166 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Son 1 yıl
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

İnşa Tekniği ve Plan Olarak Doğu Akdeniz Geleneğinde Bir Saray: Oylum Höyük Orta Tunç Çağı I Sarayı

Höyük · 2024, Sayı 14 · Sayfa: 15-46 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.2.015
Tam Metin
Oylum Höyük’te, son yıllarda Kuzeybatı Alan’da yürütülen kazı çalışmalarında Orta Tunç Çağı I’e tarihlenen büyük bir saray yapısı açığa çıkarılmıştır. Bir yangın tahribatı ile son bulan yapıda, yangın sırasında ölen iki kadına ait iskelet ile kırılmış ve alt kısımları eksik kaplar bulunmuş olup bunlar bir saldırı ve yağmalamaya işaret etmektedir. Mekânlar içinde açığa çıkan ocaklar, kil sekiler üzerindeki öğütme taşları ve depolama kaplarına ait parçalar, sarayın açığa çıkartılan bölümünün mutfak, depo, kiler ve işliklerden oluştuğunu göstermektedir. Yaklaşık 1050 m2 ’lik bölümü açığa çıkarılan anıtsal yapının kalın duvarları kerpiçle inşa edilmiştir. Batısında bir avlu, doğusunda ise kerpiç bir teras bulunan sarayın dikdörtgen planlı ana bölümü iki aks üzerinde yer alan mekân dizilerinden oluşmaktadır. Çok katlı olan Oylum Höyük Sarayı’nın mimari açıdan en yakın benzerleri Tilmen Höyük OTÇ Sarayı, Alalah Yarimlim Sarayı ve Tell Mardikh Batı Sarayı’dır (Fig. 4a-d). Bir avlu kanadı boyunca uzanan mekân dizilerinden oluşan çok katlı saray planı, avlular çevresine yerleştirilmiş mekânlardan oluşan geleneksel Suriye ve Mezopotamya saray planlarından farklıdır. Plan anlayışı dışında, kalın kerpiç duvarlar, çok katlı olduklarını gösteren merdiven odaları, ahşap sütun ve sütun altlıkları kullanımı Oylum Höyük OTÇ I Sarayı, Tilmen Höyük OTÇ Sarayı ve Alalah Yarimlim Sarayı’nın ortak özelliklerdir. MÖ 2. binyılın başlarında ortaya çıkan bu mimari gelenek, Suriye saray mimarisinde Doğu Akdeniz’in özellikle kuzey kesimine özgü yeni bir anlayışı ortaya koymaktadır.

Defense Systems at Klazomenai and their Role in the Urbanization Process of the Site from Early Bronze Age into the Late Archaic Period

Höyük · 2024, Sayı 14 · Sayfa: 69-90 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.2.069
Tam Metin
Klazomenai, in North Ionia, is unique in comparison to the other city-states in the region because of diverse archaeological evidence. Current data from the settlement suggest a smooth transition from the end of the second into the first millennia BC. In this article, we discuss the development of the defense systems of Klazomenai dating to the Early Bronze Age II (EBA) and the Archaic period. Excavations in the area close to the Olive Oil Plant of the sixth century BC revealed a bastion of the EBA II, protecting the lower town of a site (Level 1), which has an upper citadel located at Liman Tepe. Following its termination, the area was used for pottery production and as a cemetery during the Early Iron Age (from ca. 11th century into the early 7th century). In the early seventh century BC, the construction of the fortification wall protecting Klazomenai, define the limits of the asty and marks the formal design of the urban layout of the site (Level 3a). The use of the area as a burial ground was terminated following the construction of the defense system. The formation of the various extramural cemeteries surrounding Archaic site is linked with this change. Architectural features of the fortification wall of the seventh century BC, with a glacis, reflect a well-rooted tradition of Iron Age Anatolia. The construction of the gateway with a deep corridor marks the final phase and belongs to the late sixth century BC (Level 3b).

Epigrafik ve Arkeolojik Veriler Işığında Alexandria Troas’taki Kültler ve İkonografileri

Höyük · 2024, Sayı 14 · Sayfa: 91-108 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.2.091
Tam Metin
Kuzeybatı Anadolu’nun en büyük yerleşimlerinden biri olan Alexandria Troas antik kentinin, kuruluşundan itibaren yazılı kaynaklar ve arkeolojik buluntuların verdiği bilgiler ışığında çeşitli inanışlara ve kültlere ev sahipliği yaptığı görülmektedir. Antik kentteki en eski kültlerin başında Apollon Smintheus kültü gelmektedir. Günümüzde yaklaşık olarak Çanakkale ili sınırlarını kapsayan Troas Bölgesi’nin en eski ve saygı gören kültlerinden olan Apollon kültü, Smintheus sıfatıyla Homeros’un İlyada Destanı’ndaki dizelerinde ilk kez karşımıza çıkmaktadır. Apollon Smintheus kültü, antik kentte kuruluş evresinden itibaren tanınsa da asıl güçlü ilişki Roma İmparatorluk Dönemi’nden itibaren, Gülpınar’daki Apollon Smintheus Tapınağı’nın Alexandria Troas’ın ana kült merkezi olmasıyla, MS 3. yüzyıla kadar sürmüştür. Apollon’un yanı sıra antik kentte varlığı bilinen Dionysos ve Aphrodite kültleri de yazıtlar yardımıyla tanınmaktadır. Roma Dönemi’yle birlikte sikkeler üzerindeki betimlerden tanıdığımız Tykhe de kent tanrıçası olarak antik kentte saygı gören kültlerden biri olmalıdır. Karia Bölgesi’nde Lagina’da bulunmuş olan MÖ 81 yılına tarihli Grekçe bir yazıt yoluyla kurabildiğimiz Hekate ile Alexandria Troas arasındaki dinî bağın erken Geç Helenistik Dönem’e kadar gittiği, son yıllarda Forum’da yürütülen kazılar sırasında bulunmuş olan farklı boyutlardaki üç gövdeli Hekate heykelleri ise kültün Roma Dönemi’ndeki varlığı ve kültün bu kentte daha eskiye dayandığının somut kanıtı niteliğindedir. Alexandria Troas’ın İmparator Augustus ile birlikte bir koloni yerleşimi haline gelmesinden sonra kente kazandırılan kültlerden biri de İmparatorluk kültüdür.

Avrasya Geç Miyosen Dönem Microstonyx (Suidae) Taksonomisine Genel Bir Bakış

Höyük · 2024, Sayı 14 · Sayfa: 1-14 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.2.001
Tam Metin
Doğu Akdeniz Bölgesi’nde Geç Miyosen Dönem’de (11,63-5,333 milyon yıl) Microstonyx’in paleobiyocoğrafik dağılımı ve biyostratigrafik farklılığı uzun bir zamandır paleontoloji literatüründe tartışılmaktadır. Zaman, cinsiyet ve bölgesel farklılıkların karmaşası bu Geç Miyosen Dönem domuzunu Avrasya Bölgesi’nde oldukça karakteristik kılmaktadır. Vallesian ve Turolian dönemlerde açık ve kuru alanların artmasıyla birlikte Microstonyx’ler yaşam alanındaki ekolojik farklılığa çok çabuk adapte olabilmiştir. Morfolojik küçük farklılıklar Microstonyx’in alt tür ayrımını son derece hassas kılmıştır. Bu alt türün (subspecies) durumu üç farklı temel prensibe dayanır. Bunlardan ilki kronolojik sıra, ikincisi coğrafik dağılım ve üçüncüsü ise MN 12’den itibaren gerileyerek azalan ölçüleridir. MN 12/13 Dönemi’nde türlerin yok oluşu zirve yapmış ve Akdeniz ve Patratetis’in (7-5 milyon yıl) çekilmesiyle eş zamanlı olarak bu durum sona ermiştir. Akdeniz’den Orta Avrupa’ya kadar olan coğrafik bölgelerde MN 13’e kadar olan süreç içinde, Microstonyx’in yaşanabilir göl sistemleri içinde savana benzeri açık alanlardan ziyade bu alanların daha yeşil yüksek yerlerinde var olmaları bu hipotezi destekler niteliktedir. Ayrıca cranial morfolojisi ve ekosistemde paylaştığı ortak fauna da bu durumu doğrulamaktadır. Microstonyx’in evrimi, spesifik olarak ekolojik değişikliklere karşı çok esnektir. Bu çalışma, Geç Miyosen Dönem’de Doğu Akdeniz Bölgesi’nin yaygın domuzu olan Microstonyx’in coğrafik ve stratigrafik farklılığının yanında ekolojik uyumuna genel bir bakış açısı getirmeyi hedeflemiştir.

Aspendos’tan 12. Yüzyıla Tarihlendirilen Bir Depolama Birimi ve Kentin Akdeniz Ticaretindeki Yeri Üzerine Yeni Bulgular

Höyük · 2024, Sayı 14 · Sayfa: 231-256 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.2.231
Tam Metin
Araştırma makalesinin konusunu, Antalya ili, Serik ilçesi, Belkıs Mahallesi sınırları içerisinde yer alan Aspendos Antik Kenti’nde, 2019 ve 2020 yılları arasında Roma Bazilikası’nın Vestibulum bölümünde sürdürülen kazı çalışmalarında açığa çıkartılan bir depolama birimi oluşturmaktadır. V3 kodlamasıyla tanımlanan arkeolojik sektörde gerçekleştirilen kazılarda, bazilikanın son kullanım evresi olduğu düşünülen, MS 12. yüzyıla ait bir mekânla karşılaşılmıştır. Vestibulum’un iç kuzeybatı köşesine bitiştirilerek yapılan bu küçük kare planlı mekân, düzensiz taş bloklarla şekillendirilerek harçla tutturulmuştur. Anıtsal boyutlardaki Roma Bazilikası MS 5. yüzyılda kiliseye çevrilmiş, MS 12. yüzyılda ise Bazilika’nın, en azından Vestibulum’unun içi, ya dinî ya da özel kullanım amaçlı mütevazı teknikte inşa edilmiş bir yaşam alanına dönüştürülmüştür. Çalışmanın hedeflerinden biri, bahsi geçen zaman diliminde, bu tip yalın görünümlü konut alanlarında, depolama şeklinin, fonksiyonun ve bununla bağlantılı saklama koşullarının nasıl bir görünüme sahip olduğunu dayanak noktalarıyla birlikte açıklığa kavuşturabilmektir. Ayrıca, bu özel alanın içinde ele geçirilen ticari amphoralar araştırma kapsamına dâhil edilerek bunlardan en uygun sonucu vereceği düşünülen toplam 10 adet ticari amphora değerlendirilmiştir. Aspendos örneklerinin üç ayrı tip içerisinde sınıflandırılabileceği önerilmektedir. Bu tipler göz önüne alındığında, Aspendos’un söz konusu dönemde Akdeniz’deki ticaret ağının bir parçası olduğu, Myra (Demre) gibi komşu yakın kentlerin yanı sıra başkent Konstantinopolis’i de içine alan deniz aşırı uzak merkezlerle de yakın ilişkiye girdiği anlaşılmıştır.

Antik Dönemde Pisidia Antiokheiası’nda Tarım ve Tarım Aletleri

Höyük · 2024, Sayı 14 · Sayfa: 199-230 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.2.199
Tam Metin
Makalede, Pisidia Antiokheia kazılarından açığa çıkarılan tarım ve bağcılık aletlerinden yola çıkılarak Antiokheia’da yapılmış olan tarım ve tarım aletleri konu edilmiştir. Phrygia-Pisidia sınırında Sultan ve Karakuş Dağlarıyla çevrili oldukça verimli arazilere sahip olan Yalvaç Ovası’nda yerleşim Neolitik Çağ’dan başlayarak günümüze kadar hiç kesintiye uğramadan devam etmiştir. Bu süreklilik Yalvaç ilçesine bağlı 38 köyün tamamının altında ya da yanı başında Tunç Çağı ve öncesine tarihlenen Höyük yerleşimlerinde izlenmektedir. Höyüklerde bulunan ezme ve öğütme taşları, üretilen buğday, arpa ve diğer ürünlerin arkeolojik belgeleridir. Hayvancılığa elverişli olan dağlardan çıkan suların oluşturduğu fazla derin olmayan vadilerde akan çayların kıyıları, yerleşim alanı olarak tercih edilmiştir ve buralarda tarımsal faaliyetlerin yapıldığı bilinmektedir. Kazılarda başta saban parçaları olmak üzere kazma, kürek gibi tarım aletlerinin yanı sıra bağcılıkta kullanılan tahra, balta, testere gibi çok sayıda demirden yapılmış alet açığa çıkarılmıştır. Makalede Doğu Roma İmparatorluk Dönemi tarım ve tarım aletleri detaylıca ele alınmıştır. Kentte, 2015 yılında yapılan kazılarda açığa çıkarılan Atriumlu evin kilerinde; pithoslar içerisinde bulunan buğday, nohut ve mercimek kalıntıları Antik Dönem’de yetiştirilen ürünler hakkında bilgi vermektedir. Yoğun bulunan bağcılık aletleri, Antiokheia halkının özellikle üzüm bağları konusunda gelişkin bir teknolojiye ve bilgiye sahip olduklarını göstermiştir. Kentte bulunan demirci fırını ve atölyesi bu eserlerin Antiokheia’da üretildiğini belgelemiştir. Antiokheia’da gelişkin bir metal alet üretim geleneğinin olduğunu kentte açığa çıkarılan çok sayıda eser kanıtlamaktadır. Makalede kazılarda bulunan aletler tanıtılarak benzer örnekleri ve buluntu kontekstleri dikkate alınarak bir tarihlemeye gidilmiştir. Aletlerin büyük bir kısmı MS 10-11. yüzyıla tarihlenirken; bazıları MS 6-7. yüzyıl tarihini vermektedir.

İngiltere Dış Politikası Ve Türkiye İçin Amerikan Mandası Tasarısı (1918-1919)

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 110 · Sayfa: 361-386 · DOI: 10.33419/aamd.1577611
Tam Metin
Bu makale, Birinci Dünya Savaşı sonrasında düzenlenen Paris Barış Görüşmeleri sürecinde İngiliz hükûmetinin İstanbul, Boğazlar ve Doğu Anadolu’yu birlikte ya da ayrı ayrı birer manda yönetimi idaresine dönüştürme ve bu yeni idarenin sorumluluğunu Amerika Birleşik Devletleri’ne yükleme planını incelemektedir. İngiliz diplomatların birbirleri arasında, Londra ile, Paris’te bulunan İngiliz delegeler ile ve Washington’da görüştükleri Amerikalı yetkililer ile yaptıkları yazışma kayıtlarını inceleyen makale Osmanlı Devleti’nin geleceğine dair tartışmaların başladığı görüşmelerin ilk dönemine odaklanmaktadır. Henüz Anadolu’da Millî Mücadele’nin başlamadığı, İstanbul’da resmî olarak İngiliz Ordusu tarafından yönetimin ele geçirilmediği, Yunan Donanması’nın İngiltere desteğiyle İzmir’i işgale başlamadığı, Osmanlı topraklarının geleceğinin belirsiz olduğu bu dönemde diplomatların üzerinde anlaşamadıkları birçok tasarı mevcuttur. Bölgede kurulacak bir Amerikan Mandası önerisi üzerine de geniş çaplı bir tartışma yürütülmüş ve bunun sonuçları ile ilgili bir uzlaşma sağlanmamıştır. Üzerinde mutabakat oluşan tek sonuç, Amerikalıların bölge ile ilgili konularda yeterince tecrübe ve bilgi sahibi olmamasıdır. Ne var ki Amerikalıların bakış açısından durum oldukça farklıdır. Amerikalı diplomatlar, İngiltere’nin bölgede alışkın oldukları sömürge düzenini tesis etmeye ve burada kuracakları hâkimiyet yoluyla Hindistan ve yeni ele geçirdikleri Afganistan yolunu açık tutmaya çalıştıklarını iddia etmektedirler. Bu makale; Birinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikalıların dış politikada İngiltere’nin rehberliğine artık ihtiyaç duymadığını; Amerikalıların bir süredir yardım kuruluşları, misyonerler, ticari acenteler yoluyla bölgenin en önemli liman kentlerinde nüfuz alanı yaratmış olduğunu ve bunun siyaseten desteklendiğini; İngiliz diplomatların düşüncesinin aksine Amerikalıların özellikle kıyı kentleri, İç Anadolu ve Doğu Anadolu’da etkin bir şebeke kurduğunu ve bölgede artan İngiliz karşıtlığından faydalanmaya çalıştığını ortaya koymaktır. Bu çerçeve etrafında makale, İngiltere’nin savaşın hemen sonrasında Duyun-ı Umumiye’yi tekrar kurmak için harekete geçmesi ile Amerikalıların Karadeniz kentlerinde ticari temsilcilikler oluşturması arasındaki ayrıma dikkat çekmeyi hedeflemektedir. Genel olarak makale, Britanya İmparatorluğu’nun yerini iktisadi ve siyasi olarak ABD’nin almaya başladığı iki dünya savaşı arasındaki döneme ait bir örnek vaka olarak Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiliz hükûmeti tarafından Anadolu’da kurulması planlanan bir Amerikan Mandası ve sonrasında İngiltere ve ABD arasında yaşanan ayrışma sürecini incelemektedir.

Trakya’da Mübadele’nin Paşaili Gazetesine Yansımaları

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 110 · Sayfa: 387-426 · DOI: 10.33419/aamd.1577625
Tam Metin
1923-1924 yıllarında gerçekleşen Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi gerek genel ölçekte gerekse yerel ölçekte birçok çalışmaya konu olmuştur. Özellikle yerel ölçekteki çalışmaların sayısı arttıkça mübadelenin birçok bilinmezi ortadan kalkmış ve panoraması genişlemiştir. Yerel ölçekli çalışmaların en önemli kaynaklarından biri şüphesiz ki yerel periyodik yayınlardır. Bölgesel gelişmelere dayalı yayın yapan bu periyodik yayınların sütunlarından dönemin ulusal basınına ya da dönemin resmî yazışmalarına/kayıtlarına yansımamış birçok meselenin izini sürmek mümkündür. Bahsi geçen bu durum, bu makalede incelenen Trakya bölgesi için de geçerlidir. Bu makalenin amacı, mübadelenin gerçekleştiği dönemde Trakya’da yayın yapan ve nüshalarına erişilebilen tek süreli yayın olan Paşaili gazetesi üzerinden mübadelenin Trakya’daki işleyişini incelemektir. Mevcut literatürde Trakya bölgesinde mübadeleyi konu edinen çalışmalar, konuya spesifik bir il -Edirne, Tekirdağ gibi- özelinde eğilen çalışmalardır. Trakya’da mübadele konusu, henüz bir bütün olarak ele alınmamıştır. Önceki satırlarda önemine değindiğimiz spesifik bir kaynak -Paşaili gazetesi- üzerine inşa ettiğimiz bu çalışma, bir kitap ya da tez konusu olacak ölçekte geniş bir konu olan Trakya’da mübadeleyi uçtan uca incelemeyecek, makalenin kapsamı, Trakya’da mübadelenin Paşaili gazetesine yansıyan yönleriyle sınırlı kalacaktır. Bununla beraber çalışmanın kapsamı her ne kadar Paşaili gazetesine yansıyan bilgilerle sınırlandırılsa da gelecekte bu konuya eğilecek olan araştırmacılar için bir dibace niteliği taşıyacaktır. Bu çalışmada, nitel araştırma yönteminin veri toplama yöntemlerinden biri olan doküman analizi yöntemi takip edilmiştir. Paşaili gazetesinde, Trakya’da mübadele hususunda arşiv belgelerine, ulusal basına ya da basılı eserlere yansımamış birçok bilgi yer almaktadır. Mübadelenin birinci elden tanığı olarak nitelendirebileceğimiz bu gazeteden, Trakya’ya getirilen mübadillerin geldikleri yerler, mübadillerin sayıları, ne işle meşgul oldukları, genel sağlık durumları ve yakalandıkları hastalıklar, Trakya’nın hangi şehir/kasaba/köylerine iskân edildikleri, yolculuk aşamasında ve iskân sonrasında karşılaştıkları sorunlar, Trakya’ya iskân edilen mübadillere yapılan maddi ve aynî yardımlar gibi birçok husus hakkında doyurucu bilgilere ulaşılmış ve edinilen bu bilgiler doğrultusunda Trakya’da mübadele konusu üzerine değerlendirmelerde bulunulmuştur.

Türk Hava Kuvvetlerinin İlk Pilotu: Mehmet Fesa Evrensev

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 110 · Sayfa: 327-360 · DOI: 10.33419/aamd.1577585
Tam Metin
Sanayi İnkılâbının sonuçlarının havacılık sektörüne uyarlanması ile ilk motorlu uçak gökyüzü ile buluşmuştur. Bu sürecin yansıması olarak ordu envanterine uçağı ilk dâhil eden devletler, ABD, Fransa ve İtalya olmuştur. Batılı devletlerin uçakları envanterlerine dâhil etmesi üzerine Osmanlı Harbiye Nezareti, 1911 yılında iki personelin Avrupa’da pilotaj eğitimi görmesi amacıyla girişimlere başlamıştır. Neticede ordulara yayımlanan bir genelge ile yapılan sınav sonucu, Süvari Yüzbaşı Mehmet Fesa Bey ile İstihkâm Üsteğmen Yusuf Kenan Bey, pilotaj öğrenimi almaya hak kazanmıştır. Mehmet Fesa Bey, Fransa’daki Bleriot Tayyare Fabrikasının Uçuş Okulu’nda eğitim alıp başarılı olan ilk Türk subayıdır. Böylece kendisi Türk Hava Kuvvetlerinin ilk pilotu olmuştur. Kendisi Fransa’nın 780, Türk Hava Kuvvetlerinin 1 numaralı pilot brövesinin sahibidir. Fransa’dan dönüşte, bir Türk pilotu olarak Türk göklerindeki ilk uçuşu icra etmiştir. Balkan Harbi’ne katılmış, yaptığı keşiflerle komuta makamlarının orduyu sevk ve idaresine katkılar sağlamıştır. Birinci Dünya Harbi’nin başında Kafkas Cephesi’nde görevlendirilmesine karşın, Rusların Mehmet Fesa Bey’i taşıyan gemiyi vurması üzerine esir düşerek, altı yıl süreyle Sibirya’da kalmıştır. 1920 yılında esaretten dönmüş ve Türk İstiklâl Harbi’ne Doğu Cephesi Muharebeleri sırasında katılım sağlamıştır. Millî Mücadele’den sonra binbaşı iken emekli olmuş ve bir süre tercümanlık yapmıştır. 1951 yılında hayatını kaybetmiştir. Bu çalışma, Millî Savunma Bakanlığı Arşiv ve Askerî Tarih Daire Başkanlığı (Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı) Arşivi’nden (ATASE) temin edilen belgeler ile dönemi yansıtan tetkik eserler, süreli yayınlar ve hatıratlar çerçevesinde ortaya konacaktır. Araştırma, Türk havacılık tarihinde müstesna bir yeri olan ve Türk Hava Kuvvetlerinin ilk pilotu olan Mehmet Fesa Evrensev’in tarihteki yerini ve durumunu ortaya koymuştur.

Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Hastalık Ve Evlilik: Besim Ömer Akalın’ın Fen Ve İzdivaç İsimli Eserinin Tıp Tarihi Açısından Değerlendirilmesi

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 110 · Sayfa: 473-520 · DOI: 10.33419/aamd.1577681
Tam Metin
Besim Ömer Akalın, tıp tarihinde yer tutan önemli şahsiyetlerden birisi olmakla birlikte özellikle Osmanlı’nın son dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında sağlık politikalarına yön verilmesi konusunda fikirleriyle dikkate değer girişimlerde bulunmuştur. Sağlık alanını ilgilendiren birçok kitap ve makale kaleme almıştır. Müstakil olarak ele aldığı kitapların yanı sıra seri olarak yazdığı eserleri de bulunmaktadır. Çalışmamızda nitel araştırma yöntemlerinden biri olan doküman analizi yöntemi kullanılmıştır. Bu kapsamda Besim Ömer Akalın’ın Fen ve İzdivac Evlenebilecekler ve Evlenemeyecekler isimli eserinin Osmanlı Türkçesinden çeviri yazısı yapıldıktan sonra sadeleştirme yapılarak günümüz Türkçesine özet metin şeklinde aktarılmıştır. Çalışma, temelde nüfus politikasını ilgilendiren ve dönemin yaygın anlayışını dile getiren seri olarak kaleme aldığı eserlerindendir. Eser, insan neslini “iyileştirme” ve bu “iyileştirme” üzerine kurguladığı sistemi anlattığı ve önerilerde bulunduğu geneli ilgilendiren fikirlerini içermektedir. Eserde ağırlıklı olarak evliliği etkileyebilecek bulaşıcı hastalıklara, yaş uyumuna, nasıl bir eş seçilmesi gerektiğine ve nüfusun geleceğini olumlu ya da olumsuz şekilde etkileyebilecek hususlara değinmektedir. Eser, daha önce ele alınarak kapsamlı bir değerlendirmesi yapılmamıştır. Bu doğrultuda çalışma kapsamı olarak eser özelinden hareket edilerek günün nüfus politikalarına, yaygın bulaşıcı hastalıklarla birlikte yaygın ve bulaşıcı olmayan hastalıklara, insanların içerisinde bulunduğu ruhi hâllerin evlilik müessesine olan etkisine ve ırk ıslahı yönündeki dönem tartışmalarına değinilmiştir. Çalışma, Besim Ömer Akalın’ın ilgili eserinde ileri sürdüğü görüşlerinin eserini yayımladığı dönem şartlarında hangi bilimsel temellere oturtmaya çalıştığını sorgulayarak dönemin diğer yazarlarının benzer konulardaki görüşleri ile karşılaştırılmasını ve dönemin genel yöneliminin ortaya çıkarılmasını amaçlamaktadır. Ayrıca Besim Ömer Akalın’ın bazı görüşlerinin günümüz bilimsel bakış açısıyla ifade ettiği geçerlilik de tartışılarak söylemlerinin zamanının ötesine geçip geçmediğinin ortaya konulması hedeflenmiştir.