1429 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Son 10 yıl
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Balkan Savaşlarından Sonra Osmanlı İmtiyazlarının Durumu ve Halefiyet Meselesi

Belleten · 2024, Cilt 88, Sayı 313 · Sayfa: 935-968 · DOI: 10.37879/belleten.2024.935
Tam Metin
Balkan Savaşları, hem bölge ülkelerini hem de Avrupa devletlerini siyasi ve iktisadi açıdan birçok sorunla baş başa bırakmıştır. I. Balkan Savaşı’ndan sonra iktisadi sorunların çözümü amacıyla Balkan İşleri Mali Komisyonu kurulmuştur. Fransa önderliğinde kurulan komisyonun temel amaçlarından biri Osmanlı’dan alınan imtiyazların halefiyet ilkesi çerçevesinde Balkan devletlerine devredilmesiydi. Balkan Savaşlarından sonra bölgedeki Osmanlı imtiyazlarının hukuki durumu, halefiyet kapsamı ve diplomatik ilişkilerdeki yeri hakkındaki çalışmalar çok kısıtlıdır. Bu çalışmanın amacı, I. Balkan Savaşı’ndan I. Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde, Balkanlardaki Osmanlı imtiyazlarının hukuki durumunu Balkan İşleri Mali Komisyon görüşmeleri temelinde değerlendirmektir. Bu doğrultuda imtiyazlar hakkında önemli veriler sunan komisyon tutanakları, dönem matbuatı ve Osmanlı arşiv kayıtları kronolojik olarak incelenerek ilgili ülkelerin tutumları analiz edilmiştir. Buna göre, Balkanlardaki imtiyazların çoğuna Fransa, Almanya ve Avusturya-Macaristan sahiptir. Mezkûr ülkeler halefiyetin imtiyazlar üzerinde tam olarak uygulanması, imtiyaz gerekliliklerinin Balkan devletlerince yerine getirilmesini savunmaktadır. Balkan devletleri, komisyon çalışmaları esnasında imtiyazların aynen devamını kabul etmişlerdir. Fakat taraf ülkeler arasındaki siyasi anlaşmazlıklar nedeniyle komisyon çalışmaları yarıda kalmıştır. Yunanistan ve Sırbistan, halefiyeti kabul etmiş olmalarına rağmen II. Balkan Savaşı’ndan sonraki süreçte imtiyazları devletleştirmeye çalışmışlardır. Osmanlı imtiyazlar sorunu I. Dünya Savaşı’nın çıkması nedeniyle Lozan Antlaşması’na kadar çözülememiştir. Sonuç olarak, Lozan Antlaşması’nın temel kavramlarından olan halefiyet, imtiyazlar açısından ilk kez Mali Komisyonda test edilmiştir. Bu minvalde komisyon çalışmalarının, Lozan’ın bir provası niteliğinde olduğu söylenebilir.

Rupen Sevag Çilingiryan Cinayeti ve Bir Komplo Teorisi

Belleten · 2024, Cilt 88, Sayı 313 · Sayfa: 969-996 · DOI: 10.37879/belleten.2024.969
Tam Metin
Ermeni Şair Rupen Sevag Çilingiryan 24 Nisan 1915 ve sonrasında gerçekleşen tutuklamalar kapsamında Çankırı’ya yollanmış ve daha sonra Çankırı-Ankara yolu üzerinde bir eşkıya saldırısı sonucu hayatını kaybetmiştir. Çilingiryan cinayeti ile alakalı olarak son yıllarda yapılan bazı yayınlarda bu cinayetin İttihat ve Terakki Hükûmeti tarafından organize edildiği yönünde iddialar ortaya atılmıştır. Bu makalede Çilingiryan cinayetini işleyen Kürt Alo çetesinin genelde İttihat ve Terakki Hükûmeti ve özelde de Osmanlı Dahiliye Nazırı Talat Paşa tarafından korunup, kollandıklarına ve çetenin tutuklanan üyelerini kurtarmak adına Dahiliye Nazırının girişimlerde bulunduğuna dair iddialar incelenmiştir. Söz konusu iddialar için sunulan bulgular ikna edici olmaktan uzak oldukları gibi, bunlar kullanılan belgelerin bağlamından kopartılarak kullanılmasına ve yanlış yorumlanmasına dayanmaktadır. Bu iddialar, kaynaklarda Kürt Alo ile Nallıhanlı Mehmet Ali olarak bahsi geçen iki farklı şahsın tek ve aynı kişi oldukları varsayımına dayanmaktadır. Bu makalede bu iki kişinin farklı ve birbiri ile ilgisi bulunmayan kişiler olduğu arşiv kayıtları ile ortaya koyulmuştur. Bunların ayrı ve alakasız kişiler olmasına ek olarak, Dahiliye Nazırının bu cinayeti işleyen çeteyi korumak ve kurtarmak için girişimlerde bulunduğu iddiasının dayanaksız olduğu ortaya konulmuştur. Nitekim, söz konusu Kürt Alo çetesine yönelik yürütülen soruşturma ve harekât neticesinde çetenin bazı mensuplarının yakalanmış olması ve çetenin yakalanması adına İttihat ve Terakki yöneticileri tarafından yapılan yazışmalar da bu iddiaları ileri sürenler tarafından tamamen göz ardı edilmiştir.

Borçlanma Stratejileri ve Sarraf Kredileri Bağlamında Osmanlı Vakıflarında Kriz Yönetimi (1750-1840)

Belleten · 2024, Cilt 88, Sayı 313 · Sayfa: 845-898 · DOI: 10.37879/belleten.2024.845
Tam Metin
Osmanlı vakıfları çok geniş bir yelpazede kendisinin şekillendirdiği ve kontrol ettiği iktisadi bir faaliyet alanı yaratmıştır. Osmanlı vakıflarını idari ve mali yönden tetkik etmek için iktisadi ve idari değerlendirmelere daha elverişli, farklı bir tasnife ihtiyaç olduğu aşikârdır. Nitekim selatin, paşa ve ümera vakıfları olarak anılan ve devletin çeşitli büroları tarafından sıkı bir denetimde faaliyetlerini yürütün merkezi vakıflar, devasa bütçeleri idare etmişlerdir. Her biri müstakil ekonomik üniteler şeklinde organize olan bu vakıflar, kuruldukları bölgelerdeki sosyal, beledi, kültürel, dinî ve kentsel yaşamın ihtiyaç duyduğu çok katmanlı ve önemli hizmetleri yerine getirmişlerdir. Gerek bütünüyle saray kadrolarından atanan görevlilerce yönetilen veya denetlenen gerek vakıf kurucusunun kendi soyundan gelen ardıllar tarafından yönetilen merkezi büyük vakıflar, 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar belirli bir bütçe seviyesini koruyabilmişlerdir. Ancak bu yüzyılın özellikle ikinci yarısından itibaren vakıflarda devasa bütçe açıkları görülmeye başlamıştır. İltizam, malikâne, esham ve kaime gibi uygulamaların erken modern çağdan 19. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı merkez hazinesi için savaş ekonomisinin finansmanında iç borçlanma ve kredi işlevi gördüğü bilinmektedir. Bununla birlikte Osmanlı tarihinin en yaygın ve en uzun ömürlü kurumları olan vakıfların kurumsal kriz yönetme pratikleri ile mali buhran dönemlerinde geliştirdikleri stratejilere dair bilgilerimiz henüz çok sınırlıdır. Bu tespitlerden hareketle çalışma, Osmanlı vakıf sisteminin bütçe açıkları karşısında geliştirdiği kriz yönetme pratiklerinden özellikle borçlanma stratejilerini ve sarraflarla kurulan kredi ağlarını ele alır.

From Entomological Disaster to Agricultural Modernization, the Effect of Pink Bollworm on Cotton Farming in Çukurova (1914-1928)

Belleten · 2024, Cilt 88, Sayı 313 · Sayfa: 997-1030 · DOI: 10.37879/belleten.2024.997
Tam Metin
Since the second half of the 19th century, pink bollworm, which has been effective on a global scale, spread to Çukurova as a result of cotton seed imports from Egypt after the First World War (the WWI). In 1924 and 1925, pink bollworm, which had a negative impact on cotton yields, was initially seen as an entomological problem in cotton, but turned into a social, economic and political problem due to the key importance of cotton in Türkiye’s foreign trade, textile industry and rural development. As a matter of fact, the agricultural control against pink bollworm led to technical advances, scientific innovations and legal regulations in cotton cultivation. In this context, Adana Seed Breeding Station was established in 1925 and Mersin Agricultural Control Laboratory in 1926. In the literature, the cotton history of Çukurova is mostly discussed in terms of society, state and geography. This study, on the other hand, goes one step beyond the anthropocentric perspective and explains the historical process through the relationship of partnership and interdependence between cotton, society and the state. Spatially, the role of pink bollworm in the socio-economic, scientific and technical transformation of Çukurova cotton farming is explored, taking into account the global dimension. Periodically, this study focuses on the transition phase from the Ottoman Empire to the Republic and examines the period from the WW I, when the pest began to appear, to the Great Depression of 1929, when planned industrial development models or Keynesian economic policies that envisioned state interventionism began to be implemented.

Laodikeia’dan Volütlü ve Üç Tutamaklı Kandil

Höyük · 2024, Sayı 14 · Sayfa: 109-130 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.2.109
Tam Metin
Laodikeia Antik Kenti’nde 2003 yılından itibaren yapılan sistemli kazı çalışmalarında ilk yerleşmenin MÖ 5500 yıllarında başladığı ve kesintiye uğramadan MS 7. yüzyılın başlarında meydana gelen yıkıcı depreme kadar devam ettiği tespit edilmiştir. Antik kaynaklara göre yerleşmenin adı ilk Rhoas, sonra Diospolis (Zeus kenti anlamında) ve Helenistik Dönem’de ise MÖ 3. yüzyılın ortalarında Seleukoslar Kralı II. Antiokhos’un eşi Laodike’den kaynaklı olarak Laodikeia şekline dönüştürülmüştür. Bölgenin 1206 yılında tamamen Türkleşmesine bağlı olarak Laodikeia ismi kısaltılarak Ladik olmuştur. Makale konusu olan kandilin bulunduğu Laodikeia Kilisesi ilk kez 2010 yılında tespit edilmiş olup aynı yıl içinde anıtsal yapının kazı çalışmaları bitirilerek tamamen ortaya çıkartılmıştır. Laodikeia Kilisesi’nde kazılar sonunda açığa çıkartılan arkeolojik kalıntıların korunması amacıyla koruma çatısı yapılmasına karar verilmiş olup bu amaç doğrultusunda yapının etrafında 18 adet çukur sondajı kazısı yapılmıştır. 6 no.lu sondajda ele geçirilmiş olan volütlü ve üç tutamaklı kandil, devasa boyutuyla ünik bir eserdir. Kandilin omuz kısmında yapılan Bergama etkili aplikasyon kabartmalarda Tanrı Dionysos ritüeli işlenmiştir. Satyr ve Maenad’ların da yer aldığı kabartmalarda olasılıkla Dionysos ile Ariadne’nin kutsal evlilikleri (hieros gamos) betimlenmiştir. Bu nedenle büyük boyutlu olan kandilin, kutsal alanda kullanılan özel bir aydınlatma aracı olduğu düşünülebilir. 6 no.lu sondaj kazısında ele geçirilen diğer seramikler ve sikkeler de göz önüne alınarak kabartmalı kandil MÖ 2. yüzyılın üçüncü çeyreği ile MÖ 1. yüzyılın ilk çeyreği arasına tarihlendirilmiştir.

Euromos Agorası Güney Stoasında 2021 Yılında Yapılan Kazılarda Ele Geçen Çiviler

Höyük · 2024, Sayı 14 · Sayfa: 131-168 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.2.131
Tam Metin
Euromos Antik Kenti Agorası Güney Stoada 2021 yılında yapılan kazılar neticesinde ele geçen toplam 64 adet çivi bu makalenin konusunu oluşturmaktadır. Çiviler antik kent kazılarında yoğun olarak ortaya çıkarılan buluntular arasında yer almasına rağmen çok çalışılmış bir konu değildir. Bu çalışma ile bu boşluğun doldurulması, daha sonra yapılacak olan çalışmalara bir başvuru kaynağı olması ve çivilerin öneminin vurgulanması amaçlanmıştır. Kazı buluntusu çivilerin incelenmesine yönelik bu çalışmanın amaçlarından biri de yerel atölyelerin ürünü olan metal buluntuların değerlendirilmesi ve metal sanatı içerisindeki yerinin saptanması olmakla birlikte ele geçen çivilerin eski ahşap yapı tekniği kapsamında, bir yapının form ve işlevinin bir parçası olarak nasıl kullanıldığını tartışmaktır. Güney stoada ortaya çıkarılan çivilerden 2 adedi bronz diğerleri demirdir. Çiviler nitelik, nicelik ve işlevsellik bakımından sınıflandırılarak incelenmiş ve istatistikleri çıkartılmıştır. Sonuç kısmında ise çivilerin formları, ham maddeleri, işlevleri ve kullanım alanları ile ilgili genel bir değerlendirme yapılmıştır. Güney Stoa’da yapılan kazı çalışmaları sırasında tarihlemeye yardımcı çok sayıda sikke, altın yüzük ve küpe gibi buluntular da ele geçmiştir. Bu buluntular ile birlikte ele geçen ve çalışmaya konu olan çivilerin de yapı, form ve işlevleri bakımından benzer örneklerle karşılaştırıldığında tarihlemeye yardımcı olan bu buluntular ile tutarlılık gösterdiği sonucuna varılmıştır.

Perre 2020-21 Kazılarında Bulunan Pithos/Doliumlar Üzerine Bir Değerlendirme

Höyük · 2024, Sayı 14 · Sayfa: 169-198 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.2.169
Tam Metin
Perre antik kent merkezinin güneybatısındaki kayalıkların kuzeydoğu yamaçlarında gerçekleştirilen 2020-21 yılları kazı çalışmaları, kentin yerel üretimi hakkında bilgi edinmemizi sağlamıştır. Bahsi geçen alanlarda, tahıl öğütmek amaçlı kullanılan taş değirmenin yanı sıra, kayaya oyularak oluşturulmuş üzüm işlikleri tespit edilmiştir. Bu durum, yerleşimin bir üretim sahası olarak da kullanıldığını göstermesi açısından önemlidir. Bununla birlikte, çok sayıda depolama amaçlı kullanım görmüş pithos/doliumlara ait parçalara da rastlanmıştır. Bu pithos/doliumlar, olasılıkla yerleşim çevresinde üretimi yapılan tahıl ve şarap gibi ürünlerin depolandığı büyük kaplardır. Makale kapsamında, Perre’nin kırsal yerleşimi olarak öngörülen alanlarında ele geçmiş pithos/dolium bulguları değerlendirilecektir. İki adet in-situ olarak ele geçmiş pithos/dolium, yarıya kadar toprağa gömülü olarak tespit edilmiştir. Toplam 52 adet pithos/ dolium parçası ele geçmiş olup, bunların birçoğu amorf niteliği taşımaktadır. Ağız ve gövdenin üst kısımları kısmen korunmuş 15 adet pithos/doliumun ağız yapıları dikkate alınarak, Perre’de beş tip tespit edilebilmiştir. Ayrıca bir adet dip kısmı korunmuş örnek de çalışmaya dâhil edilerek, Perre’de ele geçen pithos/doliumların tipolojik özellikleri genel hatlarıyla açıklanmak istenmiştir. Perre’de bugüne kadar gerçekleştirilen kazı çalışmalarında, MÖ 1. yüzyılın ikinci yarısından MS 7. yüzyılın ilk yarısına kadar olan geniş bir tarih aralığına ait bulgular (seramik ve sikke gibi) yer almaktadır. Perre’deki pithos/doliumlara benzer tipolojik özellikler sunan örnekler; Anadolu ve Suriye başta olmak üzere Mezopotamya, Levant, Kuzey Afrika ve İtalya’nın bazı yerleşimlerinde de görülmektedir ve bu örnekler, ağırlıklı olarak Geç Roma-Erken Bizans Dönemi’ne tarihlenmektedir. Bu pithos/doliumlar hem analojik yolla karşılaştırılan bulgular ile olan benzer tipolojileri hem de yerleşimin üretim potansiyeline işaret eden süreci dikkate alınarak, MS 3-7. yüzyıl aralığına tarihlenebilmektedir.

Acemhöyük’ten Kırmızı Haç Motifli Bir Erken Tunç Çağı Çanağı

Höyük · 2024, Sayı 14 · Sayfa: 47-68 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.2.047
Tam Metin
Tuz Gölü’nün hemen güneyinde bulunan Acemhöyük, Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nın önemli ticari ve siyasi merkezlerinden biridir. Günümüze kadar sürdürülen çalışmalar, Acemhöyük’ün MÖ III. binyılın ilk yarısından itibaren iskân gördüğünü ve MÖ II. binyılın başlarında Orta Anadolu’nun büyük krallık merkezlerinden biri haline geldiğini göstermektedir. Bu çalışmada, Acemhöyük güney yamacında sürdürülen kazılarda ele geçen ve Erken Tunç Çağı’na tarihlenen bir çanak buluntusu ele alınmıştır. Güney yamaçta çöp çukuru içerisinde bulunan çanak, Anadolu’da en erken örnekleri Neolitik Çağ’da görülen kırmızı haç motifli çanakların bir örneğidir. Bu çanakların Erken Tunç Çağı’nın ilk yarısında İç Batı Anadolu çevresinde nispeten sınırlı bir bölgede yayılım gösterdikleri bilinmektedir. Ancak Erken Tunç Çağı sonlarına tarihlenen tabakalara sahip çok sayıda yerleşimde, bu tip çanakların bulunması, bir yaygınlaşma sürecine işaret etmiştir. Kırmızı haç motifli çanakların ele geçtiği yerleşimlerin coğrafi dağılımına bakıldığında, Batı Anadolu’dan Kilikya’ya kadar uzanan geniş bir bölgeyle karşılaşılmaktadır. Bu çalışmada tartışılan Acemhöyük çanağı, öncelikle arkeolojik bağlamı ve teknik özellikleriyle ele alınmıştır. Biçim ve bezeme özellikleri temelinde benzer örneklerle karşılaştırılan çanağın kırmızı haç motifinin yaygınlaştığı süreçle bağlantılı olduğu anlaşılmıştır. Biçim, hamur, astar gibi makroskopik özellikler, çanağın yerleşime dışarıdan getirilmediğine işaret etmiştir. Sonuç olarak Acemhöyük çanağının içinde bulunan kırmızı haç motifi, dönemin inanç sistemleriyle bağlantılı bir sembolün çanak çömlek üretimine yansıması şeklinde değerlendirilmiştir.

İnşa Tekniği ve Plan Olarak Doğu Akdeniz Geleneğinde Bir Saray: Oylum Höyük Orta Tunç Çağı I Sarayı

Höyük · 2024, Sayı 14 · Sayfa: 15-46 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.2.015
Tam Metin
Oylum Höyük’te, son yıllarda Kuzeybatı Alan’da yürütülen kazı çalışmalarında Orta Tunç Çağı I’e tarihlenen büyük bir saray yapısı açığa çıkarılmıştır. Bir yangın tahribatı ile son bulan yapıda, yangın sırasında ölen iki kadına ait iskelet ile kırılmış ve alt kısımları eksik kaplar bulunmuş olup bunlar bir saldırı ve yağmalamaya işaret etmektedir. Mekânlar içinde açığa çıkan ocaklar, kil sekiler üzerindeki öğütme taşları ve depolama kaplarına ait parçalar, sarayın açığa çıkartılan bölümünün mutfak, depo, kiler ve işliklerden oluştuğunu göstermektedir. Yaklaşık 1050 m2 ’lik bölümü açığa çıkarılan anıtsal yapının kalın duvarları kerpiçle inşa edilmiştir. Batısında bir avlu, doğusunda ise kerpiç bir teras bulunan sarayın dikdörtgen planlı ana bölümü iki aks üzerinde yer alan mekân dizilerinden oluşmaktadır. Çok katlı olan Oylum Höyük Sarayı’nın mimari açıdan en yakın benzerleri Tilmen Höyük OTÇ Sarayı, Alalah Yarimlim Sarayı ve Tell Mardikh Batı Sarayı’dır (Fig. 4a-d). Bir avlu kanadı boyunca uzanan mekân dizilerinden oluşan çok katlı saray planı, avlular çevresine yerleştirilmiş mekânlardan oluşan geleneksel Suriye ve Mezopotamya saray planlarından farklıdır. Plan anlayışı dışında, kalın kerpiç duvarlar, çok katlı olduklarını gösteren merdiven odaları, ahşap sütun ve sütun altlıkları kullanımı Oylum Höyük OTÇ I Sarayı, Tilmen Höyük OTÇ Sarayı ve Alalah Yarimlim Sarayı’nın ortak özelliklerdir. MÖ 2. binyılın başlarında ortaya çıkan bu mimari gelenek, Suriye saray mimarisinde Doğu Akdeniz’in özellikle kuzey kesimine özgü yeni bir anlayışı ortaya koymaktadır.

Avrasya Geç Miyosen Dönem Microstonyx (Suidae) Taksonomisine Genel Bir Bakış

Höyük · 2024, Sayı 14 · Sayfa: 1-14 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.2.001
Tam Metin
Doğu Akdeniz Bölgesi’nde Geç Miyosen Dönem’de (11,63-5,333 milyon yıl) Microstonyx’in paleobiyocoğrafik dağılımı ve biyostratigrafik farklılığı uzun bir zamandır paleontoloji literatüründe tartışılmaktadır. Zaman, cinsiyet ve bölgesel farklılıkların karmaşası bu Geç Miyosen Dönem domuzunu Avrasya Bölgesi’nde oldukça karakteristik kılmaktadır. Vallesian ve Turolian dönemlerde açık ve kuru alanların artmasıyla birlikte Microstonyx’ler yaşam alanındaki ekolojik farklılığa çok çabuk adapte olabilmiştir. Morfolojik küçük farklılıklar Microstonyx’in alt tür ayrımını son derece hassas kılmıştır. Bu alt türün (subspecies) durumu üç farklı temel prensibe dayanır. Bunlardan ilki kronolojik sıra, ikincisi coğrafik dağılım ve üçüncüsü ise MN 12’den itibaren gerileyerek azalan ölçüleridir. MN 12/13 Dönemi’nde türlerin yok oluşu zirve yapmış ve Akdeniz ve Patratetis’in (7-5 milyon yıl) çekilmesiyle eş zamanlı olarak bu durum sona ermiştir. Akdeniz’den Orta Avrupa’ya kadar olan coğrafik bölgelerde MN 13’e kadar olan süreç içinde, Microstonyx’in yaşanabilir göl sistemleri içinde savana benzeri açık alanlardan ziyade bu alanların daha yeşil yüksek yerlerinde var olmaları bu hipotezi destekler niteliktedir. Ayrıca cranial morfolojisi ve ekosistemde paylaştığı ortak fauna da bu durumu doğrulamaktadır. Microstonyx’in evrimi, spesifik olarak ekolojik değişikliklere karşı çok esnektir. Bu çalışma, Geç Miyosen Dönem’de Doğu Akdeniz Bölgesi’nin yaygın domuzu olan Microstonyx’in coğrafik ve stratigrafik farklılığının yanında ekolojik uyumuna genel bir bakış açısı getirmeyi hedeflemiştir.