742 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Son 5 yıl
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

KAYNARCA (SAKARYA) ŞEYHTIMARI KONAK KÖYÜ KİLİMLERİ

Arış · 2020, Sayı 17 · Sayfa: 120-139 · DOI: 10.34242/akmbaris.2020.143
Tam Metin
Kaynarca, Orta Asya’dan Anadolu’ya gelerek yerleşik düzene ilk geçen ve tarım faaliyetlerine başlayan Türkmen grupları olan Manavların yoğun olarak yaşadığı bir ilçedir. Manavların, geçmiş yıllarda dokumacılıkla uğraştıkları köyler tespit edilerek, kilim dokumacılığının yoğun olarak yapıldığı köylerden biri olan Şeyhtımarı Konak köyü araştırma bölgesi olarak belirlenmiştir. Şeyhtımarı Konak ve civar köylerde her evde kilimlere rastlamak mümkündür, ancak günümüzde dokuyan kimse kalmamıştır. Evlerde kalan son kilim örneklerinin belgelenmesi önem kazanmaktadır. Yöreye gidilerek, geçmişte kilim dokumacılığı ile uğraşan kişilerle görüşülmüş, dokumacılığın geçmişi ve şu andaki durumu ile ilgili bilgiler alınmıştır. Şeyhtımarı Konak köyü camisinde 3, evlerde 12 adet olmak üzere ulaşılabilen toplam 15 adet (yeşili, kandilli, çizgili nağışlı, sofralı, örnekli, yenidünya, çöp, kelebekli, koca nağışlı, tekel nağışlı ve parmaklı kilim) kiliminin yapımında kullanılan hammadde ve tezgâh tipleri ile ilgili bilgiler alınmış; en boy ölçüleri, dokuma tekniği, motif, renk ve kompozisyon özellikleri incelenmiş, fotoğraflarla belgelenerek bilgi formları hazırlanmıştır. Manav Türklerinin dokuduğu kilimlerin en belirgin özelliği keten iplik kullanılmasıdır.

Yeni Bir Knidos Amphora Tipi: Küçük Knidos Amphoraları

Belleten · 2020, Cilt 84, Sayı 300 · Sayfa: 503-542 · DOI: 10.37879/belleten.2020.503
Tam Metin
Knidos’ta son yıllarda sürdürülen kazı ve araştırmalarda mezar hediyesi olarak mezarlara bırakılmış küçük boyutlu amphoralar tespit edilmiştir. Mezarlarda görülen bu amphoralarla, kent içindeki kazılarda çok nadiren karşılaşılması dikkat çekicidir. Bu amphoralar uzun silindirik boyunlu, aşağı doğru daralan ovoid gövdelidir. Kaide/dip topaç ya da silindirik görünümlüdür. Form özellikleri ile Standart Knidos amphoraları ve üretici Zenon’un ismiyle tanınan Zenon Amphoraları ile yakın benzerlikler göstermektedirler. Ancak küçük boyutları ile bu tip amphoralar hem standart Knidos hem de Zenon amphoralarından ayrılırlar. Ortalama 30cm yüksekliğinde olan bu amphoraların 2.80- 3.30litre kapasiteleri vardır. Form özellikleri ile Standart Knidos amphoraları ve Zenon Amphoralarını model alan bu yeni tip, M.Ö. 3.yüzyılının ortası ile son çeyreğine tarihlendirilmektedir. Bu amphoralar ile ilgili diğer önemli husus da, bu tipin Helenistik mezarlarda ayırt edici bir noktaya yerleştirilmiş olmaları ve sadece birer örnekle temsil edilmeleridir. Form özellikleri ve boyutları bu amphoraların yeni bir tip olarak tanımlanmalarını gerektirmektedir. Geniş bir coğrafi dağılıma sahip Geç Klasik ve Helenistik Dönem Knidos amphoraları, literatürde iyi tanımlanmış olmalarına rağmen daha önceki çalışmalarda rastlanılmayan ve tanınmayan Knidos üretimli küçük boyutlu amphoralar bu çalışmada yeni bir tip olarak değerlendirilecektir. Bununla birlikte sadece form özellikleri ile değil, aynı zamanda mezarlarda tek örnekle bulunmaları dikkate alınarak, bu yeni tipin mezar hediyesi ve fonksiyonu bakımından da bir inceleme yapılarak küçük amphoraların, Knidos amphora üretimi içindeki yerleri açıklanmaya çalışılacaktır.

Osmanlı Devleti’nde Yeteri Kadar Bilinmeyen Bir Proje: Abdurrahman Ağa’nın 1700 (H.1111) Tarihli Gemi İnşa Faaliyeti ve Bazı Değerlendirmeler

Belleten · 2020, Cilt 84, Sayı 300 · Sayfa: 623-666 · DOI: 10.37879/belleten.2020.623
Tam Metin
Tarih boyunca Birecik, Fırat üzerinden Basra’ya yapılan nehir taşımacılığında önemli bir yere sahipti. Bu önemli yeri Osmanlı hâkimiyetine girmesinden sonrada devam etmişti. Özellikle Osmanlı devrinde bölgede vuku bulan çatışmalarda, Birecik’ten askerî taşımacılık yapılmak maksadıyla gemi inşa talepleri payitahttan gelmişti. Bununla beraber Osmanlı hâkimiyetine geçmesinden XVIII. yüzyıla kadar, Birecik’te gerçekleşen gemi inşa faaliyetlerinin hiçbiri Abdurrahman Ağa’nın üstlendiği proje kadar teşkilatlı ve büyük değildi. Ne var ki, Abdurrahman Ağa’nın gerçekleştireceği projenin büyüklüğü inşa edeceği gemilerin sayısından değil, ebatlarından kaynaklanmaktaydı. Bu çalışmada dikkat çekici bir süreç olan Abdurrahman Ağa’nın yürüttüğü gemi inşa faaliyetlerine, bizzat mübaşeretliğinde tutulan muhasebe defterleri üzerinden detaylı bir inceleme yapılacaktır. Böylece Osmanlı’nın doğusunda Fırat’a kıyısı olan bir kazada, inşa edilen bir nehir donanma işinin ayrıntıları ortaya konulacaktır. Fakat bundan daha önemlisi, bu esnada ortaya çıkan verilerin derinlemesine analizi yapılarak, kritik bir zamanda niçin Abdurrahman Ağa mübaşeretinde bu projenin icrasına çalışıldığı irdelenecektir. Ayrıca inceleme sonucunda ortaya çıkan verilerin kıyaslanmasıyla, Birecik’teki gemi inşa faaliyetlerinin tarihsel süreçteki gelişimi ve Birecik Tersanesi’nin bu zaman dilimindeki yeri değerlendirilecektir.

İlk Tunç Çağı Çanak-Çömlek Üretiminde Uzmanlaşma: Güneybatı Kapadokya’nın Uzmanlaşmış Üretim Örgütlenmesine İlişkin Yorumlar

Belleten · 2020, Cilt 84, Sayı 300 · Sayfa: 459-502 · DOI: 10.37879/belleten.2020.459
Tam Metin
Kapadokya’da mesleki uzmanlaşma Paleolitiğin son evrelerinden itibaren görülmektedir. Hammadde kaynaklarına ulaşılabilirlik nedeniyle gelişen bu sıradışı erken dönem örnekler dışında iş bölümü ve tam zamanlı uzmanlaşmanın, ekonomik ve politik örgütlenmede görülen gelişmelerle bağlantılı olarak, aslında İlk Tunç Çağı’nda oluştuğu anlaşılmaktadır. Anadolu genelinde elde edilmiş çanak çömlek, maden ve mimari buluntular, bu dönemde uzmanlaşmış üretimin ne derecede kurumsallaştığını göstermektedir. Son yıllarda yapılan etnografik ve etnoarkeolojik çalışmalar, arkeolojik materyallerin üretim sürecinde meydana gelen izlerden yola çıkarak, buluntuların ait oldukları uzmanlaşmış üretim modelleri hakkında yeni yorumlar yapılmasına imkan sağlamaktadır. Bu çalışmada, değişik uzman örgütlenme modellerini yansıtabilecek üç farklı çanak çömlek türü değerlendirilmekte, etnografik ve etnoarkeolojik çalışmalarda yapılan yeni çözümlemeler ve tanımlar ışığında, İlk Tunç Çağı’nın uzman üretim örgütlenmesinin niteliğine ilişkin yorumlar yapılmaktadır.

Bursa’da IV. Mehmed Sarayı

Belleten · 2020, Cilt 84, Sayı 300 · Sayfa: 585-622 · DOI: 10.37879/belleten.2020.585
Tam Metin
XIV. yüzyıl ilk yarısından itibaren hanedan konutu ve devlet yönetim merkezi olması bakımından tam teşekküllü ilk Osmanlı sarayı olan Bursa Sarayı önce Edirne, ardından İstanbul’un başkent seçilmesiyle önemini yitirmiştir. Hanedan üyeleri tarafından terk edilen saray, zaman içinde harap olmuş ve birkaç kalıntı dışında tümüyle ortadan kalkmıştır. Günümüzde, Bursa Sarayı’nın yerleştiği alanda bulunan yapılaşma, burada arkeolojik bir çalışma yapılmasını engellemektedir. Bu durum, saray hakkında yapılan az sayıdaki araştırmanın büyük ölçüde yazılı kaynaklara dayanmasına neden olmuştur. XVII. yüzyıla ait kayıtlar ve görgü tanıklarının ifadeleri, terk edilmesinden yaklaşık iki yüzyıl sonra, 1659 yılında Bursa’ya gelen ve iki ay kadar kentte kalan IV. Mehmed’in, ilk Osmanlı sultanlarının konutu olan Bursa Sarayı’nda konaklamadığını, ancak Hisar bölgesinde kendisi için yeni bir saray inşa ettirdiğine işaret etmektedir. Bursa Sarayı’na ilişkin araştırmalar, IV. Mehmed döneminde inşa edilen saraya dair detaylı bilgi ortaya koymamış, bu faaliyeti çoğu kez bir onarım, genişletme olarak değerlendirmiş ve ayrı bir saray olarak ele almamıştır. Diğer bir deyişle, IV. Mehmed tarafından inşa ettirilen Yeni Saray hakkında bir monografi bulunmamaktadır. Bu çalışma, literatürde müstakil şekilde yer almamış bir Osmanlı sarayına ilişkin yazılı kaynakları ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Konur Alp Gazi’nin Kimliği ve Faaliyetlerine Dair Bilinirliğin Sınırları

Belleten · 2020, Cilt 84, Sayı 300 · Sayfa: 543-558 · DOI: 10.37879/belleten.2020.543
Tam Metin
Osmanlı Beyliğinin kuruluş yıllarıyla ilgili çağdaş kaynakların yokluğu, döneme ait birçok meseleyi aydınlığa kavuşturma yolunda önemli bir eksiklik olarak karşımızda durmaktadır. Bu husus kuruluş döneminden çok sonraları yazılmış kroniklerin Osman Bey ve yanındaki silah arkadaşları konusunda verdikleri bilgilerin temellendirmesinde de ciddi bir engel teşkil etmektedir. Genellikle araştırmalarda kaynaklardaki meselelere ve ele alış tarzlarına dikkat edilmeksizin yapılan aktarımlar, ilk kroniklerdeki birçok şahsın tarihi kimliğini tartışılmaz bir hale koyarak yaygın ve bilinir kimselere dönüştürmüştür. Bunlar hakkında gerçekte kroniklerde verilen bilgilerin nasıl okunması gerektiği suali ortada durmaktadır. Osman Bey’in yakın kumandanlarından ve akıncı beylerinden biri olarak kroniklerde tanıtılan Konur Alp hakkındaki biyografik çalışmalar herhangi bir itirazla karşılaşmaksızın olduğu gibi yapılan aktarımlar ve bunların tartışılmaksızın doğru veri gibi alınıp yorumlanmasıyla malûl bir özellik taşır. Gerçekte Konur Alp’in söz konusu ilk kroniklerde, araştırmalarda olduğu ölçüde temayüz ettirilmiş bir kimliği olmadığı, zayıf bilgilerin yeniden karşılaştırılmalı olarak ele alınması gerektiği açıktır. Bu makale Konur Alp’in tarihi kimliği hususunda nelerin bilindiğini ve bunların nasıl anlaşılması gerektiğini tartışmaktadır.

Yahudi Âlimlerin Gözüyle Matbaanın İcadı ve Matbaada Basılan Metinlerin Hükmü

Belleten · 2020, Cilt 84, Sayı 300 · Sayfa: 559-584 · DOI: 10.37879/belleten.2020.559
Tam Metin
Matbaanın icadı, kitabın tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. Matbaa, başta Avrupa’daki Yahudiler olmak üzere Yahudi dünyasında da çok önemli değişimler yaratmıştır. Bu makalede matbaanın icadının Yahudi ilim adamları tarafından nasıl karşılandığı ele alınacaktır. Bu çerçevede, Yahudi dinî literatüründe matbaanın icadını Yahudilere nispet eden anlatımlar, Yahudilerin matbaaya atfettikleri önem ve kutsal metinlerin matbaa baskılarının ritüellerde kullanımına dair başlıklar irdelenecektir. Makalenin ana konusunu matbaada basılan dinî metinlerin Yahudi dinî hukukuna göre kaşer (caiz) olup olmadığı oluşturmaktadır. Bu tartışmaların incelenmesi sırasında matbaanın icat edildiği asır ve hemen sonraki asırlarda Yahudi âlimler tarafından konuyla ilgili verilen fetvalar araştırmamızın temel kaynaklarını oluşturmaktadır. Böylelikle okurlar, birinci elden kaynaklarla, o dönemdeki fetvaların içeriği ve Yahudiler arasındaki tartışmanın boyutlarını görmüş olacaktır.

Savaşın Öteki Yüzü: Romanya’daki 93 Harbi Esirleri

Belleten · 2020, Cilt 84, Sayı 300 · Sayfa: 789-824 · DOI: 10.37879/belleten.2020.789
Tam Metin
93 Harbi olarak adlandırılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nde Rusların 10 Aralık 1877’de Plevne’yi ele geçirmesinden sonra 40.000 civarındaki Osmanlı askeri Ruslara esir düşmüştü. Bu esirlerin yaklaşık 30.000’i ağır kış koşulları altında Rusya’ya götürülmüştü. Kalan 10.000 esir ise, savaşa Osmanlı Devleti’ne karşı Ruslarla ittifak ederek giren Romanya’ya bırakılmıştı. Bu çalışmada Plevne’de esir edildikten sonra Bükreş’e sevk edilen askerlerin hazin hikâyesi anlatılmıştır. Esirlerin hangi koşullarda Bükreş’e sevk edildiği ve bu şehirde ne surette yaşamlarını idame ettikleri betimlenmiştir. Siyasî tarihten daha ziyade insan merkezli olacak bu çalışmada esir düşen askerlerin gözünden, savaşın bilançosu ve sebep olduğu acılar tasvir edilmiştir. Bu savaşta Rusya’nın tarafında yer alarak Osmanlıya karşı mücadele eden Romanya, Berlin Antlaşması ile bağımsızlığını kazanmıştı. Ancak Besarabya’yı Rusya’ya kaptırmıştı. Bu sebeple savaştan sonra Ruslara karşı mesafeli duran Romanya hükümeti, elindeki esirleri de vasıta ederek Osmanlı Devleti ile ortak düşmana karşı işbirliği içerisine girme eğilimi içerisine girmişti. Bu süreç boyunca Rumen yetkililer, Türk esirlere olabildiğince iyi bir şekilde muamele etmiştir. Netice itibariyle Osmanlı Devleti ile Romanya arasında yapılan esir iade mukavelesi imzalanmıştı. Bu mukavele, Romanya Devleti’nin tanınması açısından oldukça önemliydi. İlk diplomatik temasların bu surette kurulmasından sonra Romanya ile Osmanlı Devleti arasında olan ilişkiler hız kazanmış, karşılıklı olarak diplomatik temsilcilikler ihdas edilmiştir. Netice itibariyle iki taraf arasında güvene dayalı bir siyaset başlamıştı. Romanya, özellikle Osmanlı Devleti tarafından tanınmasını önemsemiş, Osmanlı Devleti ise yeni kurulan devletin, Ruslarla arasına bir set çekeceğini düşünmüştü.

Bir Hanedan Damadının Yaşam Tarzı ve Standardı: Ahmed Fethi Paşa’nın Terekesi

Belleten · 2020, Cilt 84, Sayı 300 · Sayfa: 745-788 · DOI: 10.37879/belleten.2020.745
Tam Metin
Rodoslu zengin bir aileye mensup olan Ahmed Fethi Paşa (1801-1858), çağdaşlarına göre oldukça iyi bir eğitim aldı. Devlet kademelerinde hızla ilerleyen paşa, Sultan II. Mahmud’un dikkatini çekerek, saraya damat oldu. Böylece mesleki kariyeri ve özel yaşamında farklı bir statüye kavuşan Ahmed Fethi Paşa, elde ettiği bu makamlar ve icraatları sayesinde, Tanzimat dönemine damga vurdu. Yanı sıra imparatorluğun en zengin adamlarından birisi haline geldi. Onun çok dikkat çeken devasa serveti ve lüks yaşam tarzı, siyasi rakiplerinin ağır eleştirilerine konu oldu. Terekesinin merkeze alındığı bu makalede, mal varlığından hareketle Ahmed Fethi Paşa’nın ticari ve sosyal ağları, okuma ve harcama alışkanlıkları ile lükse düşkünlüğü gibi hususlar gün yüzüne çıkarılmaya çalışıldı. Ayrıca ardında bıraktığı büyük meblağlardaki borçlarının tespiti ve ödenmesine dair yaşanan sorunlar, arşiv kaynakları kullanılarak incelendi. Böylece Osmanlı Devleti’nde üst düzey bir bürokratın yaşam tarzı ve standardı ortaya konularak karakterine dair elde edilen karinelerle biyografisine katkı sağlandı. İlaveten paşanın ait olduğu zümre ve Tanzimat’la birlikte değişen bazı tüketim alışkanlıklarına dair ipuçları elde etme imkânı doğdu.

An English Merchant in Ottoman İzmir (Smyrna): William Barker (1731-1825)

Belleten · 2020, Cilt 84, Sayı 300 · Sayfa: 717-744 · DOI: 10.37879/belleten.2020.717
Tam Metin
In the eighteenth century, in order to stimulate British trade in the Levant the British Levant Company made such decisions as accepting membership of countrymen. With the benefits of changes in the Company’s rules, William Barker of Derbyshire became a member of the Company and came to İzmir (Smyrna) in 1760 for the purpose of trade and “profit”. Focusing on William Barker’s life, this research examines the rules binding merchants of the Company in Ottoman lands, their relations with both Ottoman subjects and “European” residents in İzmir, the reflections of inter- states competitions and conflict on trade in concerned period and their contacts with Ottoman authorities by analysing documents including Barker’s letters to his family, minutes of the Levant Company, records from the Ottoman archives, traveller accounts, and the letters sent by the traders of the Smyrna Factory to the authorities in London. This study sheds light on how economic, political and social conditions of late eighteenth and early nineteenth centuries in Levant affected European merchants residing in Ottoman lands individually and communally. Not leaving a lucrative trade back in the Ottoman lands where he had started as a merchant without capital and ended up bankrupt, William Barker who resided in İzmir for 65 years until his death left a generation that continued to live in these lands until the middle of the 20th century.