, batıl inançlar ve efsaneler yaygındır. Koyun/koç boynuzu (koşkarmüyüz) şeklindeki süslemenin bu halklar için bereketi ve zenginliği sembolize ettiği anlaşılmaktadır.

II. Gök Türkler Devrinde Sarı Baş (Gök) Türk 黃頭突 Meselesi

Belleten · 2020, Cilt 84, Sayı 301 · Sayfa: 959-982 · DOI: 10.37879/belleten.2020.959
Tam Metin
Eski Türk Tarihinde birçok çözülmemiş sorunlar bulunmaktadır. Gök Türk Tarihi ile ilgili Türkçe yazıtlar olmasına rağmen Çince kayıtlarındaki bazı sorunlara yeterince yardımcı olamamaktadır. T’ang Sülâlesinin veziri Chang Chiu-ling’in (673-740) eserinde geçen “Huang-tou (Sarı Baş) Türkler” ibaresi bu problemlerden biridir. Araştırmanın sonucunda Sarı Baş Türklerin “Sarı (Gök) Türkler” olduğunu, aslında İkinci Gök Türk Devletinin kurucusu İlteriş Kağan’ın (682-692) ailesinin kastedilmiş olduğu anlaşılmıştır. Sarı renkde eski Türk kültüründe “merkezi” ve “meşru” anlamına gelmektedir. “Sarı Baş Türkler” incelenirken, Gök Türk tarihindeki bir dizi iktidar kavgası da ortaya çıkarılmış bulunmaktadır. İlteriş Kağan öldükten sonra çocuklarının yaşları küçük olduğu için kardeşi Mo-ch’uo Kağan (Kapgan Kağan, 692-716) iktidarı eline geçirmiştir. Mo-ch’uo Kağan’ın ölümümden hemen sonra İlteriş Kağan’ın oğulları (Bilge Kağan ve Kül Tigin) iktidara darbe yolu ile el koymuştur. Ancak Bilge Kağan ölünce Mo-ch’uo Kağan neslinden olanlar hâkimiyete başkaldırmışlar ve neticede iki taraf uzlaşmışlardır. Fakat bu güç dengesi uzun sürmemiştir.

Acemhöyük Fayans ve Frit Eserleri Üzerine Arkeolojik ve Arkeometrik Değerlendirmeler

Belleten · 2020, Cilt 84, Sayı 301 · Sayfa: 837-886 · DOI: 10.37879/belleten.2020.837
Tam Metin
Bu makalede Acemhöyük’te bulunmuş Eski Tunç Çağı ve Asur Ticaret Kolonileri Çağı’na tarihlenen fayans ve frit buluntular ele alınmıştır. Anadolu ve yakın komşularındaki benzerleri ile arkeolojik olarak karşılaştırılan eserlerin, kimyasal içerikleri ve renklendirici kullanımları taşınabilir X-ışını floresansı (p-XRF) yöntemiyle tespit edilmiştir. Bu analizler, Acemhöyük’te bulunmuş vitrifiye mallarının renklendirilmesinde mavi renk için bakır, siyah renk için ise manganez kullanıldığını ortaya koymuştur. Buluntuların elementel analiz sonuçları, Acemhöyük’te vitrifiye objelerin en az iki farklı üretim merkezinden geldiğine işaret etmektedir. Arkeolojik ve arkeometrik verilerin beraber değerlendirilmesi ile ortaya konan veriler, MÖ İkinci Binyıl’ın erken dönemlerinde vitrifiye malzemeler için Anadolu’da bir üretim atölyesinin varlığı ihtimalini güçlendirmektedir.

Asur Belgelerinde Kan Parası

Belleten · 2020, Cilt 84, Sayı 301 · Sayfa: 887-906 · DOI: 10.37879/belleten.2020.887
Tam Metin
Bu çalışma Eski ve Yeni Asur Dönemi belgelerinden iyi bilinen “kan parası” uygulaması hakkındadır. Orta Asur Kanununda yer almasa da Kan parasının Asur toplum yaşamında ve hukuk anlayışında önemli bir yer edindiği diğer dönem belgelerinden bilinmektedir. Kan parasının, öldürülen kimsenin yakınları tarafından kazanılan bir hak olduğu anlaşılmaktadır. Asur belgelerinde kan parası dāmu kelimesiyle ifade edilmiştir. Bahsi geçen kelime Eski Asur Döneminde her zaman fonetik olarak yazılmışken, Yeni Asur Dönemi belgelerinde ÚŠ/MÚD logogramıyla da ifade edilmiştir.

II. Meşrutiyet Döneminde İstanbul’da Sosyal Bir Problem Olarak Kumar İlleti

Belleten · 2020, Cilt 84, Sayı 301 · Sayfa: 1143-1174 · DOI: 10.37879/belleten.2020.1143
Tam Metin
Bu çalışmanın temel amacı, II. Meşrutiyet döneminde İstanbul’da toplumsal hayatı derinden etkileyen kumar illetinin yaygınlaşmasının sebeplerini ve Osmanlı Devleti’nin buna yönelik aldığı tedbirleri irdelemek olarak tanımlanır. II. Meşrutiyet dönemi, kronolojik olarak kısa bir zaman aralığını oluştursa da ekonomik ve toplumsal açıdan birçok sarsıntının yaşandığı, tarihsel açıdan çarpıcı bir süreci ifade eder. Bu dönemde görülen sıra dışılıkta; XIX. yüzyılda başlayan ve XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar süren savaşların etkileri, toprak kayıpları, meşruti yönetimle ilgili yaşanan siyasal gerilimler, özgürlükçü ortam, sosyo-ekonomik krizler, ödenemeyen maaşlar, göçler, Avrupa’nın kültürel ve fiziksel etkisine açık olma durumu etkili olmuştur. Yaşanan sosyal, ekonomik ve siyasal gerilimler toplumu derinden etkilemiş sosyal yapıda çözülmeler baş göstermiştir. Bu dönemde içki, kumar, sefâhat ve fuhuş gibi eylemlerin artışı sosyal çözülmenin varlığına işaret etmektedir. II. Meşrutiyet döneminde kumar illeti toplumun sosyal ve ahlakî yapısını sarsıcı boyutlara ulaşmış, aile yapısı zarar görmüş, özellikle memurlar arasında kumarın yayılması devletin itibarını sarsmıştır. Kumarın toplumsal bir hastalığa dönüşmesi Osmanlı hükümetlerinin tedbir almasını gerekli kılmış, ancak yapılan yasal düzenlemeler ve alınan polisiye tedbirler kumarı önleyememiştir. İstanbul, devletin başkenti olarak mevcut sorunları ve gerilimleri en derinden hisseden şehir olmuştur. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı tarzı bir başkente dönüşme sancıları çeken şehirde, aynı anda Batılı yaşam tarzı da etkili olmaya başlamıştır. Bu meyanda eğlence hayatı renklenmiş, kulüpler, barlar, lokantalar, gazinolar ve oteller yeni eğlence mekânlarını oluşturmuştur. Osmanlı başkentinin geleneksel dokusu bozulmuş, kahvehanelerde ve diğer mekânlarda içki, kumar ve sefâhat belirgin hale gelmiştir. Araştırmanın temel kaynağını Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivindeki belgeler oluşturmuştur. İlaveten dönemin süreli yayınlarından yararlanılmıştır.